Darbelere karşı olmak gibi aksi düşünülmeyecek konularda konuşmak kolaydır. Sorsanız herkes darbelere karşı olduğunu söyler. Peki öyleyse niye bu kadar çok darbe ve girişimiyle karşı karşıya olmaktan mütevellit yoğun bir tecrübe edindik.
12 Eylül darbesi siyaset kurumunu tümüyle ortadan kaldırırken diğer darbeler sadece iktidara yönelik olup diğer partileri hedeflememişti. Bu yüzden bu tür girişimlerde bir darbenin sıfatına, ideolojisine bakmaksızın ilkesel bir tutum almak önemlidir. “Kimler yaptı acaba?” diye hayırhah bir tavır kabul edilemez.
Darbelere karşı siyasi tutum konusunda uzun uzadıya tafsilata gerek yoktur. Darbe öncesi net bir tutum almak, darbe olursa itiraz etmek, ardından da sivil bir demokrasi için mücadele etmek gerekir.
Aslında darbeciler iktidara geldiklerinde ne yapacaklarsa tersini yapmak, yani onlar siyasetin alanını daraltıp, toplumu karantinaya alıp, deli gömleği giydireceklerine göre, bunun tam tersine siyasetin ve özgürlüklerin alanını genişletmek tek çıkış yoludur.
Özgürlükler kötüye kullanılır diye özgürlüklere karşı tutum alınamaz. Özgürlükleri savunmak başkasının özgürlüğünü savunmaktır. Siyaset ötekine ulaşmayı gerektirir. Başkalarını ötekileştirmekle ve ötekiyle ilişki kuramamak patolojik bir durumdur. İktidarıyla muhalefetiyle demokrasinin ortak paydasında buluşmak önem taşır. Darbeler nedeniyle tabii ki sivil iktidarlar eleştirilemez ama yaşadığımız deneyimlerden dersler çıkarmaya engel bir durum yoktur.
50’li yıllarda çoğunluk sistemi olmasaydı DP-CHP ilişkisi nasıl gelişirdi, kestirimde bulunmak kolay değildir. Menderes’i gözaltına alan Muhsin Batur’u, 12 Mart’ın generali Faik Türün’ü cumhurbaşkanı adayı gösterip, 114 defa tur yapılması nasıl bir akıl tutulmasıdır. CHP ve AP bu konularda ortak tutum alsalardı tarih nasıl gelişirdi bilemiyoruz.
Popper de yanlışlanabilirlik ilkesini anlatırken bir öğrencisinin “yanlışlanabilirlik yanlışlanabilir mi?” diye sormasına çok sinirlenir. Ama dünyanın her yerinde üniversiteler, eleştirel düşüncenin mekânları olmak durumundadır.
Eleştirel düşüncenin teminat altına alınması darbelere karşı en büyük sigortadır. Darbeci zihniyet “politikanın politikacılara bırakılamayacak kadar ciddi bir iş olduğu” mottosuna dayanır. İyi de halkın iradesini esas almayan bir yaklaşımı ciddiye almak mümkün müdür? Darbeler her türlü idari, siyasi dönüşümü sağlayabilir, ama toplumsal dönüşümleri uzun vadede gerçekleştiremezler. O yüzden siyasi partilerimizin kolektif akıl olarak iç demokrasiyi yaşatması önemlidir, yeter ki kolektif akılsızlığa dönüşmesinler.
Partilerimiz aynı zamanda bir okul, bir hafıza merkezleridir. Üniversitemizin mezunu Orhan Pamuk son romanı Veba Geceleri’nde saray darbelerini uzun uzadıya anlatıyor. Ama sanırım Bab-ı Ali baskınında İttihat Terakki darbesine karşı net bir tutum almak gerekir. “Onlar ecdadımızdı” diyerek konu örtbas edilemez. Böyle bir topyekün tarih güzellemesi eğilimi sezinliyorum. Darbede alnının ortasından vurulan Harbiye nazırı Nazım Paşa “ecdadımız değil miydi?” diye sorarlar sonra.
