Giriş
Türkiye Cumhuriyeti demokratik unsurlarını güçlendirdiği, askeri vesayet karşısında önemli adımları attığı günlerde ülkenin en kritik kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) kadrolaşmış Fethullah Gülen liderliğindeki terör örgütü FETÖ/PYD üyeleri tarafından 15 Temmuz 2016 tarihi akşam saatlerinde darbe girişiminde bulunulmuştur. O güne kadar ülkede darbeler karşısında önemli adımlar atılmış, askeri vesayetin gücü sonlandırılmıştı. TBMM bünyesinde tüm partilerin ve kamuoyunun da desteklediği “Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” ile ilk kez askeri müdahaleler masaya yatırılmıştır (TBMM, 2019). Darbe tehditleri karşısında atılan adımlara karşın, TSK bünyesinde bir grup tarafından darbe girişimi yapılmıştı. Darbe girişimi karşısında oluşan direnç darbenin başarıya ulaşmasını engellemiştir. ABD’nin rolü, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında en çok tartışılan hususlardan birisi olmuştur. Bu durum darbe girişimlerinde ABD’nin rolü olup olmadığı üzerine araştırma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Darbe girişimlerini ülkede ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında görmekteyiz. Darbe yönetiminin emekliye ayırdığı ve sayıları 5.000’e varan subay tarafından Emekli İnkılap Subaylar Derneği (Eminsu) kurulmuştu. Eminsu, tasfiye sonrasında verilen sözlerin tutulmadığı gerekçesiyle Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) karşı harekete geçmiş ve darbe girişiminde bulunmuştur. Bu darbe girişimi planlama sürecinin aksine Harp Okulu karşısında birkaç ailenin katılımı ile gösteri halinde gerçekleşse de ülkedeki ilk darbe girişimi olarak tarihe geçmiştir. Kapsam olarak sınırlı kalan Eminsu Darbe Girişimi, ABD’nin süreçte ne kadar etkili olduğunun da ilk izlerini taşımaktadır. ABD Türkiye Büyükelçiliği Askeri Ataşesi ile görüşen bazı subaylar darbe girişimi için yardım istediği belgelere yansımıştır. Askeri Ataşe görüşmeyi ABD Büyükelçisi’ne ve CIA’ya bildirmiştir.
Eminsu Darbe Girişimi ile başlayan süreç, Talat Aydemir’in iki darbe girişimi ile devam etmiştir. Aydemir ve beraberindeki subaylar, 15 Ekim 1961 tarihli Milletvekili Genel Seçimi sonuçları karşısında askeri yönetimin devam etmesini savunmuştur. TSK’nın üst kademesinin ve MBK üyelerinin aksini savunması neticesinde Aydemir yeterli desteği bulamasa da tasfiye edilme endişesiyle kendisi gibi düşünen subaylarla harekete geçmiştir. İlki 22 Şubat 1962 tarihinde, ikincisi 21 Mayıs 1963 tarihinde iki darbe girişiminde bulunmuştur. Her iki darbe girişiminde de hükümet ABD’den yardım istemiştir. Eminsu Darbe Girişimi’nde olduğu gibi Talat Aydemir Darbe Girişimlerinde ABD gelişmeleri yakından takip etmiş ve hükümet yanlısı bir tutum sergilemiştir.
12 Mart 1971 Muhtırası’nın gerekçesi olarak görülen ve “9 Martçılar” olarak adlandırılan darbe girişimi diğer darbe girişimlerinden son derece farklıdır. Bu darbe girişimi daha planlama sürecinde sonlandırılmış ve uzun süredir planlanan 12 Mart 1971 Muhtırası için bir gerekçe olarak ileri sürülmüştür. TSK bünyesinde kurulan cunta Cemal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu’nun önderliğindeki sivil bir grupla ortak hareket etmiştir. Her ne kadar dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, 9 Martçılar arasında olduğunu reddetse de 9 Mart 1971 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’inde bulunduğu toplantıda harekât planı masaya yatırılmış, cuntanın genç subayları tarafından harekât emri beklenmişti. Harekât, Batur ve Gürler tarafından son anda engellenmişti. Böylece fikir aşamasında kalmış, eyleme geçmemiştir. Muhsin Batur ve Faruk Gürler, 12 Mart 1971 Muhtırası önündeki engelleri temizlemişlerdi. Muhtıra sonrasında 9 Mart harekâtı başından beri MİT ve Genelkurmay tarafından sıkı bir şekilde takip edildiği ortaya çıkmıştır. 9 Martçıların hazırlık sürecinde ABD ile temasa geçtiği ve destek istedikleri iddiaları ortaya atılmıştır (Gürkan, 1986; Birand vd., 2016; Batur, 1985).
Türkiye’de darbe girişimleri nitelik olarak birbirlerinden farklıdır. Eminsu Darbe Girişimi bir grup tarafından planlanmış ancak harekât çok zayıf kalmıştır. Talat Aydemir’in öncülüğünde başlatılan darbe girişimleri Edward Luttwark’ın (1996) belirttiği unsurlara göre hazırlanmış ancak ilgili birimlerin harekâttan önce bilgi alması ve ordunun üst kademesinin hükümetin yanında yer alması harekâtın kaderini belirlemiştir. Genç subaylardan oluşan cuntanın gerçekleştirdiği 27 Mayıs 1960 Darbesi ordu içinde emir komutaya büyük zarar vermişti. Bu nedenle 27 Mayıs 1960 sonrasında ordu içindeki cuntalara sert tepki gösterilmiştir. ABD’nin de buna paralel bir tavır sergilediğini görebilmektedir. ABD, genç subaylar tarafından gerçekleştirilecek bir darbenin Türkiye’yi Batı ekseninden ayıracağı endişesini taşımıştır (Kıyanç, 2020). 9 Martçılar ise fikir aşamasında kalmış ve 12 Mart 1971 Muhtırası’nı gerçekleştirenler tarafından müdahale nedeni olarak gösterilmiştir. Talat Aydemir Darbe Girişimlerinde en kritik noktalardan birisi Ankara Radyoevi olmuştur. Dönemin en önemli iletişim merkezi olan radyoevi bir süre darbecilerin eline geçse de kısa sürede güvenlik güçleri tarafından kontrol altına alınmıştır. 27 Nisan 2007 tarihinde bir başka kitle iletişim aracı olan internet kullanılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı resmi internet sitesinde yayınlanan bildiri ile Türkiye yeni bir darbe girişimi ile karşı karşıya kalmıştır. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından kaleme alınan metin sonrasında ABD, Türkiye’deki sivil hükümetin yanında tavır takınma da bekle gör politikası uygulamıştır. Bu durum Türk Hükümeti tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş, ülkedeki sivil yönetimin tutumu karşısında ABD tarafından gecikmiş destek mesajı verilmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetler içinde kadrolaşmış FETÖ/PYD terör örgütü üyeleri tarafından darbe girişimi gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan CNN Türk canlı yayınına görüntülü katılmış ve halkın sokağa çıkmasını istemiştir. Bu çağrı darbe girişiminin kaderini belirlemiştir. Türkiye tarihinde ilk kez halk sokağa çıkarak demokrasisine sahip çıkmıştır. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nde ABD’li isimlerin ve kuruluşların aktif olarak rol oynadığı görülmektedir. Dahası ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’in darbe girişiminin bir numarası olduğu nedeniyle iade talepleri ABD tarafından her defasında reddedilmiştir. Bu durum diğer darbe girişimlerinin aksine süreçte rol oynadığı iddialarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. ABD yönetiminin 27 Nisan 2007 tarihindeki muhtıra sonrasında olduğu gibi bekle gör politikası kapsamında sessiz kalması Türk Hükümeti tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Bu durum iki ülke ilişkilerini de olumsuz etkilemiştir.
