TAM BAĞIMSIZLIĞIN KESİK DAMARLARI: MEŞRU HÜKÜMETLERİN DEVRİLMESİ VE SÖMÜRGECİ ZİHİN YAPISI – Orkun Elmacıgil

0
41

Orkun Elmacıgil – Araştırmacı

Giriş

15 Eylül 1970 yılında dönemin ABD başkanı Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger arasında gerçekleşen ve Şili’de iktidara gelen sosyalist Salvador Allende hükümetinin olası tehdidine dair yapılan görüşmede, CIA Başkanı Richard Helms’in notlarına göre ne olursa olsun hükümetin devrilmesi kararı alınmış ve Şili ekonomisinin kaosa sürüklenmesinin zaruri olduğunun altı çizilmişti.[1]

Seçimle iktidara gelmiş bir hükümet hakkında alınan bu karar, hükümetlerin uluslararası sistemin aleyhine tavır geliştirdikleri noktalarda ne denli anti-demokratik müdahalelere maruz kalabileceğini gösteriyordu. Şili halkının Ulusal Onur Günü olarak kutladığı 11 Temmuz 1971’de, ülkedeki bakır endüstrisini millileştiren Allende, Pepsi Cola, Anaconda gibi dev şirketlerin tepkisini çekmişti. ABD’nin bölgedeki “ali menfaatlerine” karşı alınan bu net tavra karşı hükümeti devirme çalışmalarına başlandı. Ülkedeki ekonomi destabilize edilecek, ordu içinde Allende karşıtı unsurlarla ve muhalif siyasi partilerle irtibata geçilecek, sokak hareketlilikleri ve hazırlanan bildirilerle hükümetin eli zayıflatılacaktı. Milli bir siyaset izleyen Allende bu sürecin sonunda ABD’nin eliyle bozulmuş bir ekonomiyle karşı karşıya kaldı, insanların bir kısmı sokaklara döküldü, lakin öldürücü darbe General Pinochet komutasındaki ordudan geldi. Kâğıt üstünde bir askeri darbe olarak gözüken bu süreç, esasen çok katmanlı ve birçok tarafı olan; meşru hükümetin askeri darbe dışında yöntemlerle iktidardan indirilmesi için yapılan bir dizi müdahalenin sonucudur.  

Sağlıklı bir demokrasi seçimler, anayasal güvence, çoğulculuk, yasalar önünde eşitlik, ifade hürriyeti, müreffeh bir ekonomik hayat gibi çeşitli unsurlar üstüne inşa edilmiştir. Dolayısıyla demokrasi karşıtı vesayet ve güç odaklarının demokratik akışı sekteye uğratma yöntemleri pek çok farklı biçimde ortaya çıkabilir. Demokratik yollarla iktidara gelmiş hükümeti devirmek için ilk elden akla gelen askeri darbeler olsa da, pek çok coğrafyada demokrasinin öyküsü askeri olmayan yollarla hükümeti devrilen yahut devrilmeye çalışılan ülkelerle doludur. Kimi zaman uluslararası sistem, kimi zaman ülke içerisindeki iktidar savaşları, sokak hareketleri ve ekseriyetle de bu olguların iç içe geçtiği girift durumlar sonucunda hükümetler iktidardan düşürülebilir yahut zayıflatılabilir.

Ülke içinde sıkça bilinen tabiriyle sosyal ve ekonomik fay hatlarının tetiklenmesi, hükümetlerin ülkelerin yönetiminde tam bağımsız bir siyaset izleme temayülüne binaen ülke dışı güçlerin, demokrasi dışı alana savrulan muhalif hareketlerle bir arada oluşu, Güney Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Orta Doğu’ya pek çok hükümetin devrilmesiyle sonuçlanmıştır.

