No menu items!

Prof. Dr. Murat Balcı – Darbelerle Mücadelede Ceza Hukukunun Rolü

Okumalısınız!

DARBELERLE MÜCADELEDE CEZA HUKUKUNUN ROLÜ

Giriş

Darbelere (Anayasal Organlara Karşı İşlenen Suçlar) karşı mücadele bakımından en etkili mücadele yöntemlerinden biri hiç kuşkusuz, bu suç faillerine etkin bir yaptırım uygulamaktır. Toplumun bir arada yaşaması için ahlak kuralları, görgü kuralları gibi sosyal düzen kuralları vardır. Sosyal düzen kuralları içinde hukuk kuralları yaptırım uygulanması yönüyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Hukuk kuralları içinde en ağır yaptırım da ceza hukuku yaptırımlarıdır. Ceza hukuku yaptırımlarını iki yönüyle ele almak gerekir. İlki geçmişte gerçekleştirilen kötülüğe karşı bir cevaptır, ikincisi cezanın kanunlarda yer alması suç işlemekten caydırıcıdır.

Çalışmamızda öncelikle ceza hukukunun caydırıcılık yönü üzerinde durulacak, ardından ülkemizde gerçekleştirilen darbelerde ve yargılamalarda, ceza hukuku uygulamalarına değinilecektir. 

I-Ceza ve Suçun Önlenmesi

Ceza kanunlarında yer verilen yaptırımlar, ileride işlenecek suçları önlemek, bir diğer ifade ile suç işlemekten caydırmak içindir. Ceza hukukçuları suç işlenmesinin önlenmesini iki şekilde ele alırlar; “genel önleme” ve “özel önleme”. Suça uygulanan cezanın infazı sürecinde suçlunun yeniden topluma kazandırılması, ıslah edilmesi özel önleme olarak isimlendirilmektedir. Suç için öngörülen cezanın ileride suç işleme ihtimali olan kişilere psikolojik baskı kurarak suç işlenmesinin önlenmesi ise genel önlemedir. 

Alman Filozof Feuerbach’a göre devletin hukuki ihlalleri uygulama zorunluluğu söz konusudur. Hukuki ihlallere karşı etkisi olacağından psikolojik zorlama gerekmektedir. Psikolojik zorlama, kanunda yer alan ceza tehdidi ve gerekirse cezanın infazı ile söz konusu olacaktır. Bentham’a göre de cezanın caydırıcı görevini icra için ızdırap ve acı verici nitelikte olması gerekir. Beccaria ise cezanın mutlaka uygulanacağı görüşünü azaltan af hakkının kaldırılması gerektiğini ifade etmektedir. Özetle ceza hukuku tarihinde suç işlenmesinin önlenmesi ve caydırıcılık bakımından, ceza uygulaması savunulmuş ve gerçek bir önleme-caydırıcılık sağlaması için cezaların mutlaka uygulanması gerektiği, suç işleyen kişilerin bu cezadan kurtulamayacaklarına dair bir inanç taşımaları gerektiği belirtilmiştir. 

Konusu anayasal organlara karşı işlenen suçlar bakımından değerlendirecek olursak, anayasal organlar, cezalandırma hakkının toplumsal sözleşme ile devredildiği organlar olup, toplumsal düzeni tesis eden bu yapılara karşı gayrimeşru müdahale kuşkusuz en ağır ceza ile cezalandırılması gereken ihlallerdir. Zira hukuka bağlı anayasal organlar, hukuk dışı müdahalelerle bertaraf edilmekte, bir kaos ortamı yaratılarak, askerî veya diğer güçler keyfi bir yetki kullanımına gitmektedirler. 1980 askerî müdahalesinin başında olan Kenan Evren, büyük bir pişkinlikle, Ceza Kanununda darbeye teşebbüsün cezalandırıldığını, darbe yapmanın cezalandırılmadığını beyan ederek, anayasal organların hukuk dışı yollarla ele geçirilmesi hâlinde ne denli keyfi uygulamaların olabileceğini de açıkça ortaya koymuştur.