27 Mayıs 1960 sabah saatlerinde radyodan okunan bildiri ile Türkiye darbe kavramı ile tanışmıştır. Bildiri de “Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız” ifadeleri ülkedeki darbeler ile dış güçlerin etkisi tartışmalarını da başlatmıştır. Bu anlayışla günümüze kadar her askeri kalkışma sonrasında ABD’nin etkisi hakkında birçok iddia ortaya atılmıştır. Çalışma da ABD’nin darbe girişimlerinde rolünün olup olmadığı, darbe girişimi sürecinde ve sonrasında tavrının ne olduğu sorularına cevap verilmektedir. Bu kapsamda ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA arşiv belgeleri başta olmak üzere dönemi aydınlatacak birinci el kaynaklar ile araştırma eserleri ele alınmaktadır. ABD Arşivlerinin araştırmacıların hizmetine sunulması için 25 yıllık bir süre geçmesi gerektiğinden 27 Nisan 2007 e-Muhtıra ile 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi bu arşiv belgeleri dışında ABD’nin tavrını ortaya koyan kaynaklar ışığında ele alınmaktadır. Her iki gelişme de yıllar sonra belirtilen arşivler ışığından yeniden ele alınacaktır.
Darbeler ve Dış Müdahaleler
Darbelerin ortaya çıkmasında her ne kadar ülkenin siyasi, ekonomik, toplumsal koşulları gibi iç nedenler olsa da, dış müdahalelerin etkisi son derece fazladır. Bir devletin bir başka devlette kendine yakın bir yönetimin başa geçmesi için darbeleri desteklemiştir. Böylece büyük devletlerin çıkarları doğrultusunda darbeler, dünyanın siyasi yapısının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Aşağıdaki tabloda gösterildiği üzere darbe girişimlerinde dış güçler sadece büyük devletler değil (Yunanistan’ın 1974 yılında Kıbrıs’ta gerçekleştirilen darbede etkin rol oynamıştır) komşu ülkelerinde bu süreçte etkin rol oynadığı görülmektedir. Tarihin birçok döneminde görülen dış müdahaleler Soğuk Savaş koşullarında daha da artmıştır. Araştırmalara bu durum yansımış ve birçok darbenin ardında Soğuk Savaş atmosferinde SSCB’nin ya da ABD’nin olduğu iddia edilmiştir. Ancak CIA tarafından hazırlanan ve aşağıda bulunan tabloda görüleceği üzere Soğuk Savaş yıllarındaki darbelerde ABD ve SSCB’nin yanı sıra başka devletlerde rol oynamıştır.
CIA tarafından hazırlanan raporun yanı sıra farklı çalışmalardan elde edilen bilgilere göre dış güçlerin etkin olduğu birçok darbe bulunmaktadır. SSCB etkisiyle yapıldığı iddia edilen Mısır (1952), Irak (1958), Peru (1968), Suriye (1966), Somali (1969), Libya (1969), Sudan (1969), Grenada (1979), Surinam (1980) darbeleri sonrasında bu ülkeler Doğu Bloğuna yaklaşmıştı. Doğu Bloğuna yakınlığı ile bilinen ülkelerden Irak (1953), Guatemala (1954), Irak (1963), Endonezya (1965), Cezayir (1965), Gana (1966), Mali (1968), Sudan (1971), Şili (1973) ve Ekvator Ginesi (1979 ) darbeleri sonrasında SSCB etkisini yitirmişti. Bu nedenle bu darbelerin ardından Batı Bloğu ülkeleri dolayısıyla ABD’nin olduğu iddia edilmişti (David, 1986, s. 3; Uribe, 1975; Gill, 2009; Kinzer, 2013).
CIA tarafından 1986 yılında hazırlanan raporda darbe ve darbe girişimlerinde yabancı devletlerin etkileri ve başarı oranları verilmiştir. Dış güçlerin yer aldığı darbe ve darbe girişimleri eksik olsa da müdahale şekilleri, başarı oranları ve örnekleri ile ön plana çıkmaktadır. Raporda belirtildiği üzere darbelerde dış yardımlar üç kısım olarak ele alınabilir. Tavsiye ve Cesaretlendirme, Personel Yardımı ve Materyal Yardımı başlıklarında toplanan müdahale şekillerinin ilk kısımda (Tablo 1) yabancı devletler darbe yapılacak ülkedeki darbecilerle temasa geçerek onları darbe konusunda ikna ve cesaretlendirmeye çalışmışlardır. Bu gibi darbelerde yabancı devletler olabildiğince arka planda kalmaya özen göstermiştir. Belirtilen şekilde 1955-1986 tarihleri arasında 11 darbe girişiminde bulunulmuştur. Bunlardan 7 tanesi başarılı olurken, dört tanesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. ABD’nin yanı sıra (6), Fransa (3), Doğu Almanya (1) ve SSCB (1) listede yer almıştı. Tavsiye ve cesaretlendirme yapılan darbeler aşağıda belirtilmektedir (CIA, 1986, s. 5):
Tablo 1: Tavsiye ve Cesaretlendirme
Müdahaleci Ülke | Darbe Yapılan Ülke | Tarih | Netice |
Doğu Almanya | Libya | 1980 | Başarılı |
Fransa | CAR (?) | 1981 | Başarılı |
ABD | Laos | 1973 | Başarılı |
ABD | Bolivya | 1984 | Başarılı |
ABD | Güney Vietnam | 1963 | Başarılı |
ABD | Güney Vietnam | 1965 | Başarılı |
ABD | Kamboçya | 1970 | Başarılı |
ABD | Güney Kore | 1961 | Başarısız |
Fransa | Libya | 1980 | Başarısız |
Fransa | CAR (?) | 1982 | Başarısız |
SSCB | Sudan | 1971 | Başarısız |
İkinci kısımda ise daha etkili bir yöntem olan personel desteği bulunmaktadır. Başarı oranının yüksek olduğu bu yöntemde yabancı devlet darbe girişiminde aktif rol oynayarak darbecilere personel desteği vermektedir. ABD gibi ülkeler özel eğitim verilmiş askeri ve diplomatik elemanların darbe yapılacak ülkelerde kritik görevler almalarını sağlamalarının yanı sıra darbecilerin yanında yer alarak onlara destek vermiştir (Gill, 2009). Bu yöntem yabancı devletlerin en çok kullandığı yöntem olmuştur. Başarı oranının yüksek olduğu yöntemde ABD’nin yanı sıra Küba, Fransa, İngiltere, Mısır, Yunanistan, Senagal ve ordu içindeki yabancı paralı askerler darbe girişimlerinde rol alarak aşağıda belirtilen ülkelerde darbelerin başarıya ulaşmasını sağlamıştır (CIA, 1986, s. 5).