İşte bu noktada, tartışılması gereken, siyasi kargaşaya, ekonomik çöküntülere, ülkenin yönetilemez hale getirilmesine yol açan vesayet odaklarının fikri ve somut çözümlemesini yapmaktır. Özellikle gelişmekte olan, Batı-dışı ülkelerde  gerçekleşen darbe yahut hükümetin devrildiği haberlerini görmek artık çok da şaşırtıcı gelmemektedir. Anormalliğin sıradanlaştığı bu şartların altında neyin yattığını, hangi makro zihin dünyasının ürünü olarak, büyük güçlerin, bağımsız ülkelerin siyasetine karışma cesaretini gösterdiğini anlayabilmek, ileride yapılacak çalışmalar için de elzem bir uğraşıdır.

Günümüzde neoliberalizm, geçmişte de liberalizm kendini her ne kadar beynelmilel bir yayılma ve sermaye dağıtımı söylemi üstüne kurgulasa da, esasında bu ekonomik ve siyasi yapı gücün bir çekirdek etrafında toplanmasını, yayıldıkları yerlerde ise tekelci  ekonomiler ve siyasi ağlar kurulmasını öncelemiştir. [2] Batı yayılmacılığı, dünyanın günümüzde yaşadığı pek çok yapısal sorunun, az gelişmişliğin, belli ülkelerdeki siyasi ve toplumsal istikrarsızlığın tarihi temelini oluşturur. Zira bu yayılma alelade bir keşif sürecini ihtiva etmez, aksine yazımızın bir yanını güncele bağlayan hükümetlerin ve ülke siyasetlerinin kolayca tarumar edilebilmesinin yanında, onun tarihi yanını da oluşturur. Venezüella’da yaşanan son sivil darbe girişiminden, ülkemizin makûs darbeler, muhtıralar ve sokak hareketleri tarihine Batı yayılmacılığını bütün çıplaklığıyla anlatan bir kavrama ulaşırız: Sömürgeci zihin yapısı.

Sömürgeci Zihin Yapısı

Sömürgecilik, batı merkezli tarih yazımında kökeni 15.yy içinde gerçekleşmeye başlayan Coğrafi Keşifler’e dayanan, yeni dünyalara yelken açmayı anımsatan ve batı dillerinde “kolonileşme” tabiriyle masum bir çağrışımı olan (kelimenin kökeninde colonie yer alır ve kavramın tam çevirisi esasında kolonileşmedir.)[3]  lakin tüm tarihi sömürü, talan, kölelik ve soykırım üstüne kurulu bir süreçtir. Sömürgeciliğin tarihiyle ilgilenmeyeceğimiz bu yazıda, onun artçı etkilerini anlamak ise önemli bir nokta olacaktır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dekolonizasyon yani sömürge ülkelerinin, onları sömüren Batılı ülkelerden bağımsızlığını ilan etmesiyle başlayan süreç hala yanlış anlaşılmaya müsaittir. Dekolonizasyon ile alakalı yapılan pek çok çalışma ve tarihi tanıklık bunun bir bağımsızlık süreci olmadığının altını çizer. Aksine sömürgeciliğin modernleşerek kâğıt üstünde silinip, bağımsız olduğu addedilen ülkelerin siyasetine ve ekonomisine eski sömürgeci ülkelerin kendi menfaatleri doğrultusunda sürekli müdahalesinin tarihine sürgit şahitlik etmekteyiz.

Sömürülen ülkelerin haritaları dahi o dönemlerde sömürgeci kuvvetlerce bölgede yetiştirilen ana hammaddelere göre belirlenmiştir. Örneğin Küba, şeker kamışı tarlalarıyla sınırı belirlenen bir ülkeyken, Venezüella’da da petrol neredeyse tek hammaddedir, öyle ki  ülke ihracatının %98’ini petrol oluşturur. [4] Tek bir hammadde etrafında yüzyıllarca sanayileştirilmemiş ve  kolaylıkla manipüle edilebilir bir ekonomiye sahip bu ülkelerin iktisadi hareket alanları kısıtlı ve etkiye açıktır. Afrika kıtasındaki pek çok  eski Fransız ve İngiliz sömürgesinin bağımsızlık kazanmalarına rağmen, toprağı işleme hakkından, endüstrileşmeye kadar çoğu ekonomik hamle , bu ülkeler bağımsızlıklarını kazansalar dahi eski sömürgeci devletlerin kurduğu büyük şirketler yahut kuruluşlar tarafından denetlenmektedir. [5]