II- Türk Ceza Kanununda Anayasal Organlara Karşı Suçlar  

“Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” başlığı altında TCK’nın 309’uncu maddesinde Anayasayı ihlal suçu yer almaktadır. Buna göre; “(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur. (3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı 310’uncu maddede yer almaktadır. Buna göre; “(1) Cumhurbaşkanına suikastte bulunan kişi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Bu fiile teşebbüs edilmesi halinde de suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur. (2) Cumhurbaşkanına karşı diğer fiili saldırılarda bulunan kimse hakkında, ilgili suça ilişkin ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur. Ancak, bu suretle verilecek ceza beş yıldan az olamaz”. 

Yasama organına karşı suç başlıklı 311’inci maddeye göre; “(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur. 

“Hükûmete karşı suç” TCK. m. 312- “(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur”. 

Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyan TCK. m. 313- “(1) Halkı,
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı bir isyana tahrik eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. İsyan gerçekleştiğinde, tahrik eden kişi hakkında yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyanı idare eden kişi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. İsyana katılan diğer kişilere altı yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Bir ve ikinci fıkrada tanımlanan suçların, devletin savaş halinde olmasının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesi halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. (4) Bir ve ikinci fıkrada tanımlanan suçların işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur”.

Silahlı örgüt TCK. m. 314- “(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır”. 

Silah sağlama TCK. m. 315- “(1) Yukarıdaki maddede tanımlanan örgütlerin faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu örgütlere üretmek, satın almak veya ülkeye sokmak suretiyle silah temin eden, nakleden veya depolayan kişi, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. 

Suç için anlaşma, TCK. m. 316- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçlardan herhangi birini elverişli vasıtalarla işlemek üzere iki veya daha fazla kişi, maddi olgularla belirlenen bir biçimde anlaşırlarsa, suçların ağırlık derecesine göre üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez.

Görüldüğü üzere anayasal organlara karşı kanun en ağır yaptırımları öngörmektedir. Peki bu ağır yaptırımlara rağmen, neden hâlâ anayasal organlara karşı işlenen suçlar bir başka ifade ile, darbeye teşebbüsler söz konusu olmaktadır? Acaba yaptırımlar yeterince caydırıcı değil midir? sorusu ilk olarak akla gelecektir. Bu noktada yukarıda bahsetmiş olduğumuz ceza hukukçularının bir başka fikri önem taşımaktadır. Kanunda yer alan cezaların uygulanması. 28 Şubat davasında mahkûm olan sanıklar için hükmolunan cezaların uygulanması toplumun bir kesiminde doğru görülmemektedir. Oysa bundan sonra cezaların caydırıcılık fonksiyonunu icra edebilmesi için bir başka ifade ile gelecekte muhtemel darbelerin önlenmesi için bu cezaların uygulanması çok önemlidir. Eğer bu cezalar uygulanamazsa, gelecekte darbe yapma hevesinde olanlar daha da cezaseretlenmiş olacak ve ülkemiz ağır bedeller ödemek durumunda kalacaktır. 

III-Terörle Mücadele Kanunu

Anayasal organlara karşı işlenen suçlar Terörle Mücadele Kanunu 3. maddesi ile26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320’nci maddeleri ile 310’uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır” olarak kabul edilmektedir. 

Terörle Mücadele Kanunu 5. maddesinde ise; “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.

Terörle Mücadele Kanunu 17’nci maddesine göre; “Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır. Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır. Tutuklu veya hükümlü iken firar veya ayaklanma suçundan mahkûm edilmiş bulunanlar ile disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar, bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar. Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar”. 