Tablo 2: Personel Yardımı
Müdahaleci Ülke | Darbe Yapılan Ülke | Tarih | Netice |
Küba | Kongo | 1966 | Başarılı |
Küba | Angola | 1977 | Başarılı |
Fransa | Gabon | 1964 | Başarılı |
Senegal | Gambiya | 1981 | Başarılı |
ABD | Dominik Cumhuriyeti | 1965 | Başarılı |
ABD | Dominik Cumhuriyeti | 1965 | Başarılı |
ABD | Dominik Cumhuriyeti | 1966 | Başarılı |
İngiltere | Umman | 1970 | Başarılı |
Mısır | Kuzey Yemen | 1962 | Başarılı |
Fransa | CAR (?) | 1979 | Başarılı |
Yunanistan | Kıbrıs | 1974 | Başarılı |
Mercenaries (Paralı Askerler) | Komorlar | 1975 | Başarılı |
Mercenaries (Paralı Askerler) | Komorlar | 1975 | Başarılı |
Mısır | Suriye | 1961 | Başarısız |
Mercenaries (Paralı Askerler) | Benin | 1977 | Başarısız |
Mercenaries (Paralı Askerler) | Seyşeller | 1981 | Başarısız |
Yabancı devletler bu iki yöntemin yanı sıra darbe girişimlerinde materyal yardımında bulunmuştur. Yabancı devletler hedefteki ülkedeki darbecilere para, silah ve donanım olarak destek vermişlerdir. Başarı oranının zayıf olduğu bu yöntemde de ilk kısımda olduğu gibi yabancı devletler perde arkasında kalmayı tercih etmiştir (CIA, 1986, s. 5).
Tablo 3:Materyal Yardımı
Müdahaleci Ülke | Darbe Yapılan Ülke | Tarih | Netice |
ABD | Dominik Cumhuriyeti | 1962 | Başarılı |
ABD | Etiyopya | 1960 | Başarılı |
Suudi Arabistan | Kuzey Yemen | 1974 | Başarılı |
ABD | Brezilya | 1964 | Başarılı |
İran | Irak | 1970 | Başarısız |
Libya | Nijer | 1976 | Başarısız |
Libya | Sudan | 1976 | Başarısız |
Libya | Kuzey Yemen | 1978 | Başarısız |
Fas | Moritanya | 1981 | Başarısız |
Suudi Arabistan | Kuzey Yemen | 1979 | Başarısız |
Bu yöntemler kimi zaman tek başına kullanıldığı gibi beraber kullandığı da görülmektedir. Bunun yanı sıra bir ülke yerine birkaç ülkede müdahalede bulunmuştur. Buna örnek olarak Sudan (1971) meydana gelen başarılı darbede Mısır ve Libya personel ve malzeme desteği vermiştir. Yine Güney Yemen’de (1978) meydana gelen başarılı darbede SSCB, Küba, Doğu Almanya ve Etiyopya personel ve malzeme desteği ile rol almışlardır (CIA, 1986, s. 5).
Eminsu Darbe Girişimi
27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında atılan ilk adımlardan birisi de TSK bünyesinde emeklilik çalışmalarıdır. Emeklilik çalışmaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında birkaç kez gündeme gelmesine karşın nihai adım 27 Mayıs 1960 Darbesi ile atılabilmiştir. Böylece yıllardır tartışma konusu olan subay sayısı azaltılmış ve atılacak adımlara karşı doğabilecek muhalefet ortadan kaldırılmıştır. Darbenin hemen sonrasında kapsamlı bir tasfiye yaşanmıştır. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Genelkurmay Başkanı olan Ragıp Gümüşpala dâhil 235 general ve yaklaşık 5.000 subay emekli edilmiştir (emekli edilen subay sayılarında farklı rakamlar verilmektedir, ancak araştırma da yaygın olarak verilen 5.000 sayısı kullanılmaktadır). NATO bunca subayın emekli edilmesinin perde arkasında etken güçtür. İkinci Dünya Savaşı yıllarında subay sayısındaki hızlı artış savaş sonrasında ordu yapısında sorunlara neden olmuştur. NATO, TSK’nın piramit şekilde olmasını istemiştir. Buda birçok subayın emekli edilmesiyle sağlanabilirdi. MBK radikal adım atarak NATO’ya ve dolayısıyla ABD’ye mesaj vermiştir. Kısa sürede bunca subayın emekli edilmesi tartışmalara neden olmuştur. Bunun bir sonucu olarak emekli edilen subaylar tarafından Eminsu Derneği kurulmuştur. Böylece subaylar mağduriyetlerini ortaya koymada örgütlü bir yapı haline gelmişlerdi (Türkeş, 2000, s. 171; İleri, 1986, s. 14; Küçük, 2008, s. 112; Kıyanç, 2020, s. 70).
Eminsu Derneği’nin bazı üyeleri İstanbul’da bir dizi toplantı gerçekleştirmiş ve darbe planı yapmıştır. 14’ler Olayı olarak adlandırılan tasfiye sonrasında MBK bünyesindeki güç kaybından ve Yüce Adalet Divanı yargılamalarının oluşturduğu gergin ortamdan faydalanmak istemişlerdi. Yargılamalarda Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un da bulunduğu isimler hakkında idam cezası istenmişti. Yüce Adalet Divanı yargılamalarının başlaması ülke gündeminde ilk sırada yer almıştır. Eminsu Derneği üyeleri, Yüce Adalet Divanı’nın Menderes ve Bayar hakkında idam kararı vermesi durumunda İzmir ve Aydın civarında bir halk ayaklanmasının çıkabileceğini, Erdelhun’un idam edilmesi durumunda orduda derin bir rahatsızlığa neden olacağını öne sürmüşlerdi. Bu ortamdan faydalanmak için MBK’ya karşı darbe girişimine karar vermişlerdi. Eminsu Derneği üyeleri darbe girişimi için destek arayışlarına girmişlerdi. Bu kapsamda ABD Askeri Ataşesi ile görüşen grup, darbe planını iletmiş ve destek istemişlerdi. ABD Askeri Ataşesi, görüşmenin tüm detaylarını CIA yetkileri ile paylaşmıştı. Görüşme MBK’ya da bildirilmişti. CIA görüşme sonrasında yaptığı değerlendirme de harekâtın kanlı olabileceğine karşın başarılı olamayacağını ön görmüştü. MBK’nın darbe planından haberi olduğunun altını çizmiştir (CIA, 1960a, s. 4-5).
MBK, Eminsu Derneği üyelerinin hareketlerini yakından takip etmiş, harekete geçmelerini beklemişti. 24 Aralık 1960 tarihinde harekete geçileceği istihbaratı üzerine kritik yerlere gerekli bilgiler verilmişti. Bu yerlerin başında Harp Okulu gelmekteydi. Harp Okulu komutanı Talat Aydemir ile görüşen Cemal Madanoğlu kalkışma konusunda bilgi vermiş ve gerekli önlemler almasını istemiştir. 24 Aralık 1960 akşam saatlerinde Harp Okulu önüne gelen küçük bir grup Eminsu Derneği üyesi ve aileleri gösteri yapmışlardı. Darbe girişimi küçük bir grubun Harp Okulu önünde eylemiyle sınırlı kalmıştır (Aydemir, 2010, s. 66-68).