Örneğin, Kongo Cumhuriyeti’nin Belçika’dan bağımsızlığını kazandığı 1960 yılından, 1965 yılına kadar olan sürece Kongo Krizi dememizin sebebi, Kongo halkının kendi arasında yaşadığı anlaşmazlık değil, ülkeyi hala Belçika sömürgeci vesayeti altında tutmak isteyen kukla liderlerle, bağımsızlıkçı hareketler arasında çıkan mücadeledir. Süreç boyunca 100.000 insan ölmüş, neredeyse iç savaş çıkmış, ülkenin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Patrice Lumumba infaz edilmiştir.[6] İşbu tek örnek bile, esasında Batı modernleşmesi geçirmemiş, yani “merkezde” yer almayan çevre ülkelerin halklarının ortaya koyduğu siyasi ve milli iradelerin de hükümsüz addedildiğini gösterir.

Çevre ülkeler, ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda, Aydınlanma zamanından beri geride görülen Afrikalı, Müslüman, Uzakdoğulu, Latin Amerikalı, Pasifik   halklar olarak özetlenebilir. Bütün bu coğrafyalarda sömürgeciliğin hüküm sürmesi, her birinde yaşanan ekonomik talan, siyasi bağımlılık,  toplumsal yapının sömürgeci tarafından imha edilmesi bugünün koşullarını anlamak için zaruridir. Allende hükümetinin darbeyle devrilebilmesinin yahut  Lübnan’da sürekli değişen hükümetlerin ve halkın bir türlü toplumsal ve ekonomik refaha eremeyişinin temelinde de, eski sömürgecinin, sömürdüğü ülkeye ve topluma duyduğu üstenci bakışın etkisi yoğundur.

Oldukça kısa bir özetle zihni yapısını anlamaya çalıştığımız bu beynelmilel vesayetin bir hükümeti devirmek için nasıl yollar izlediğinin takibini yapmak, hükümetin askeri darbe olmaksızın nasıl devrilebildiğini, toplumların kaderinin nasıl manipüle edildiğini bize aşama aşama gösterecektir.

1-  Batı Merkezli Bakış

Sömürgeci söylemden bahsederken anlattığımız, “kolonileşme-sömürgecilik” kelimelerinin anlam farkı dahi, Batı’nın kendi menfaatleri dışında siyaseten bir ilkeye sahip olma gerekliliği duymadığının basit bir kanıtıdır. Bu bakış açısında, meşru hükümetlerin, meşru olmayan yollarla devrilmeye çalışılması eğer müesses nizamın aleyhinde değilse çoklukla desteklenir, yahut memnun bir sükutla olacaklar izlenir. 2019 yılında Bolivya’da devlet başkanı Evo Morales’e karşı girişilen sivil darbe, yahut 2002 yılında bir askeri darbeyle sonuçlanması beklenen ve dönemin Venezüella başkanı Hugo Chavez tarafından bir karşı devrim olarak adlandırılan darbe girişimleri, Batı medyası nezdinde, özgürlükçü hareketler olarak lanse edilmiştir. Medya literatürüne de, CNN etkisi[7] olarak giren bu tutum, medyanın gösterdiği kadar, göstermedikleriyle de hem bulundukları ülkenin dış siyasetini, hem de hedef aldıkları ülkenin iç siyasetini etkileme gücünü göstermiştir.