Terörle Mücadele Kanunu, 1991 yılında hazırlanmış bir kanun olup, kanaatimizce gerek terör suçları gerekse kapsamına aldığı, anayasal organlara karşı işlenen suçlar bakımından yeterli bir kanun değildir. Özellikle günümüzdeki teknolojik gelişmelerin gerisinde kalmış ve bu sebeple birçok noktada eksikliği başka hukuki normlarla kapatılmaya çalışılmıştır. Karşılaştırmalı hukuk çerçevesinde çağdaş Terörle Mücadele Kanunları ekseninde yeniden ele alınması gerekmektedir. 

IV – Suçu ve Suçluyu Övme Suçu (Anayasal Organlara Karşı İşlenen Suçlara Zemin Hazırlama-Darbe Zemini Hazırlama)

Türk Ceza Kanununun 215’inci maddesinde “Suçu ve suçluyu övme” başlığı ile şu şekilde bir düzenlemeye gidilmiştir; “(1) İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

Özellikle anayasal organlara karşı işlenen suçlar veya bir başka ifade ile darbe suçlarını veya bu suçların faillerini övme, bir anlamda darbeye zemin hazırlama anlamına gelmektedir. Ülkemiz tarihinde birçok darbe girişimi mevcuttur. Bu darbelerin ve faillerinin övülmesi de bu kapsamda ele alınmalıdır. Gerek sosyal medya platformları, gerekse diğer dijital platformlar ile basın yayın organları bakımından bu madde hassasiyetle uygulanmalıdır. Zira her bir anayasal organa karşı suç, öncesinde meşru gösterilmesi ve bu yönde algı oluşturması ile işlenmeye başlanmaktadır. Bu konuda ülkemizde acı şekilde tecrübe edilmiştir. Bu sebeple anayasal organlara karşı suçlar önlenmek isteniyorsa öncelikle, darbeye meşruiyet kazandırmaya yönelik süreçlerin engellenmesi gerekmektedir. Bu da TCK’nın 215’inci maddesinin etkin şekilde uygulanmasının temini ile mümkün olabilir. 

Öte yandan TCK’nın 215’inci maddesi de bir reforma tabi tutulmalıdır. Bu maddede her bir suç ve suçluyu övme aynı cezaya tabi tutulmaktadır. Oysa ki, anayasal organlara karşı suç işleyenler ile bu suçları övenler daha ağır bir yaptırıma tabi tutulmalıdır.  

V- Düşman Ceza Hukuku

Günther Jakobs adlı Alman ceza hukukçusu “düşman ceza hukuku” adlı bir kavramı geliştirmiştir. Jakobs, Vatandaş Ceza Hukuku ve  Düşman Ceza Hukuku ayrımı yapmıştır. Bu görüşe göre; Alman ceza hukuku belirli bir ölçüye kadar iki şeritlidir. Bir tarafta failin kusurunun esas teşkil ettiği geriye dönük değerlendirilmenin yapılarak, failin kural ihlaline tepki gösteren ceza hukuku, diğer yanda ise Almanya’da en şiddetli devlet müdahalesi olan, hürriyeti bağlayıcı tedbiri de içine alan emniyet tedbirleri sistemi. Emniyet tedbirlerinde failin kusurunun önemi yoktur ve tedbirin alınmasının sadece ileriye dönük olarak, suçun önlenmesi bakımından gerekli olup olmadığı sorusu önem taşır. Bu tedbirin alınmasının gayesi ise ya failin iyileştirilmesi ya da hürriyeti sınırlayıcı tedbirde olduğu gibi, toplumun failin yol açacağı tehlikelerden korunmasıdır.

Yukarıda Feuerbach’tan bahsederken ifade ettiğimiz genel önleme, hukuka sadık kalanlara, yani hukuk düzenine sırtını çevirmemiş olan ve bu sayede de normun geçerliliği için henüz açık olan kimselere vatandaşa yöneliktir. 

