“Bizim söylemlerimiz belli çevreleri çok rahatsız etti. Çünkü Türkiye’de sermaye birikimi temelde üç ya da dört büyük ailenin elinde yoğunlaşmıştı ve bunlar piyasada kartel veya bir oligopol yapıdan memnun hâlde, bu konumlarından kaynaklanan büyük bir rantı paylaşıyordu. Türkiye’de bir otomobil, bir buzdolabı almak; hatta aynı o dönemlerde, bir telefon almak için dahi sıraya girildiği gibi, devletten hammadde almak da çeşitli ilişkilere bağlıydı ve parmak ucunda insanlara bir günde çok büyük meblağlar kazandırılabiliyordu. Elbette bunun da politikayla ekonomi arasında bir karşılıklı transferi oluyordu. Bu duruma siz bir politikacı olarak parmak basabilirsiniz, bir muhalefet duygusuyla bastığınız parmak çok etki yapmaz ama bir işadamı olarak parmak bastığınız zaman bilerek parmak basarsınız ve sonuç farklı olur. Çünkü siz o işin içindesinizdir ve orada artık bir kartelin kırılması, bir oligopol piyasanın kırılması meselesi söz konusudur. Anadolu sermayesinin alternatif rekabetçiliği oluşturması, kalkınmayı arttırmasında en fazla korku duyulmasına neden olan unsur sanayinin Anadolu’ya yayılması ve orta ölçekli müesseselerin büyümesiyle farklı ellere geçmesiydi. Eski düzende zira, para ve siyaset arasında kapalı devre bir ilişkiler ağı vardı. Biz o kapalı devreyi kırdık. O kırılma sürecinde bu sefer bunu algılayanlar bir Bizans oyunu oynamaya başladılar. İlk defa 1994 yılında bir reklam ajansı kullanılarak bir kara liste yayımlandı. Bu kara listede bizlerin, MÜSİAD üyelerinin bir kısmının bilgilerine, bizim çeşitli yayınlarımızdan faydalanarak, bazılarını ele geçirerek yer verdiler. “Bu firmalardan alışveriş yapmayın, bunlar dincidir, bunlar İslamcıdır, irticacıdır, İrancıdır”, vb. adlar takmak ve bu kara listeyi fakslarla birbirlerine çekmek suretiyle müthiş bir kampanya başlattılar. Tabii o dönemde internet yok, bu iş faksla yayılıyor. Bir anda bu iş ortaya çıktı.”