“Ben sanki o gün, bir tehdit arz etmiş gibi lanse edildim. Hâlbuki Türkiye’de kadınlarımızın yüzde 69’u -ki bu kadın nüfusunun yarısından daha fazlasıdır-, başını örtmektedir. İşte o noktada rejim aslında, ‘biz nerede hata yaptık’ demeye başladı. Belki de rejimin bu sosyal mühendislik projesi ve onun başarısızlığıyla, zayıflıklarıyla, handikaplarıyla ilk defa yüzleşmesi bu denli ani bir şekilde Kavakçı olayıyla oldu. Toplumsal olarak ve aynı zamanda dünyanın gözü önünde bu denli ani bir yüzleşmeyle ilk defa karşı karşıya kaldılar; ve bu da tam bir şok etkisi yarattı. Bunu kamusal alan açısından değerlendirirsek ve sosyolojik ve psikolojik okumasını yapıp olayı bu sosyal mühendislik ve modernizasyon projesine bağlantılandırırsak şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalırız: Rejim ‘modern’ Türk kadını ve erkekleri –hâşâ- yaratmak istedi. Proje budur. Ortak dili, ortak geçmişi, ortak bir ahlak anlayışı, Müslüman-Sünni-Hanefi geleneğine bağlı, Türk-İslam sentezinin bir ürünü olan nev-i şahsına münhasır bir toplum üretmek istendi. Bu mühendislik projesi çerçevesinde kimseye Müslüman olmayın denmiyor. Hayır, bilakis hepiniz Müslüman olacaksınız deniyor; çünkü homojen bir toplum oluşturulması anlamında o birleştirici İslami tradisyondan istifade etme gücünün de farkında rejim. Bu kadar da akıllıca ve sofistike bir plan. Yani Müslüman olacaksınız deniyor; ancak devletin uygun gördüğü çerçeve içerisinde diye de ekleniyor. Yani ancak devletin çizdiği sınırlar içerisinde yaşayabilirsiniz; bunun dışına çıkamaz, çıkarsanız cezalandırılırsınız da deniyor.”
…
“Bunu devlete bir saldırı olarak değerlendirdiler. Laik, Kemalist devletin varlığına, Kemalist enterprise diyeceğimiz o varlığa bir tecavüz, onun kutsiyetine bir saldırıymış gibi değerlendirdiler ve biraz da bilinçaltı okuması yapabilirsem, ki Türkiye’de bu çok yaygındır, ‘senin gibi giyinmiş bir kadın ne cüret, ne cesaret!’le cevap verdiler. Bir güç paylaşımı ve iktidar kavgası var burada. Bence o öfkenin ardında asıl o yatıyor. Oryantalist bir tavır ile biz biliriz, biz yaparız bakış açısına sahipler. Oryantalizm’in Türkiye’deki uzantılarının feryadı idi o gün yaptıkları. Yani, modernizasyonu size biz getirdik; biz sizi değiştirecek, dönüştürecekken, bizim bu gayretimize rağmen siz nasıl oldu da dönüşmediniz durumu. Aslında benim yetiştiğim arkaplana baktığınızda o periferiyi temsil ettiğim de pek söylenemez. Orta sınıf akademisyen bir aileden geliyorum; ama bir taraftan da cumhuriyet projesinin zayıflığını ortaya koyan bir örnek oluyorum. Çünkü bu cumhuriyet projesi, bir taraftan İslam’ı, taşıdığı çimento, yapıştırıcı özellik sebebiyle burada yani merkezde tutarken, bir taraftan özelleştirerek dört duvar arasına, özel alana hapsederken, bir taraftan da o periferide tuttuğu insan prototipi üzerinden yaptığı ikili okumayla kendini meşrulaştıran bir yapıya sahip. Yani Cumhuriyet’in modernizasyon projesini üstlenen beyaz Türk, zenci Türk’ün varlığı sağlanmadan kendi var olamıyor. Beyaz Türk’ün hayatını idame ettirebilmesi ve elinin altındaki tüm imkânlardan istifade edebilmesi için onun beyazlığının bir daha ve defaatle teyit edilmesi, yeniden üretilmesi gerekiyor. O beyazlık da son derece görece bir kavram hiç şüphesiz; varlığının teyidi için bir zenciye ihtiyacı var. Burada ikinciyi başörtülü kadın temsil ediyor. Rejimin gözünde ona ayrılan yer ise periferi. Onun için sizi periferide tutmak istiyor. Demirel zamanında, ‘başörtünüze karışan mı var; evinizde örtüyorsunuz ya’ diye bir söz atmıştı ortaya. Çünkü periferide örtmene karışmıyor, bir de evde örtünmene karışmıyor ve hatta örtmeni istiyor. Oradan da ayrıca istifade ediyor; zira homojeniteye hizmet edecek ortak moraliteyi muhafaza etmek istiyor. Benim Meclis’te yaşadığım olayda ‘sen ne hakla, ne cüretle buraya geliyorsun?’ sorusunu soruyor.”