Düşman, yani terörist prensip olarak ve aktif bir şekilde hukuk düzenine karşıdır ve düzenin rakibidir. Devletle diyaloga giren, devletin ceza hükmü vermesiyle karşılık verdiği, hak ve yetkilere sahip olan vatandaşın yerine tehlikeli ve tehlikeli olduğu için de kendisiyle savaşılan birey geçmektedir. Bu bireye karşı her şeyden önce çok etkili hareket edilmeli ve mümkün olduğunca çok önceden onun yolları kesilmelidir. Bunun sonucunda da iletişim yerine tehlike mücadelesi, vatandaş ceza hukuku yerine düşman ceza hukuku ortaya çıkmaktadır. 

Bu görüş uzun zamandır çok tartışılmış olsa da ceza kanunlarında yer bulamamıştır. Bu sebeple anayasal organlara karşı işlenen suçlarda da olsa ceza hukukun temel ilkelerinden vazgeçilmemesinin önemli olduğunu vurgulamak gerekir. 

VI-Türkiye’de Darbeler ve Ceza Hukuku

Türkiye’de anayasal organlara karşı işlenen suçlar, tek tek alınacak olsa çok kapsamlı ve hacimli bir eser ortaya çıkacaktır. Bu sebeple aşağıda sadece belli başlı darbeler ve meseleler üzerinde durulacaktır.

1-27 Mayıs 1960 Darbesi

27 Mayıs 1960 darbesi ülkemizde ilk tecrübe edilen darbedir. Bu süreçte anayasal organlar bir kısım askerî güçler tarafından ele geçirilmiş ve seçilmiş meşru başbakan ve bazı bakanlar adına yargılama dedikleri bir tiyatro sonucunda idam edilmiştir. Bu acı tecrübeden yıllar sonra Adnan Menderes’e toplum nezdinde iadei itibar yapılarak, tarih nezdinde yargılanarak hesap sorulabilmiştir. Bu dönemde ceza hukukun en temel ilkeleri çiğnenmiş ve maalesef birçok meşhur hukukçu da Millî Birlik adlı komitenin emrinde ilim heyetlerinde yer alarak bu katliam niteliğindeki sürece ön ayak olmuştur. Aşağıda yer alan 15 Sayılı Kanun’un 3’üncü maddesi ile Ceza Kanunu geriye yürütülmüştür.

Daha üzücü olan bir durum ise Ceza hukukçuları bu dönemde gazetelerde yazdıkları yazı ile bu hukuk katliamını savunmuşlardır. Aşağıda Baha Arıkan ve Çetin Özek’in yazılarını görebilirsiniz.

Her hukuksuzlukta olduğu gibi 27 Mayıs’ta yaşanan hukuksuzluklar da bir dönem sonra gazetelerde eleştirilmeye başlanmıştır. Aşağıda bu yazı görülebilir. 

Görüldüğü üzere, bu dönemde bazı ceza hukukçuları işlenen hukuk katliamını meşru göstermeye çalışırken Ord. Prof. Dr. Tahir Taner gibi bazı hukukçular ise güç karşısında eğilmemiş ve temel hukuk ilkelerinden taviz verilmesine karşı durmuşlardır. 

2-12 Eylül 1980 Darbesi

12 Eylül 1980 darbesi, anayasal organlara karşı işlenen ve başarıya ulaşan bir suçtur. Suçun tamamlanmış olması suç bakımından bir cezasızlık hâli değildir. Teşebbüs hâli cezalandırılan suç yorumda evleviyet ilkesi gereği tamamlanmış hâli de cezalandırılır. Ancak anayasal organlara karşı işlenen suçlarla etkin mücadele gereği, 12 Eylül 1980 darbesi ile daha iyi anlaşılmıştır. Çünkü yönetimi ele geçiren failler, keyfi şekilde kendilerini yargılamaktan koruyabilmektedir. Aşağıda ifade edildiği üzere, insan bu süreçte keyfi şekilde idam edilmiştir. Ortada hukuken bir yargılama olmadığı da birinci ağızdan ifade edilmiştir. 

1980 Anayasasına geçici 15. madde eklenerek darbeciler kendilerini yargılanmaktan korumaya çalışmıştır. Oysa bu madde zamanaşımını durdurduğu için daha sonra kaldırılmış ve failler yıllar sonra da olsa bu ağır suçun yaptırımı ile karşı karşıya kalmıştır. Aşağıdaki görselde buna ilişkin ayrıntılar verilmiştir. 

