TÜRKİYE’DE DARBELER VE DEMOKRATİKLEŞME* 

0
36

Doç. Dr. Nebi Miş / SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü

*28 Şubat 2022 tarihinde İstanbul Üniversitesinde düzenlenen Tekrar ve Fark Sempozyumunda sunulmuştur.

Tebliğimi sunmadan önce 1965 seçimleri öncesinde “Adalet Partisinin İç Yüzü” ismiyle yayımlanan, asıl amacı seçimleri etkilemek olan kitaptan kısa bir pasaj okumak ve çalışmamı bunun üzerine inşa etmek istiyorum;  

“Halt yığınları 1946’dan daha şiddetle tahrik edilmekte, frensiz heyecanlar başı boş dolaşmaktadır. Ne istemektedir adalet partisi? Elbette iktidarı. Bu istedikleri iktidar her türlü kontrol organlarının dışına taşan koalisyonsuz bir iktidardır. Tek başına bir iktidardır. Bu bir 1950 iktidarıdır. Bu heveslerin ne derece tehlikeli ne derece maceracı karakterde olduğunu söylemek bile yersiz. Demokrat Parti’de 5 yıl önce aynı tehlikeli gidişe heves etmiş sonrada tarihî determinizmin akışı önünde kaybolup gitmiştir. Artık bu milletin ne yeni bir Demokrat Partiye tahammülü var, ne de yeni bir Adnan Menderes’e” 

Şimdi bu kitap yayımlandığında, Adnan Menderes daha yeni idam edilmişti. Olaya dair acılar oldukça tazedir. Darbe sonrası 1965’de bir genel seçim yapılacaktır. Daha iyi anlamak için bir iki cümle daha paylaşmak istiyorum. Paylaşacağım metin dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Memduh Tağmaç’a ait. “Her kötülüğün başı politikacılardır. Bu politikacıların hiçbirinde memleket sevgisi diye bir şey yoktur. Hepsi haindir. Zerre kadar memleketi düşünene rastlamadım. Onların oluşturdukları Meclis’ten hayır gelmez. Bende biliyorum bugün karar versem yedi dakikada Meclis’in kapısına kilit asarım. Fazla değil, sadece yedi dakika…” 

Şimdi bu iki hatırlatmaya Türkiye’de darbe zihniyetinin devamı açısından bakmak gerekir. İfade ettiğim söylemleri 1970’lerde, 80’lerde, 90’larda hatta özellikle AK Parti ilk dönem iktidar yılları olan 2010 öncesinde, aynı zihniyetin ağzından benzer nitelikte kurulan cümlelerde, yazılan kitaplarda görebilirsiniz. 

Bizler ülkecek son yıllarda şubatta, martta, mayısta, temmuzda, eylülde darbelerin yıl dönümlerini konuşuyoruz. Türkiye’nin darbe tarihinin epeyce yoğun olduğunu hatta 15 Temmuz gibi çok yakın bir dönemde FETÖ’cü hainlerin eski darbe geleneklerinden yararlanarak bir darbe teşebbüsünde bulunduğunu biliyoruz. 

Bunun üzerine bir sorum var: 

1960’larda hatta 70’lerde Türkiye ile benzer gelişmişlik düzeyine sahip olan ülkelerde darbeler yapılmıştır. Ama 1980’lere gelindiğinde, bu ülkeler kendi darbeleri ve darbecileri ile yüzleşmiş, siyasal alandan, demokratik alandan darbe ve darbecileri temizleme başarısını gösterebilmiştir. O zaman ne oldu da bu ülkeler, örneğin bunun içinde Yunanistan gibi İspanya gibi Portekiz gibi ülkelerde var, 1980’lerde kendi darbecileri ile yüzleşip, onları yargılayıp siyasi alandan arındırmalarına rağmen, Türkiye’de darbe ve darbe girişimleri devam etti? 

Bu soruyu aslında birbirini tamamlayan yedi maddede ben özetleyebilirim. En sonuncu maddeden başlamak istiyorum. 