Eminsu Darbe Girişimi beklenenin aksine küçük boyutlu olsa da MBK için önemli bir fırsattı. Darbe girişiminden hemen sonra ilk dalga da 65 kişi gözaltına alınmıştı. Muhaliflere yönelik kapsamlı bir gözaltı süreci başlamıştı. İkinci dalga da rejime karşı oldukları iddia edilen Ankara’da 150, İstanbul’da 100 kişi gözaltına alınmıştı. MBK’nın darbe girişimi sonrasında muhaliflere yönelik sindirme sürecinde en önemli destekçisi ABD olmuştur (CIA, 1960b, s. 2).
Talat Aydemir’in Darbe Girişimleri
Talat Aydemir, MBK kurucuları arasında yer almasına karşın Kore görevi nedeniyle 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde yurt dışında olduğundan darbede aktif rol alamamıştır. Aydemir döndükten sonra kritik bir görev olan Harp Okulu komutanlığı görevine getirilmiştir. Aydemir, MBK üyesi olmamasına karşın MBK ile gittikçe güçlenmişti. Harp Okulu komutanlığı görevinin yanı sıra MBK üyeleri ile sık sık bir araya gelerek atılacak adımlar için danışılan isimlerin başında gelmiştir.
Talat Aydemir’in asıl ön plana çıkması 14’ler Olayı olarak bilinen MBK’nın 14 üyesinin (radikaller) tasfiyesinden sonra olmuştur. MBK’daki görüş ayrılıkları darbenin hemen sonrasında ortaya çıkmış ve gelişmeler neticesinde derinleşmiştir. Ülke yönetiminin sivillere bırakılması konusundaki ayrışma yerini tasfiyeye bırakmıştı. Aydemir, Türkiye’ye döndükten sonra başta Alparslan Türkeş olmak üzere radikaller tarafından desteklenmişti. Radikallerin savunduğu fikirlere gönülden bağlı olan ve darbe girişimlerini de bu nedenle yapan Aydemir, 14’lerin tavsiyesine destek vermiştir. Böylece MBK bünyesinde oluşan güç boşluğunda daha etkin bir rol üstlenmeyi planlamıştır (Esin, 2005, s. 176; Akyaz, 2002, s. 140-147).
MBK bünyesindeki tavsiye Talat Aydemir’in ön görüsü gibi güç boşluğuna neden olmuştu. TSK bünyesinde yeni bir yapı şekillenmişti. Aydemir’in önderleri arasında yer aldığı Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB), Nisan 1961 tarihinde kurulmuştu. Yeni birliğin amacı MBK karşısında bir güç olmak değil onun destekçisi olmaktı. Ancak kısa sürede MBK üzerinde bir güç haline gelmişti (CIA, 1961a, s. 1-4; CIA, 1961b, s. 1-7: Aydemir, 2010, s. 69-71).
SKB, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay başkanlığında emir komutaya bağlı bir görüntüye sahip olsa da Talat Aydemir ve arkadaşlarının etkisi altındaydı. Bu nedenle “Albaylar Cuntası” olarak da adlandırılmaktaydı. SKB bünyesinde kırılma 15 Ekim 1961 Milletvekili Genel Seçimi ile yaşanmıştı. Demokrat Parti mirasından gelen Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin Demokrat Parti’nin oylarından fazla oy alması SKB bünyesinde rahatsızlığa neden olmuştu. Aydemir ve arkadaşları askeri yönetimin devam etmesini sivil yönetime geçilmemesi gerektiğini savunmaktaydılar. Ancak TSK’nın üst kademesi tam tersini düşünüyordu. Sunay, Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü’nün de başbakan olacağını belirterek ülkede bir an önce sivil yönetime geçilmesi gerektiğini belirtmiş, yeni siyasi yapıyı desteklemişti. 21 Ekim 1961 tarihinde hazırlanan protokolde TBMM toplanmadan feshedileceği kararlaştırılmışsa da ordunun üst kademesi tarafından engellenmişti. Aydemir’in çabaları Sunay’ın sivil yönetime geçiş desteği ile son bulmuştu (Akyaz, 2002, s. 178; Aydemir, 2010, s. 82).
Talat Aydemir yeni süreçte kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelerek yeni bir oluşumun temellerini atmıştı. 9 Şubat 1962 tarihinde Balmumcu toplantısında yapılan protokolde müdahale kararı alınmıştır. Harekâtın tüm detayları belirlenmiş, tarih net olarak belirtilmemişse de 28 Şubat 1962 tarihinden önce gerçekleşeceği yer almıştı (Aydemir, 2010, s. 91-92). Balmumcu toplantısı kamuoyuna sızması üzerine İsmet İnönü sert tepki göstermiş ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’dan toplantıya katılanların emekli edilmesini istemişti. Sunay emeklilik kararı yerine Aydemir ve arkadaşlarıyla görüşmüştü (İsen, 1964, s. 29-37). İnönü, Sunay’ın görüşmesine sert tepki göstermiş ve bu isimlerin derhal emekli edilmesini tekrarlamıştı. Sunay, görüşmelerden bir sonuç alamaması ve İnönü’nün baskısı nedeniyle toplantıya katılanların görev yerlerini değiştirmeye karar vermişti (İsen 1964, s. 39-40).
Talat Aydemir öncülüğünde müdahale hazırlıklarının sürdüğü günlerde ülke siyasetini gerginleştirecek bir gelişme yaşandı. Kayseri Cezaevinde bulunan Celal Bayar’ın hastalığı nedeniyle Ankara’ya nakli ve tedavisine karar verilmişti. Bayar’ın Ankara’ya gelişi muhalefet için tam bir güç gösterisi olmuştu. Askerin Celal Bayar’ın hastalığı nedeniyle Ankara’ya gelişine tepkisi gecikmemişti. Asker, Bayar’ın karşılanmasının rejime karşı bir ayaklanma olduğunu iddia ederek böylesine bir olayın kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Askerin sert tepkisi karşısında Bayar yeniden Kayseri’ye gönderilmişti (Kıyanç, 2020, s. 103-104).
Celal Bayar’ın Ankara’ya gelişinin gergin havası ve Balmumcu toplantısına katılanların görev yerlerinin değiştirilmesi, Talat Aydemir ve arkadaşlarını 22 Şubat 1962 tarihinde harekete geçmişti. Harekât merkezi Aydemir’in komutanlığını üstlendiği Harp Okulu olmuştur. Talat Aydemir’in darbe girişimi karşısında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel başta olmak üzere tüm siyasi partiler ve TSK’nın üst düzeyi yer almıştır. Cemal Gürsel başkanlığında Çankaya’da yapılan ve Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının da aralarından bulunduğu üst düzey toplantının yapıldığı sırada Çankaya Köşkü’nün güvenliğini sağlayan alayın kontrolü Aydemir destekçisi Fethi Gürcan tarafından bir süreliğine alınmıştı. Gürcan, Aydemir’i telefonla arayarak emir vermesi durumunda toplantıya katılanları gözaltına alabileceğini belirtmesine karşın Aydemir kabul etmemişti. Bu durum ülke demokrasisinin yeni bir yara almasına da engel olmuştu. Darbe girişimi ordunun üst kademesinin hükümet yanlısı tutumu neticesinde başarısızlıkla neticelenmişti (Aydemir, 2010, s. 103; Seyhan, 1966, s. 194).