3-28 Şubat Darbesi

28 Şubat darbe girişimi Türk tarihi bakımından çok önemli izler bırakmıştır. Askerî vesayet siyasi iktidarı baskı yoluyla görev yapamaz hâle getirmiştir. Meşru siyasi iktidar gayrimeşru yollarla engellenmiştir. Bin yıl etkileri sürecek denen bu darbe girişimi kısa zaman sonra şartların değişmesi ile yargılama konusu olmuş ve failler cezalandırılmıştır. Bu süreç bakımından en önemli husus, bir daha aynı acı tecrübeler yaşamamak için cezaların infazının tavizsiz şekilde icrasıdır. 

Aşağıda basında yer alan bir kısım görsellere yer verilmiştir. 

4-15 Temmuz Hain Darbe Girişimi

15 Temmuz 2016 yılında yaşanan hain darbe girişimi diğer darbelerden farklı olarak, askerî hiyerarşi içinde değil, bir terör örgütü faaliyeti olarak icra edilmeye çalışılmıştır. 15 Temmuz hain darbe girişimi birçok yönüyle toplumda tartışıldığı için aynı konular üzerinde durmayacağız. Ancak bu süreçte  14.7.2016 tarihinde gerçekleştirilen bir kanun değişikliğine dikkat çekmek istiyoruz. 5442 Sayılı İl İdaresi Kanun 11’inci maddesi değişikliği 14 Temmuz 2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış ve toplumsal olaylar bakımından olay yerindeki en rütbeli askere sevk ve idare görevi verilmiştir. Bu kanun hâlâ yürürlüktedir. Kanaatimizce bu yetki o ilin emniyet müdürüne verilmelidir. Bu askerî kalkışmalar için bir zemin niteliği kazanabilir. 

15 Temmuz hain darbe süreci ile bahsedilmesi gereken bir başka husus bir Whatsapp grubu üzerinden yönlendirilmesidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi teknolojik gelişmeler ceza ve ceza muhakemesi hukuku bakımından yakından takip edilmeli, gerekli müdahaleler için kanuni düzenlemeler yapılmalıdır. 

Sonuç

1) Anayasal organlara karşı işlenen suçlarla (darbe suçları) mücadele bakımından ceza hukuku son derece önemlidir. Ceza hukuku yaptırımları bu suçlar bakımından ağır olmalı ve caydırıcı olması için tavizsiz şekilde uygulanmalıdır. Bu bağlamda 28 Şubat davasında mahkûm olan faillerle ilgili cezaların af veya çeşitli yollarla kaldırılmaması gerektiği kanaatindeyiz. 

2) Terörle mücadele kanunu gerek anayasal organlara karşı işlenen suçlarla (darbe suçları) gerekse terör suçları ile mücadele edebilmek için 1991 tarihli Terörle Mücadele Kanunu yeterli değildir. Mukayeseli hukuktaki örnek kanunlar da göz önünde bulundurularak, teknolojik seviyemize uygun bir kanun hazırlanmalıdır.

3) Darbelere zemin hazırlanması bakımından TCK’nın 215’inci maddesinde düzenlenen suçu ve suçluyu övme suçu etkin şekilde uygulanmalı, darbe suçlarının ve faillerinin övülmesi daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâl kabul edilmelidir.

4) Düşman ceza hukuku gibi kavramlar, temel insan hak ve hürriyetleri ile bağdaşır nitelikte olmadığından uygulanmamalı, yargılamalar evrensel insan haklarına uygun standartlarda gerçekleştirilmelidir. 

5)  5442 Sayılı İl İdaresi Kanun 11’inci maddesi değiştirilmeli ve maddede en rütbeli askere verilen yetki o yerin emniyet müdürüne verilmelidir. 

Daha Fazlası

SON EKLENENLER