Bütün darbe bildirilerinde bir nolu bildiride, darbelerin demokrasiyi koruduğu ve rasyonel demokrasiyi inşa etmek için darbenin yapıldığı söylenir. Darbe kültürü üzerine yazanlar, çizenlerde çoğu zaman bunu tekrar ederler. Bugün Türkiye’de hâlâ hayatta olan çok ünlü siyaset bilimcilerin 1990 öncesi ya da 2000 öncesi yazdığı metinlere baktığınız zaman Türkiye’deki darbeleri demokrasiyi koruduğuna ve rasyonel demokrasiyi yerleştirmeye yönelik yapıldığına dair açıklamalarını görürsünüz. Bu ünlü akademik isimler maalesef uluslararası çevrelerden Türkiye’de demokrasi literatürü ile ilgili en fazla atıf alan kişilerdir. Bu kadar uzun bir süre önemli bir literatür oluşurken bu akademisyenlere, darbelerin demokrasiyi koruduğunu ve rasyonel demokrasiyi kurmak için yapıldığını ifade eden bununla da kalmayıp bunun için yabacı dilde kitaplar yazan akademisyenlere, şunun söylenmesi gerekir: Siz demokrasi teorisi üzerinden dersler anlatıyorsunuz, demokrasinin gelişmesi için şartlarını söylüyorsunuz ancak işte çalışmamın girişinde paylaştığım pasajlarda çok yakından görüldüğü gibi darbecilerin aslında ilk hedefledikleri şey, demokrasinin temel yapı taşı kurumlarını, siyasal partileri, Meclis’i etki altına almaktır. Bununla da yetinmeyen darbeciler, toplumun çevresinden gelen seçmenleri hedef alarak, onları demokratik alanın dışına itme vazifesi görmüşlerdir. Bu sebeple darbelerin bayram olarak kutlanması rasyonel demokrasiyi korumak için bir şey değildir. Bu bağlamda Türkiye’de darbelerin sürekliliğinde öne çıkan temel hususlardan biri, darbenin ve darbecilerin siyasal alanda, akademide, medyada, basında olağanlaştırılması, darbenin sanki olağan bir süreç gibi insanların zihnine yerleştirilmesidir. Bu amaca uygun en faydalı araç ise çalışmanın girişinde paylaştığım pasajların yer aldığı birçok kitabın, metnin üretilmesidir. 

İkinci mesele tam da bunun üzerinden darbeyi olağan bir süreç olarak, zihniyet olarak görmedir. Darbecilerle mücadele edebilecek bütün yapılar, kurumlar, siyasal partiler başta olmak üzere parçalıyor kırılganlaştırılıyor. Aynı zamanda toplumsal özgüveni yok etmek için tüm bu süreçler devletin imkânları kullanılarak, basın kullanılarak, ekonomi sınıfını kullanılarak devam ettiriliyor. Adalet Partisi’nin İç Yüzü adlı kitapta söylenen ilk şey şudur, “Adalet Partisi tek başına iktidar istiyor. Koalisyonları istemiyor.” Bu siyasal partiye yönelik bir suçlamadır. Çünkü onlarda biliyor ki, siyasal alan kırılgan olduğunda, siyasal alan parçalandığında, partiler güçsüz olduğunda, darbe ve darbe kültürünün devam etmesi çok daha kolaydır. 

Üçüncü mesele, siyasete güvensizlik meselesidir. Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı’nın metnine baktığınız zaman, bütün siyasetçileri, istisna olmaksızın, hain olarak yaftalayıp, bunların oluşturduğu Meclis’ten hayır gelmeyeceğini söylemektedir. Bu metne yıllarca itiraz edilmemesi bir şeyi göstermektedir: siyasete yönelik demokrasinin en önemli kurumsal mekanizmalarından biri olan siyasal partilere güvensizliği inşa etmek aynı zamandau darbe sürecinin devamı ile ilgilidir. Kuşkusuz burada darbelerin devam etmesinde eleştiri kültürünün yokluğu önemli başlıklardan birisidir. Eleştiri kültürünün gelişememesi ki kuşkusuz bunun içinde korku ve pragmatik nedenler de vardır, darbeyi eleştirecek darbecilerle yüzleşecek literatürün, metinlerin oluşamamasına neden olmaktadır. Maalesef bu durum aynı zamanda darbelerin Türkiye siyaseti içerisinde belirli gruplar tarafından olağanlaştırılmasını beraberinde getirir. 