ABD, 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Türkiye’nin biran önce sivil yönetime geçmesini desteklemişti. Bu kapsamda ülkenin seçim sürecinde gelişmeler ve SKB’nin tutumu ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA tarafından yakından takip edilmişti. ABD belgelerinde Talat Aydemir ismi darbe girişiminden aylar önce darbeci olarak yer almıştı. ABD, Türkiye’de yeni bir askeri yönetime sıcak bakmıyordu. Genç subayların emir komuta dışında hareket etmesi nihayetinde Mısır’da Nasır darbesinde yaşanan süreçte olduğu gibi Türkiye’nin ABD ekseninden çıkabileceği endişelerini taşımıştır (CIA, 1960a, s. 4-5).
Talat Aydemir 22 Şubat 1962 tarihli darbe girişimi öncesinde ABD Ankara Büyükelçiliği müsteşarı Barneds’in evinde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Talbott ile görüştüğü Cüneyt Arcayürek tarafından iddia edilmiştir. Arcayürek görüşmede Aydemir’in darbe planını masaya yatırdığı ve bir nevi ABD’den izin almaya çalıştığını belirtmiştir (Arcayürek 1989, s. 72). Bu görüşmenin her ne kadar somut delili olmasa da ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerinde süreçle ilgili son derece önemli bir görüşmenin yapıldığı görülmektedir. Türkiye’de gerginliğin arttığı günlerde hükümet gerginlik karşısında ABD’nin tavrını ve tarafını öğrenmek istemişti. 27 Ocak 1962 tarihinde Ankara’da son derece önemli bir görüşme gerçekleşmişti. Dışişleri Bakanı Selim Sarper ile ABD’nin Ankara Büyükelçisi Raymond A. Hare görüşmesinde Sarper, darbe girişimi karşısında ABD’nin tavrının ne olacağını sormuştu. Büyükelçi Hare, Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ettiklerini ve sivil hükümetin yanında olduklarını açık bir şekilde belirtmiştir. Görüşmeden sonra Hare, Washington’a görüşmenin detaylarının yanı sıra hükümette destek verdiğini belirtmiştir (FRUS, 1963).
Talat Aydemir ilk darbe girişiminde başarısızlığa uğramış ve emekli edilmişti. Aydemir’in emekli edilmesine karşın ordu içinde genç subaylar arasında popülerliği devam etmekteydi. Bu kapsamda basının da yakından takip ettiği Aydemir, İstanbul ve Ankara’da subaylarla bir araya gelmekte yeni hareket için fırsat kollamaktaydı. Aydemir, 21 Mayıs 1963 tarihinde (21 Mayıs 1960 tarihinde Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşünü temsilen bu tarih seçilmişti) bir kez daha darbe girişiminde bulunmuştu. Aydemir’in bu hareketi gizli tutulmamış, hükümetten orduya birçok kişi tarafından bilinmekteydi. Bunun yanı sıra CIA’da Talat Aydemir’i yakından takip etmekteydi. 21 Mayıs 1963 tarihindeki ikinci darbe girişiminde asker ve siyaset hazırlıklıydı. Emekli olduktan sonra etkinliğini devam ettirmesine karşın Aydemir’in destekçileri büyük oranda azalmıştı. Bunun yanı sıra onu destekleyenler ya emekli edilmiş ya da pasif görevlere çekilmişti. Aydemir’in büyük umutlar bağladığı Harp Okulu öğrencileri ise darbe yapacak nitelikten çok uzaktaydı. Aydemir’e destek veren birliklerin 21 Mayıs 1963 gecesinde radyoevini kısa bir süreliğine kontrol altına alması dışında herhangi bir başarı gösterilmemişti. Bunun yanı sıra destekçilerinin bazıları harekât saatlerinde taraf değiştirmişti. Hava Kuvvetleri’nin hükümet yanlısı tutumu Aydemir yanlılarının çözülmesine neden olmuştu. Sabah saatlerinde darbe tamamen engellenmiş, Talat Aydemir yakalanmıştı. ABD ilk darbe girişiminde olduğu gibi hükümeti desteklemişti. Darbe girişimi sonrasında CIA tarafından hazırlanan ilk raporda, Talat Aydemir’in ilk darbe girişimini ülkede oluşan gergin havanın bir sonucu olarak değerlendirmiştir. ABD’ye göre tüm önlemler alındığından darbe girişiminin başarıya ulaşması mümkün değildi. CIA göre darbe girişiminin ortaya çıkmasındaki en büyük nedeninin ülkedeki istikrarsızlıktı. Aydemir’in ordunun içinden desteksiz bu adımı girişiminin birkaç saat içinde bastırılmasına neden oldu. (CIA, 1963a, s. 2-3). CIA darbe girişimi sürecinin yanı sıra TSK bünyesinde İsmet İnönü’ye karşı bir tepkinin olduğunun altı çizmiştir. Her ne kadar darbe girişiminin kısa sürede engellenmesine karşın İnönü’nün fazla yumuşak ve yaşlı olduğu eleştirileri olduğuna dikkat çekmiştir. Bunun yanı sıra genç subaylar ile üst rütbeliler arasında da görüş ayrılıklarının derin olduğu ifade edilmişti (CIA, 1963b, s. 1-2).
Darbe girişimi sonrasında ikisi harp okulu öğrenci olmak üzere toplam sekiz kişi hayatını kaybetmiştir. Talat Aydemir ve beraberindekiler Mamak 1 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanmıştı. 7 Haziran-5 Eylül 1963 tarihleri arasında yapılan yargılama sonrasında sanıklara yedi idam, otuz müebbet ve çeşitli cezalar verilmişti. Fethi Gürcan ve Talat Aydemir’in idam cezaları onanmış, 5 Temmuz 1964 tarihinde Aydemir’in idamı ile bu dönem kapanmıştır (İsen, 1964, s. 202-203).
9 Martçılar (Madanoğlu Cuntası)
12 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının yayınladığı bildiri ile ülke bir kez daha askeri müdahale ile karşılaşmıştı. Önemli sonuçlar doğuran 12 Mart 1971 Muhtırası’nı yapanlar muhtıranın kabul görmesi için 9 Martçılar olarak adlandırılan TSK bünyesinde kurulan sol ideolojiye yakın cuntayı engellemek için müdahale edildiğini belirtmişlerdir. Bu cuntanın askeri ayağının yanı sıra sivil ayağı da olduğu ve darbe girişiminin engellendiği ifade edilmişti. Muhtıradan üç gün sonra cuntaya üye oldukları gerekçesiyle 3 general ve 8 albay ihraç edilmişti. Bu isimlerin ihracı sonrasında cuntaya üye oldukları gerekçesiyle birçok isim tutuklanmıştı. Cuntanın, Cemal Madanoğlu başkanlığında ve Doğan Avcıoğlu ideologluğunda kurulduğu iddia edilmiştir. Madanoğlu’nun yanı sıra MBK üyeleri Osman Köksal ve Numan Esin’in de cuntaya üye olduğu belirtilmişti. Cunta üyeleri bir süre Ziverbey Köşkü’nde işkence görmüş, Ocak 1973’te yargılamaları başlamıştı. Madanoğlu Davası olarak adlandırılan yargılamalarda sunulan iddianame Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) verdiği bilgileri barındırmaktaydı. İddianamenin ortaya çıkması üzerine 9 Martçılar’ın başından beri cunta da aktif olarak yer almış olan MİT görevlisi Mahir Kaynak tarafından takip edildiği ortaya çıkmıştır. Ocak 1973 tarihinde başlayan yargılamalar, Eylül 1974 tarihinde sona etmiştir. Yapılan yargılama da sanıklar beraat etmiştir (Takkeci, 1973; Selçuk, 2008; İlknur, 2012).
