Dinç Bilgin

0
42

“1995 yılından itibaren özellikle medyada kamu ihalelerine girişte büyük bir artış oldu. Türkiye’de enerji dağıtım şirketlerine bakın o tarihte; Bursa’yı Türkiye gazetesi, bilmem nereyi bilmem ne gazetesi alıyor. Yani inanılmaz bir paylaşım vardı. Tam bir ganimet paylaşımıydı. Aslına bakılırsa, sürecin başında gazetecilerin gazetecilik dışında başka iş yapmamaları konusunda son derece militandık biz; fakat sonra kolumuzu kanadımızı kırdılar, bizi o işlere zorladılar gibi. Türkiyede sermaye yapısı böyle bir iştir. Eskiye bakarsanız, eskiden sermaye denilen bir şey mevcut değildi. Ankara’da sivil, askerî bürokratlar ve onların iyi mekteplere gitmiş çocukları vardı. Çocukların bir kısmı ticarete atılmış; onlar da zaten hâliyle devletle iş yaparak zenginleşiyorlardı. Daha sonra, Anadolu sermayesi filan çıkınca kıskançlıklar ve kavgalar da başladı. Bu insanların 4×4’lere bindiklerini görünce, o zaman sorunlar başladı.”

“Medyanın yanlış ve etik olmayan gazetecilik yapmasında asker korkusunun payı vardır; ama bir de, gazetecilerin kendi tavırlarından kaynaklı refleksler vardı. Gazetecilerin, pek azı hariç, hemen hepsi eski sol akımlardan gelme. Bunların içerisinde şimdiki liberaller, sosyal demokratlar, demokratlar da var. Hasan Cemal de bizde çalışıyordu, Cengiz Çandar da. Bu isimlerin hepsi eski sol takımdan gelmiş; bunlar, içlerinde, zihin dünyalarında zaten yerel, muhafazakâr unsurlara karşı tepkili. Yani İslami akımların hemen tamamına kuşkuyla bakan; bilmeyen, tanımayan, bu anlamda da halkın yaşantı ve inanışına uzak olan bir kadroydu gazeteci kadrosu.”

“Çevik Bir ve Özkasnak ile çok tartışırdım. Çünkü Özkasnak konuşmalarda beni durmadan tahkir ediyor, sinirlendiriyordu; hep ‘Dinç Basını’ diyordu; Bilgin de demiyor, ‘Dinç Basını’ diyordu, nedense öyle takmıştı kafaya. İşte Sabah gazetesinde o tarihte ‘Çetin Altan şunları yazdı; ama gerçekte şunu demek istedi’; ‘Hasan Cemal şunları…’; arkasından, ‘gerçekte ise şunu demek istedi’ vs. dediler. ‘Bu nedir?’ dedim. Bu tür mesajları, andıçları büyük generallere, korgeneral, orgenerallere gönderirlermiş hep; ben de dedim ki: ‘bizim generaller böyle mi gazete okur?’ ‘evet’ dedi. ‘Gazete öyle okunmaz; gazeteyi alırsın, keyifle okursun.’ dedim. Ne demek istediğimi anlamayacak adamlar mı? Çok sinirlendiler tabii. O sıra Çevik Bir, Türk askerinin Türkiye üzerindeki önemini anlattı; yani işte klasik sözler: ‘biz Cumhuriyet’i kurduk, şöyle yaptık, böyle yaptık’ vs.. Kendince, ‘biz diğer müesseselere göre daha güçlüyüz; daha önemliyiz’ demek istedi. Mesajı verdiği kişi tabii o dönemin büyük medya patronu olan bendim. Çıkan sonuç şu: asker emreder, basın yapar.”