Batı menfaati uyarınca hareket eden diktatörlerin insan hakları ihlalleri, ülkedeki yoksulluk, savaş suçları gibi cürümler hemen hasıraltı edilirken, işbu düzenin dışında ve bağımsız durmaya çalışan hükümetler hızlıca bir tehdit olarak gösterilebilir. Batı merkezli tarih yazımından,  Batı merkezli siyaset okumasına geçtiğimizde, gerekirse bir ulusun tamamı şeytanlaştırılır ve sistematik bir insansızlaştırma (fr. déshumanisation systématisée ) sürecine tabi tutulur. Frantz Fanon’da, Cezayir Bağımsızlık Savaşı esnasında yazdığı “Siyah Deri, Beyaz Maske”[8] kitabında Fransız sömürgeciliğinin, Cezayir’de bağımsızlık yanlısı halkı ve onun liderlerini, medya ve siyasi söylemler yoluyla nasıl insansızlaştırdığını anlatmıştır.

İşte bu sürecin sonunda artık düşman haline gelmiş hükümet hem içeriden, hem de dışarıdan kuşatılmış bir halde bırakılır. Milli iradenin, yerel halkın sesinin medyada duyurulmaması sonucu gerçeklik değiştirilmiştir. 1953 yılında, ABD eliyle medyaya ve hükümet çalışanlarına verilen rüşvet ve vaatlerle milli bir siyaset izleyen İran Başbakanı Muhammed Musaddık hükümetinin düşürülmesi neyse[9], Guatemala’da, Batı  merkezli medyanın yalan haberleriyle hükümetten düşen ve yerini 1966 yılına değin sürecek ABD yanlısı bir diktatörlüğe bırakan  Jacobo Arbenz’in uğradığı akıbet de aynıdır.[10] Batı merkezli bakış, ülkenin sahici ve yerli temellerini tamamen alaşağı ederek, mevzu bahis ülkenin hükümetine iç vesayet odaklarının ve dahi halkın bir kısmının dikte edilen açıdan bakması sağlar.  

2- Bağımsız Ekonomik ve Siyasi Çıkışların Önünün Kesilmesi

1974 yılında, Güney Yarım Küre ülkeleri, kendi aleyhlerine olan dünya ekonomisi yapısını değiştirmeye çalışmıştı. Bu amaçlar doğrultusunda Uluslararası Yeni Ekonomik Düzen ( ing. New International Economic Order) isminde bir organizasyon kurulması çağrısında bulunuldu.[11] Burada amaç petrol, boksit gibi birincil emtia ürünlerine sahip, geçmiş yılların sömürgeci ekonomik siyasası nedeniyle bilinçli bir şekilde endüstriyel yatırım yapılmadığından bu ürünlerden başka bir ekonomik çıkışı bulunmayan ülkelerin, sahip oldukları ürünlerin fiyatlandırılması konusunda, en az büyük güçler ve ulusüstü örgütler, amiyane tabirle karteller kadar söz sahibi olmasıydı.  Lakin bu proje, en başta Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü ( OPEC) ‘in petrol fiyatlarının belirlemekteki işlevsizliğiyle daha en baştan  işlerliğini yitirdi.

Dolayısıyla koca bir yarımküre, açık bir şekilde ABD ve eski sömürgeci güçlerin uluslararası sistemi manipüle etmesiyle bir anda zenginleşme yahut fakirleşmeye müsait bir hale getirildi. En ufak bir Latin ülkesinden, fakir bir Afrika ülkesine değin seçilmiş tüm hükümetler bu uluslararası çarktan sıyrılmaya çalıştıkça doğrudan askeri müdahale, ekonomik terör,  iç karışıklığa mahal veren kışkırtmalara açık hale geliyordu. Yazının başında andığımız 1973 Şili Darbesi de, 2019 yılında Bolivya’da seçilmiş lider Evo Morales’in iktidarı bırakmak zorunda kalışı da ve Venezüella’ya 2002 yılından itibaren düzenli aralıklarla yapılan ekonomik ve siyasi saldırılar da aynı saikler üstüne kuruludur.