9 Martçılar olarak adlandırılan Madanoğlu Cuntası’nın varlığı tartışma konusudur. Cunta gücünden öte gösterilmiş ve 12 Mart 1971 Muhtırası’na neden olarak sunulmuştur. Cemal Madanoğlu başkanlığında Doğan Avcıoğlu’nun fikirleriyle şekillenen toplantılarda İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Altan Öymen gibi isimlerin katıldığı iddia edilmiştir. Asıl önemli olan husus ise 9 Mart 1971 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılan toplantıda gerçekleşmişti. Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıya Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler katılmış ve müdahale planı masaya yatırılmıştı. Celil Gürkan’ın anılarında ifade ettiğine göre Batur’un emiri doğrultusunda darbe planı hazırlanmış ve darbe sonrasında kimin hangi görevleri üstleneceği, yeni anayasa ve ülkenin nasıl yönetileceği hususunda tüm detaylar belirlenmişti. Gürkan’ın bu ifadelerine Muhsin Batur, böyle bir emrinin olmadığını belirterek yapılan hazırlıktan haberi olduğunu ve 9 Mart 1971 tarihinde yapılan toplantıda Gürler’in destek vermemesi üzerine müdahale planının rafa kaldırıldığını ifade etmiştir (Gürkan, 1986, s. 263-264; Birand vd., 2016, s. 205; Batur, 1985, s. 214-244).
Madanoğlu Davası İddianamesine göre 22 Şubat 1969 tarihli toplantıda darbe öncesinde ABD ile iletişim kurulup kurulmaması konusu gündeme gelmiş ve Madanoğlu darbeden önce ABD’ye veya SSCB’ye haber vermek gerekliliğini, ABD’yi kandırıp SSCB’den teminat almak gerektiğini ifade etmişti (Takkeci, 1973, s. 71). CIA’nın Türkiye’deki görevlilerinde Ruzi Nazar, 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan birkaç ay önce Cemal Madanoğlu’nun kendisini ziyaret ederek darbe için destek istediğini ve ABD’nin Türkiye’nin iç işlerine karışmadığını belirterek reddettiğini iddia etmişti. (Altaylı, 2016, s. 359).
Ruzi Nazar’ın iddiaları bununla sınırlı değil. Cemal Madanoğlu mahkemede Nazar’ın darbe konusunda ısrarcı olduğu yönündeki ifadelerini cuntanın arkasında SSCB olduğunu ve harekâtın başarısız olması durumunda SSCB’nin yönlendirmesi ile kendisine ve ABD’ye karşı ifade vermiştir (Altaylı, 2016: 360). Nazar’ın iddialarından ibaret olan ABD temasının karşısında harekâtın ABD karşıtı (antiemperyalist) yapısı göz önünde bulundurulmalıdır. 9 Mart 1971 tarihinde masaya yatırılan plan antiemperyalist bir yapı içermekte ve devrimci detaylara yer vermekteydi (Şen, 2014). Ülkenin gidişatı sol bir yapıya büründürülmesi amaçlanmıştır. Bu durum Soğuk Savaş yıllarındaki denge de ABD çıkarlarının aksine bir durum oluşturacaktı. Cuntanın her hareketi MİT ve Genelkurmay Başkanı tarafından yakından takip edilmiştir. Ölü doğan bu hareket, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında bahane gösterilerek birçok kişi tutuklanmıştır (CounterSpy, 1982, s. 20).
27 Nisan 2007 e-Muhtıra
Teknolojinin gelişmesi yeni kitle iletişim araçlarını ortaya çıkarmıştı. Radyonun yerini televizyon almış, internetin kullanımı kitle iletişimde çığır açmıştır. İnternet artık yaygın iletişim aracı haline gelmiştir. Artık iletişim tek elden veya tek merkezden değil birey tarafından yönetilebilmektedir. Bu dönüşüm Türkiye’de darbe girişimlerini de etkilemiştir. Türkiye, internet üzerinden hazırlanan bildiri ile 27 Nisan 2007 tarihinde e-Muhtıra ile karşılaşmıştır.
2007 yılı ülkede irtica-laiklik-türban tartışmalarının yoğunlaştığı, Cumhurbaşkanlık seçiminin, suikastların olduğu bir yıl olmuştu. Ak Parti’nin iktidara geldiğinden (2002) itibaren başlayan irtica tartışmalarının en yoğun yaşandığı yıl hiç şüphe yok ki 2007 yılıdır. Yeni Cumhurbaşkanı’nın seçileceğinden ötürü, Cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden tartışmalar alevlenmişti. Sert konuşmalara neden olan süreçte ana muhalefet lideri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal yaptığı bir açıklama da “ (Recep Tayyip) Erdoğan Cumhurbaşkanı olmamalı. Silahlı kuvvetler buna kayıtsız kalmayacaktır… Başbakan, Başkomutan olamaz. TSK ile uyumsuz birinin başkomutanlık yetkisini de kuşanan Cumhurbaşkanlığına oturması engellenmelidir” ifadeleri ile Cumhurbaşkanlığı seçiminin ana unsurlarından birisinin TSK olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’de 13 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nda yaptığı konuşma da “rejim” uyarısı yapmıştır. Türkiye bu tartışmaların gölgesinde 24 Nisan 2007 tarihinde Ak Parti Grup Toplantısında Cumhurbaşkanı adayının Abdullah Gül olduğunu kamuoyuna duyurmuştu. Cumhurbaşkanlığı tartışmalarında “rejim ve başkomutanlık” konularına ek olarak Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Anayasa’nın 102. maddesi gereğince seçimin yapılabilmesi için TBMM’nin üçte ikisinin hazır bulunması gerektiğini ifade etmesi nedeniyle “367 Şartı” getirilmiştir (TBMM, 2012, s. 1251-1253; NTV, 2019).
27 Nisan 2007 tarihinde Türkiye, TBMM’deki Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmişti. 367 Şartı’nın gölgesinde yapılan oylamada Ak Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül, 357 oy almıştır. CHP, Cumhurbaşkanlığı seçimini Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştü. Aynı gün saat 23.17’de Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından kaleme alınan BA-08/07 nolu basın açıklaması yayınlanmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir” ile başlayan basın açıklaması “TSK, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir” ifadeleri ile tamamlanmıştır. TSK başından beri süreci yakında takip etmişti. Gelişmeler karşısında harekete geçmiş ve açıktan müdahale edeceklerini belirtmiştir (TBMM, 2012, s. 1255).