Önemli başlıklardan birisi de şudur; maalesef siyasetin bir kısmının pragmatik nedenlerle ya da gerçekten darbeciler üzerinden bir iktidar alanı kuracağı fikri nedeniyle darbenin meşruluğuna yönelik olarak darbecileri aklayan söylem ve eylemleridir. Unutmayalım ki 15 Temmuz sonrası muhalefetin “kontrollü darbe” söylemine benzer 27 Mayıs 1960’dan itibaren meclis kürsülerinde, Meclis de siyasetin darbecilerle iş tutan kesimi darbecileri sürekli övmüş ve onlarla birlikte hareket etmiştir. Siyasetin bir kısmının bu vesayet düzeni üzerinden iktidarını sürdürmesi de yine Türkiye’nin erken dönemde darbecilerle yüzleşmesini mümkün kılmamıştır. Kuşkusuz burada, kimlik grupları arasındaki çatışmalar ve toplumsal özgüvenin yok edilmesi gibi hususlar da darbe ve sonrasına dair süreçlerin devamıyla doğrudan ilgilidir. İlk başta söylediğim mesele, Türkiye’de Darbeler ve Demokratikleşme meselesinde üzerinde duracağımız en önemli konulardan birisidir. Darbelerin demokrasiyi koruduğu yanılsamasının çok uzun bir süre tedavülde tutulması, bunu üzerinden söylem üretilmesi belki de darbelerin ve darbecilerin erken dönemde yargılanmasını siyasal ve toplumsal alandan arındırılmasını mümkün kılmamıştır. 

2015’lere, 2016’lara kadar insanların zihninde darbenin yapılabileceği düşüncesinin oluşması bu çizdiğim çerçeve ile ilgilidir. Peki, bugünden baktığımızda yani darbe ve darbecilere yönelik olarak hem 28 Şubat hem 27 Nisan hem de 15 Temmuz’da, özellikle darbecilerle yüzleşilmesinin ve darbenin başarısız olmasının temel sebebi nedir? derseniz cevap olarak en önemli başlıklardan birisi olan siyasetin krizlerle ve darbe zihniyetiyle mücadeledeki kararlılığı ön plana çıkacaktır. Siyasal öğrenme önemlidir. Eğer 27 Nisan’da siyaset çok sert bir biçimde muhtırayı verenlerin karşısında durmasaydı ondan sonraki süreçte darbecilerle hesaplaşma süreçleri daha aşağı düzeylerde kalabilirdi. 

Siyasal partilerin güçlenmesi, partilerin 2000 sonrası darbeye yönelik olarak mesafelenmesi, 2000 sonrası darbelere yönelik olarak Türkiye’deki bazı kesimlerin mesafelenmesi siyasal alan içerisindeki dönüşümün zorlanmasıyla ilgilidir. Bu bağlamda Türkiye’de medyanın çoğullaşması, bürokrasinin çeşitlenmesi, dengeleyici güvenlik sisteminin oluşturulması ve aynı zamanda da toplumsal özgüvenin inşa edilmesi, darbelerle yüzleşilmesi darbelere yönelik olarak toplumsal zihnin toplumsal hafızanın dönüşmesine yol açmıştır. Türkiye’de toplumsal hafızanın inşasında ve canlı tutulmasında 28 Şubatların, 27 Mayısların, 12 Martların, 15 Temmuzların çok sık bir şekilde hatırlatılması, konuşulması bunun üzerine sempozyumlar kitaplar yazılması gereklidir.