Gorbaçov zamanında da tarihe eleştirel bakmayı hedeflenmişken, Yeltsin ve Putin’le beraber “Çar da bizim, Stalin de” diye bir güzelleme başlamıştı. Tarihi bir elekten geçirme işi ihmal edilmemelidir.
Yarın seçim olsa ne olur bilmiyoruz. Bu iyi bir şeydir, Çin Komünist parti yöneticilerinin ise seçilmek gibi bir kaygısı yoktur, Suriye’de %95.6 oy alan Esat’ın olmadığı gibi.
Bugün cumhuriyetin 100. yılında demokratik bir cumhuriyet hedefinde buluşmak önem taşıyor. Cumhuriyet ancak demokrasilerde denetlenebiliyor. Seçim sisteminden siyasal partiler yasasına siyasetin bütün renklerinin görüşü önem taşır. Kimse kimseye meşruiyet sorgulaması yapmamalıdır. Partilerimiz demokrasinin vazgeçilmez unsurudur, özelleştirilemez, kamulastırılamaz, dikey ilişkiler değil yatay ilişkiler egemen kılınmalıdır. Oyunun kuralları birlikte inşa edilmelidir. 15 Temmuz sonrası merkez yeniden inşa ediliyorsa bu birlikte tasarlanmalıdır. 15 Temmuz darbe girişimine de 15 Temmuz sonrası otoriter uygulamalara da birlikte tutum alınabilir. Birini diğeriyle tokuşturmadan ilerlenebilir.
Darbeler kamu yararını tesis etmek iddiasıyla hareket eder ama kamusal alanı tahrip ederler, çünkü kamusal alan müşterek alandır, bürokrasinin keyfiliğine tabi olamaz. Siyasi selefiliğin yani bağnazlığın sağı solu olmaz, uzak durulmalıdır. Gandhi, “takipçilerime yetişmeliyim” derken çok anlamlı bir siyasal stili ima ediyordu.
1980 darbesi sonrası 1981’de Atatürk yılı ilan edilmişti. Bugün de “Mustafa Kemal, ne derse o” demeyi marifet sanan, Atatürk’ün sohbet masasında olsalar ve kendilerine sorulan bir soruya “siz ne derseniz odur” yanıtını verseler, herhâlde o sofralardan kovulurlardı. Darbeciliğe karşı mücadele siyasi havariliğe karşı da mücadeleyi gerektiriyor.
Darbelere karşı uluslarararası sempozyum, 15 Temmuz darbe girişiminden birkaç ay önce yapıldığında, “bu saatten sonra darbe mi olur?” diyorduk. Hayat bize aslında olamayacağını da gösterdi. Ama unutmayalım ki darbeciler genellikle pişmanlık beyan etmiyorlar. Kenan Evren ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılınca bunun caydırıcı olacağını düşünmüştük. Talat Aydemir’den Madanoğlu’na 28 Şubatçılara hiçbiri pişman olmadı.
Siyasette ABD, AB, Rusya, Çin, İran merkezli değil Türkiye merkezli bakalım ama Türkiye’nin de çoğulculuğunu ve çeşitliliğini hep gözetelim. Darbelerde hep bir küresel dış dinamik, siyasi mühendislik bulunuyorsa, kendi ayaklarımız üzerinde durmayı bilelim, ama sol ve sağ ayaklarımızla bunu yapalım ki tek ayak üstünde durmayalım. Siyaseten toplumu tarif etmek yerine toplumun çeşitliliğinden yola çıkarak siyaseti tarif edelim.
Mutluluğu geçmişte aramanın da sağı solu yoktur. Gelecek umudumuzu yitirdiğimizde geçmişe döneriz. Geleceği birlikte inşa etme hedefinden şaşmamalıyız. Bu temenniler – le hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.