3- Yağma Kültürü

Biraz yukarıda bahsettiğimiz gibi  bağımsızlığını kazandığı 1960 yılının ardından aradaki beş yılı siyasi kriz, iç çatışma, hükümetlerin devrilmesiyle geçiren Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin 6 milyar dolar olan yıllık bütçesinin 500 milyon dolardan fazlası çoğunluğu tekel oluşturmuş  maden şirketlerinin elindedir. [12] Bu büyük bağımlılığın temel taşları da, esasında Kongo bağımsız olma iradesini ortaya koyduktan sonra atılmıştır. Seçilmiş liderler, suikast girişimleri yahut darbe girişimleriyle zayıflatılmış ve iktidarını sürdüremez hale getirilmiştir. Sadece Belçika’nın siyasi iradesiyle ülke insan kaynaklarını, toplumsal olarak bir arada yaşama kültürünü kaybetmiştir. Hükümetler devrilirken, aynı zamanda sosyal ve iktisadi yaşam da bir enkaz haline getirilir.

Eski Fransız sömürgesi olan 12, Portekiz sömürgesi olan 2 ve İspanyol sömürgesi olan bir Afrika ülkesi, rezerv kaynağı Fransız hazinesi olan CFA Frankı para birimini kullanmaktadır. Euro kuruna göre artan ve azalan bir paritede işlem gören bu paranın politikası hakkında işbu ülkelerin söz hakkı yoktur. Yani sömürgecilik resmi olarak bitse bile, bu ülkeler ekonomik anlamda doğrudan Fransız hazinesine bağlıdır. Zaten toplumsal hayata sinmiş bir fakirlikle mücadele eden ülkeler, kendilerine verilen belirli miktardaki parayı kullanarak kalkınmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla yine bu ülkelerin iç siyaseti, iktisadi bağımlılıktan ötürü doğrudan Fransa’nın bölgedeki menfaatlerine göre dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Sadece 2010 yılından bugüne dek bölgedeki ülkelerde otuza yakın kez hükümetler devrilmiştir. Kimi zaman ordu içindeki çetelerin, kimi zaman kabile ayaklanmalarının, kimi zaman da devlet başkanlarının dış güçler eliyle değişmeye zorlanmasının altında yatan sebep de andığımız yağma kültürünün bir sonucudur. Araçlar ister askeri, ister sivil görünümlü olsun, Afrika’nın makûs talihi sürekli olarak yeniden üretilmektedir.

Bu makus sömürge talihinin dışında, diğer gelişmekte olan yahut ekonomik atılımını yapmış ülkeler de çeşitli yöntemlerle sekteye uğratılmaktadır. Afrika dahil olmak üzere dünyanın yükselen güçleri arasına girmeye çalışan Brezilya, Arjantin , Türkiye gibi ülkeler de bu ekonomik boyunduruğun altına sokulmaya çalışılmıştır.

Türkiye, geçmişinde sömürge olmamış bir devlet olmasına rağmen, özellikle Osmanlı Devleti’nin son yıllarından itibaren dünyanın pek çok toprağına hırçın bir iştahla saldıran sömürgeci Batı güçlerinin hedefinde olmuştur. 1881-1923 yılları arasında varlığını sürdüren ve Osmanlı Devleti’nin kaynaklarının dış borçları karşılığında idare yetkisini eline alan uluslararası hüviyeti haiz Düyun-u Umumiye kurulmuştur. [13] 1923’te kaldırılana değin devletin hem iç karışıklar içinde kalmasına  sebep  31 Mart Vakası, Bab-ı Ali Baskını gibi olaylar yaşanmıştır hem de borçlanma döneminde Fransa 1881’de Tunus’u, Birleşik Krallık 1882’de Mısır’ı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1908’de Bosna-Hersek’i işgal etmiştir. Sömürgecilik zihniyetiyle karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti, sömürülen topraklarda yaşanan esaretin altına düşmese bile meşru siyasi zeminleri yıkan Batıcı yağma kültürüne karşı topraklarını kaybetmiştir. Bu durum bile sömürgeci zihin yapısının, meşru devletlere ve onların toprak bütünlüğüne, yönetim anlayışına nasıl hoyrat bir yaklaşımla yaklaştığını göstermektedir. Dolayısıyla hükümetler yahut siyasi rejimler, hangi meşru ve haklı zemine dayanırsa dayansın; gücü elinde tutan odaklar onları indirmenin yolunu hem modern hem de modern öncesi dönemde türlü yöntemlerle bulmuştur.