E-Muhtıra yayınlanır yayımlanmaz ABD’den ilk açıklama ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried tarafından Brüksel’de yapılmıştı. Fried, Türkiye’de yaşanan sürece taraf olmadıklarını belirtmiştir. Fried’den sonra yardımcısı Matt Bryza Washington’da “ABD, Türkiye’deki anayasal süreçleri ve laik demokrasiyi destekler” ifadeleri ABD’nin süreci bekle gör politikasına göre değerlendirdiği ve hükümet ile TSK arasında seçim yapmaktan kaçındığını göstermektedir. ABD’nin bu açıklamaları karşısında hükümetin ABD’nin tavrının net olarak belirtmesi konusunda beklentisi ancak 2 Mayıs 2007 tarihinde karşılık bulmuştur. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice bir gezi sırasında Türkiye’de yaşanan gelişmeler hakkındaki soruya verdiği cevapta, “askerlerin anayasal sürece karışmaması konusunda AB ile aynı görüşte olduklarını” belirtmişti. Rice’tan sonra Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tom Casey konu ile ilgili soruya, “biz ordunun veya herhangi bir kimsenin anayasal sürece müdahale etmesini veya anayasal yol dışında ilave bir şey yapmasını istemiyoruz” cevap vermesiyle açıkça hükümetten yana olduklarını belirtmişti (Cindemir, 2019; TBMM, 2012, s.1259). ABD resmi kurumları geçte olsa Türkiye’de demokrasiye destek açıklamaları yapsa da ABD’nin Türkiye Maslahatgüzarı Nancy McEldowney, Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun ile görüşmüştü. Görüşmede McEldowney, TSK’nın tutumunu öğrenmeye çalışmıştı (Pehlivan ve Terkoğlu, 2012, s. 215).
15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi
Takvimler 15 Temmuz 2016 gösterdiğinde Ankara ve İstanbul’da bir dizi hareketlilik tespit edilmişti. Genelkurmay Başkanlığı’ndan 22:00’da silah seslerinin duyulması endişeyi artırmıştı. Ard arda resmi kurumlar ve önemli noktalarda askeri birlikler görülmüştü. Saat 23:05’i gösterdiğinde Başbakan Binali Yıldırım, bir televizyon programına telefonla katılarak “bir kalkışma girişimi” olduğunu duyurmasıyla ülke bir kez daha darbe olgusu ile karşılaşmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN Türk’teki yayına katılarak bir ayaklanma olduğunu duyurdu. Halkın sokağa çıkmasını istedi. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık yaptığı açıklamada kalkışmanın TSK bünyesindeki bir cunta tarafından yapıldığını duyurdu. Terör Örgütü FETÖ/PYD’ye üye TSK bünyesindeki bir grup 15 Temmuz akşamı darbe girişiminde bulunmuştu. Halk sokağa çıkarak demokrasisine sahip çıkmış, darbecilerle mücadele etmiş ve darbeyi engellemiştir. Halkın kararlı tutumu ülke tarihine ilk kez darbeye karşı direniş olarak geçmiştir. Türkiye tarihinde darbe ve darbe girişimlerinde halkın sessiz tutumu kırılmış ve demokrasinin varlığı korunmuştur. Darbe girişimi yaklaşık 22 saat sonra tamamen bastırılmıştı. Darbe girişiminde 251 kişi hayatını kaybederken, 2.194 kişi yaralanmıştır (Sade, 2019).
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında gözler bir kez daha ABD’ye çevrilmiştir. Ancak bu kez diğer darbe girişimlerinden farklıydı. İncirlik Üssü’nün darbe girişiminde rol oynaması, ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından, CIA’nın gölge kuruluşu olarak bilinen Stratfor’un Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Muğla-İstanbul uçuş koordinatlarını sosyal medya hesabından duyurması ve darbenin bir numaralı zanlısı FETÖ/PYD terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in ABD’de ikamet etmesi, ABD’nin darbe girişiminde rolünün olup olmadığı sorusunu gündeme getirmişti.
15 Temmuz gecesi darbe girişimi için havalanan uçaklara İncirlik Üssü’nden havalanan tanker uçağı tarafından yakıt takviyesi yapılmıştır. Uçakların üste görevli Albay Bekir Ercan Van’ın emriyle kalktığı tespit edilmiştir. Savcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Van gözaltına alınmıştı. Bu süreçte Van, ABD’nin üsteki yönetim binasına kaçmış ve bir süre ABD’nin üst görevlisi Albay John Walker ile görüşmüştü. Van’ın, Walker tarafından kaçırılma girişiminde bulunduğu iddiaları ortaya atılmıştı (Gök, 2019).
15 Temmuz gecesinde dikkat çeken bir başka gelişme ise bu kez ABD topraklarında gerçekleşmişti. ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından, CIA’nın gölge kuruluşu olarak bilinen Stratfor, 15 Temmuz gecesinde önemli bir skandala imza atmıştır. Stratfor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Muğla’dan İstanbul’a geliş koordinatlarını sosyal medya hesabından duyurmuştu. Devlet başkanlarının seyahat bilgilerinin son derece gizli tutulduğu göz önüne alındığında hele hele böylesine kritik saatlerde bu gizli bilginin deşifre edilmesi soru işareti oluşturmuştur. Stratfor’un bilgileri paylaşması bir hatadan ziyade planlı bir hamledir (Anadolu Ajansı, 2016).
Darbe girişiminin hemen sonrasında ABD’den gelen ilk tepkiler bir zamanlar ABD’nin kritik birimlerinde görev yapmış ve basın tarafından yakından tanınan isimlerden gelmişti. Daniel Pipes, Aaron David Miller ve Micheal Rubin gibi isimler FETÖ/PYD terör örgütü lideri Fethullah Gülen’i koruyucu tavır takınmışlardır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Adolf Hitler ve Stalin’e benzetmeye çalışarak hedef şaşırtmaya çalışmışlardır (Balcı ve Turan, 2017, s. 58-59). ABD basınında çoğunlukla Türkiye’deki darbe girişiminin FETÖ/PYD terör örgütü ile alakalı olmadığı tam tersine hükümet tarafından kurgulanan bir eylem olarak görülmüştür. Darbe girişimi olgusu üzerinden hazırlanan haberlerde dahi olgudan uzaklaşılarak Erdoğan’ı eleştirel bir tutum sergilenmiştir (Telci vd., 2017, s. 65).
Darbe girişimi sonrasında ilk resmi açıklama ABD Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından yapılmıştır. Kerry, Moskova’dan yaptığı açıklamada “barış, istikrar ve sürekliliğe” vurgu yapmıştır. Kısa süre sonra nihayet ABD Başkanı Barack Obama adına Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada olaylarda ölen veya yaralananlar arasında ABD vatandaşının olmadığı belirtilmiştir. Darbe girişimi sırasında hayatını kaybedenlerin yanlarında olduklarına, hukukun üstünlüğüne vurgu yapılarak Türkiye’deki “tüm kesimleri” kapsadığına dikkat çekilmiştir. Bu açıklamalar ile ABD bölgedeki en önemli müttefiki, NATO üyesi Türkiye’de yaşanan darbe girişimini görmezden gelmiştir. Açıklamalarda FETÖ/PYD terör örgütüne yer verilmediği gibi darbe girişimi ifadesi de yer almamıştır. “Tüm kesimler” ifadesiyle darbe girişimini gerçekleştirenleri meşru sayma çabasına girişilmiştir. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından hazırlanan raporda “Türk ordusunun unsurları ayaklanma girişiminde, güvenlik güçleri bunu önlemek için hareket geçiyor ve bazı binalar abluka altına alındı” ifadeleri kullanılmıştı. Görüldüğü üzere Ankara Büyükelçiliği raporunda da Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya paralel ifadeler kullanıldığı görülmektedir. John Kerry 18 Temmuz 2016 tarihinde Brüksel’de yaptığı bir başka açıklamada darbe girişimi ve FETÖ/PYD terör örgütü ifadelerine yer vermemiş, olay sonrasında hükümetin atacağı adımlara dikkat çekmiş, hukukun üstünlüğünü vurgulamıştır (Ataman ve Shkurti, 2016, s. 61-63; Reuters, 2019).