4- Devlet Başkanı’nın Meşruiyetinin Sorgulanması

Bir hükümeti yahut rejimi değiştirme çabaları çoğunlukla iktidarı elinde tutan hükümetin ve onun liderinin meşruiyetinin sorgulanır hale getirilmesiyle başlar. Genelde, seçilmemiş bir figür; mevcut iktidara alternatif bir siyasal otoriteye sahip olduğunu iddia eder. 2019 yılında Venezüella’da yaşanan ve dönemin meclis başkanı Juan Guaidao’nun ulusal meclis tarafından, 2018 seçimlerini kazanan Nicolas Maduro’nun başkanlığına karşı alternatif bir başkan ilan edilmesi bu durumun en müşahhas örneklerindendir.  Bu durumda darbe, güçlü bir ülkenin – seçim yapmadan – önceden seçtiği kendi adayını “sunmaya” ve desteklemeye karar verdiği zaman gerçekleşir.

Sonuçları ve etkileri benzer şiddette olmasa da, buna benzer bir durumu, ABD Başkanı seçilen Joe Biden’ın bir yıl kadar önce, Türkiye’de Erdoğan’a karşı, muhalefetin desteklenmesi gerekliliği görüşü yahut vaadinde de görebiliriz. Bu şartlar altında, seçimlerle başa gelmiş ülke lideri ve kurduğu hükümet hukuk dışı yollarla ve siyasi bir tarafgirlikle başka bir ülke tarafından neredeyse gayrı-meşru ilan edilir.

5-Medya’nın Renk Körlüğü

Demokrasisi kurumsallaşmamış yahut uluslararası konjonktürde hedef haline gelen devletlerde, medya da kolayca politize olup, demokrasi dışı bir tavır takınabilir. Şuana değin açıklamaya çalıştığımız söylemler ve kavramların en nihayetinde geniş kitlelere duyurulduğu, medya ve sosyal medya aracılığıyla bir hükümetin iç ve dış siyasette alacağı konum kolaylıkla manipüle edilebilir. Literatüre “medya darbesi” [14]olarak geçen bu söylemsellik içinde yalan haberler, ideolojik dil, hedef gösterme, komplo teorileri, radikallik, biz-siz ayrımı, şeytanlaştırma ve karikatürleştirme gibi yöntemlerle hedef alınan siyasi iktidar toplum ve uluslararası sistem nezdinde içeriden ve dışarıdan bir marjinalleştirilmeye tabi tutulur. 2016 yılında Brezilya’nın seçilmiş Başkanı Dilma Roussef’in görevden alınma sürecinde medya, yargı sistemi ve finans sektörü işbirliği içindedir. Kendi kaleme aldığı bir gazete yazısında Roussef içeriden işbirlikçileri olan ve medyanın olmayan gerçekleri haberleştirdiği bu sürecin hedefinin Brezilya’nın neoliberal ekonomi politikaları izleme yolunda hizaya çekilmesi olduğunu söylemiştir. [15]

Aynı durum, yalnızca Latin Amerika’da yaşanmamaktadır. Türkiye’de vuku bulan 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından, Batı medyasının yaşananları yansıtma biçimi, darbeyi yapanlar ve niyetlerinden çok darbeye verilen halk tepkisi üstüne yoğunlaşmıştır. Böylelikle medyanın yaşadığı renk körlüğüyle, tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan ve sivil halkın , meşru hükümetten yana kolluk kuvvetlerinin bastırdığı FETÖ’cü kalkışma, Batılı medyanın gözünde adeta bir suç unsuru haline getirilmiş, bir diğer tabirle yeni ve üstenci Batılı bakış açısına uygun bir gerçeklik üretilmiştir. [16]

Basın özgürlüğü kuşkusuz bir şekilde sağlıklı bir demokrasinin mihenk taşlarından biri olsa da, gerçeğin çarpıtılması, fısıltı gazetesiyle meşru siyasi yapıların ve halkın seçtiği siyasi iradelerin bir yalan üstüne inşa edilmiş bir zeminde sorgulanır vaziyete getirilmesi de aynı oranda sağlam bir demokrasinin tesisi önünde önemli bir engeldir.

Sonuç

Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın sömürü, talan ve zulüm ile dolu tarihini anlattığı “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabında, bölgesinde tarihin “ biz kaybettik, onlar da kazandı” paradigması üstünden kurulduğunu söyler. [17] Gerçekten de, dünya tarihi ve güncel siyaset sahnesi, ekseriyetle Batı medeniyetinin geçirdiği dönüşümü geçirmemiş ülkeler ve dahi kıtaların istikrarsızlığı üstüne kuruludur ve bu durum da , o kıtalar hakkında üstenci bir bakışa sahip Batı hegemonyasının ürünüdür.  

Yazı boyunca anlatmaya çalıştığımız şey, yönteminden ve varılan neticeden bağımsız olarak, modern demokrasi değerler dizisi içerisinden seçilmiş meşru hükümetler ve liderlerin; hangi tahayyül ve pratiklerle alaşağı edilmeye çalışıldığıdır. Silahlı gücü elinde tutan asker unsurunun, ülkenin sivil iradesini boyunduruğu altına alması yahut lağvetmesi olarak gördüğümüz darbe kavramı ; esasen sandığımızdan çok daha geniş ve  bir  tarihe yaslanmaktadır.

Darbe kavramının soykütüğünü yapmak ve peşinden gitmek için, pek çok iç içe geçmiş kavram ve söylem incelenmelidir. Meşru hükümetlerin iktidarına, dolayısıyla milli iradelerin yok sayılmasına yol açan bu sürecin yalnızca tüfeklere ve postallara dayanmayan yanlarına bakmak son derece hayatidir.

KAYNAKÇA

Birleşmiş Milletler Sanayi ve Gelişme Konferansı Raporu, 2016, https://unctad.org/system/files/official-document/suc2017d2.pdf

Blanc, Guillaume, L’invention du colonialisme vert, Flammarion, 2020

Boswell, T.. Colonial Empires and the Capitalist World-Economy: A Time Series Analysis of Colonization, 1980 1640-1960. American Sociological Review, 54(2)

Collum, Lynch, Document of the Week: When Ordering the Assassination of a World Leader Required Secrecy,  Foreign Policy, Ekim 2020, https://foreignpolicy.com/2020/10/19/assassinate-depose-world-leader-secrecy-nixon-trump-document/

Fanon, Frantz, “ Siyah Deri Beyaz Maske”,Versus Yayınları, 2009

Galeano, Eduardo, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”, Sel Yayıncılık, 2014

Gasiorowski, Mark J. “The 1953 Coup D’etat in Iran.” International Journal of Middle East Studies, vol. 19, no. 3, 1987,

Gürsoy, Bedri, 100. Yılında Düyun u Umumiye İdaresi Üzerinde Bir Değerlendirme , Ord.Şükrü Baban’a Armağan, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1984

Malkin, Elisabeth, An Apology for a Guatemalan Coup, 57 Years Later, NY Times, 20 Ekim 2011, https://www.nytimes.com/2011/10/21/world/americas/an-apology-for-a-guatemalan-coup-57-years-later.html

Méthode de renversement de gouvernement en douze étapes : cinquième lettre d’information,  A Presantatiton from Day of the Solidarity with the People of Venezula  , November 2019 https://thetricontinental.org/fr/newsletterissue/methode-de-renversement-de-gouvernement-en-douze-etapes-cinquieme-lettre-dinformation/

Preiswerk, R.. Le nouvel ordre économique international est-il nouveau? Études internationales, 1977, 8(4), 648–659

Robinson Piers, The CNN effect: can the news media drive foreign policy?, Review of International Studies (1999), 25

Willame, Jean Claude, Patrice Lumumba: La crise congolaise revisitée, 1990


[1] Collum, Lynch, Document of the Week: When Ordering the Assassination of a World Leader Required Secrecy,  Foreign Policy, Ekim 2020, https://foreignpolicy.com/2020/10/19/assassinate-depose-world-leader-secrecy-nixon-trump-document/

[2] Boswell, T.. Colonial Empires and the Capitalist World-Economy: A Time Series Analysis of Colonization, 1980 1640-1960. American Sociological Review, 54(2), p.180

[3] Colonialisme,  Colonialism, der Kolonialismus.  Kavramın sırasıyla Fransızca, İngilizce ve Almanca’daki karşılığı. 

[4] Birleşmiş Milletler Sanayi ve Gelişme Konferansı Raporu, 2016, https://unctad.org/system/files/official-document/suc2017d2.pdf

[5] Blanc, Guillaume, L’invention du colonialisme vert, Flammarion, 2020

[6]Willame, Jean Claude, Patrice Lumumba: La crise congolaise revisitée, 1990,

[7] Robinson Piers, The CNN effect: can the news media drive foreign policy?, Review of International Studies (1999), 25, 301–309

[8] Fanon, Frantz, “ Siyah Deri Beyaz Maske”,Versus Yayınları, 2009

[9] Gasiorowski, Mark J. “The 1953 Coup D’etat in Iran.” International Journal of Middle East Studies, vol. 19, no. 3, 1987, pp. 261–286

[10] Malkin, Elisabeth, An Apology for a Guatemalan Coup, 57 Years Later, NY Times, 20 Ekim 2011, https://www.nytimes.com/2011/10/21/world/americas/an-apology-for-a-guatemalan-coup-57-years-later.html

[11] Preiswerk, R.. Le nouvel ordre économique international est-il nouveau? Études internationales, 1977, 8(4), 648–659

[12] Méthode de renversement de gouvernement en douze étapes : cinquième lettre d’information,  A Presantatiton from Day of the Solidarity with the People of Venezula  , November 2019 https://thetricontinental.org/fr/newsletterissue/methode-de-renversement-de-gouvernement-en-douze-etapes-cinquieme-lettre-dinformation/

[13] Gürsoy, Bedri, 100. YILINDA DÜYUN U UMUMİYE İDARESİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME, Ord.Şükrü Baban’a Armağan, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1984

[14] Cabellero Francisco Siera ve Salo-Morales, Salomé ,Media Coups and Disinformation in the Digital Era,  Comunicacion y Sociedad, 2020

[15] Roussef, Dilma, The 2016 coup in Brazil: the door to disaster, Brasil de Fato, Nisan 2019, https://www.brasildefato.com.br/2019/04/17/the-2016-coup-in-brazil-the-door-to-disaster-by-dilma-rousseff/

[16] Bayraklı, Enes, Orientalism Reloaded: How Western Media Covered the Coup Attempt in Turkey,  Seta Perspective, Ağustos 2016

[17] Galeano, Eduardo, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”, Sel Yayıncılık, 2014