ABD’nin tartışmalı açıklamaları 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde ABD’nin haberi olduğu iddialarının ortaya atılmasına neden olmuştur. Bunun üzerine ABD Başkanı Barack Obama, Washington’da düzenlediği basın toplantısında iddiaları reddetmiş, ABD’nin darbe girişiminden haberi olmadığını belirtmiştir. Obama, Türkiye’de demokratik seçimle iktidara gelen hükümeti desteklediklerini, bunun aksine hareketlere karşı olduklarını açıklamıştır. Fethullah Gülen’in iadesi konusunda Türkiye’nin kanıt sunması gerektiğini belirterek, bu süreçlerin ABD yasaları çerçevesinde yerine getirildiğini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bu süreci söylediğini eklemiştir (DW, 2019a).
ABD Başkanı Barack Obama’nın açıklamaları 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında iki ülke arasında oluşan gergin havanın yumuşamasına neden olmuştu. Ancak bu durum kısa sürmüştü. Wall Street Journal’daki habere göre ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel’in Colorado eyaletinde bir güvenlik formunda Türkiye’de 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ABD ordusuna en yakın müttefiklerinin hapse atıldığı açıklaması iki ülke ilişkilerinin bir kez daha gerginleşmesine neden olmuştu. Votel, bu durumun Pentagon’un bölgedeki operasyonlarını olumsuz etkileyeceğini ifade etmiştir. ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper’de “pek çok muhatabımız tutuklandı ya da tasfiye edildi. Bunun ABD’nin Ortadoğu stratejisini gerileceğine ve zorlaştıracağına şüphe yok” ifadelerini kullanmıştı. Türkiye açıklamalara tepkisi son derece sert oldu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, açıklamaları talihsizlik olarak değerlendirirken gözaltına alınanların FETÖ/PYD terör örgütü ile ilişkiler olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da sert tepki göstererek bu açıklamalarla kendinizi açığa çıkarıyorsunuz ifadelerini kullanmıştır (Paletta, 2016; DW, 2019b).
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ABD’nin ikircikli tutumu nedeniyle iki ülke ilişkileri son derece olumsuz etkilenmiştir. Darbe girişimi sonrasında oluşan gergin havanın yumuşaması için ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford Türkiye’ye gelmişti. Joseph Votel açıklamaları ardından Türkiye’nin sert tepki göstermesi üzerine yaptığı açıklama da ifadelerinin yanlış anlaşıldığını belirtmişti (DW, 2019c). Dunford ziyareti kapsamında Başbakan Binali Yıldırım ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile görüşmüştü. ABD basınında yer tutan görüşmede Dunford, Türkiye’deki demokratik sistemi desteklediklerini belirtmiştir. 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni ülkesinin en güçlü şekilde kınadığını belirten Dunford, ziyaret amacının iki milletin dayanışmasının göstergesi olduğunu ifade etmiştir (DW, 2019d).
Türkiye ile ABD arasında yaşanan bir başka gerginlikte FETÖ/PYD terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in iadesi meselesiydi. Gülen, 1999 yılında tedavi için ABD’ye gitmişti. ABD’ye gittiği gidiş vizesiyle bir süre kaldıktan sonra oturma izni başvuruları yapmıştı. Başvuruları beraberinde örgüt tarafından yoğun lobi faaliyetlerine sahne olsa da FBI’nın olumsuz referansı nedeniyle ilgili kurumlardan bir türlü izin çıkmamıştı. FBI, Gülen’den kaygı duyuyordu ve bu kaygısını her defasında gündeme getiriyordu. FBI’nın bu tutumu nedeniyle Gülen’in avukatları yasal süreci işlemediği gerekçesiyle FBI Başkanı’ndan şikâyetçi olmuşlardı. Tüm baskılara karşın FBI geri adım atmamıştı. Örgüt, FBI karşısında CIA kartını oynamıştı. FBI’yı bir türlü ikna edemeyince yönünü CIA’ya çevirmişti. Lobi faaliyetleri yanıt vermiş ve aralarında CIA’nın eski Türkiye masa şefi Graham Fuller, CIA’nın eski Analiz Bölüm Direktörü George Fidas, ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz’inde bulunduğu üst düzey yetkililerden referans mektupları alınmıştı. Bu isimler bir anda örgütü öven ifadeleri ile tanınmaya başlamıştı. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında da örgüt lehine ifadeler kullanarak dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmışlardı. FBI bile bu destek karşısında Gülen hakkında olumlu rapor vermiştir. Böylece 2008 yılında Gülen yeşil kart sahibi oldu. Gülen’in ABD’ye yerleşmesi ülkedeki istihbarat örgütleri ile derin bağlantılar olduğunu göstermektedir. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) 1991 yılında Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği raporda CIA bağlantılarını ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Erzurum’da yerel mahkemenin kararını onaylarken, “15 Temmuz darbe teşebbüsünün daha önce de birçok kez yaşandığı üzere uluslarası güç odaklarının desteğiyle esas itibariyle TSK’ya sızmış FETÖ/PYD örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği” ifadelerine yer vererek mahkeme darbe girişiminin perde arkasında uluslararası güçlerin olduğunu belirtmişti. Gülen’i ABD’de CIA ve FBI ajanlarının koruduğu iddiaları sık sık gündeme gelmiş ve ilgili kurumlar tarafından iddialar yalanlanmamıştır. Bunun yanı sıra örgütün ABD’de kurumlar ile derin bağlantıları olduğu tespit edilmiştir (Canikligil, 2016; Pehlivan ve Terkoğlu 2012, s. 155-157; Anadolu Ajansı, 2017).
15 Temmuz Darbe Girişim sonrasında Adalet Bakanlığı tarafından 19 Temmuz 2016 tarihinde ABD’ye dört ayrı iade dosyası göndermiştir. Böylece Fethullah Gülen’in iade süreci resmen başlamış oldu. Türk-Amerikan yetkilileri birçok kez iade hakkında heyetler arasında görüşmeler gerçekleşmişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama ile Gülen’in iadesi konusuyla 19 Temmuz 2016 tarihinde telefonla görüşmüştü. Obama görüşmede 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasındaki tutumunu devam ettirmiş ve demokratik değerlere sahip çıkılması gerektiğini vurgulamıştır (DW, 2019e).
İade talebi sonrasında Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü tarafında Fethullah Gülen’in geçici tutuklanması ile ilgili ABD’ye ikinci bir yazı gönderilmişti. ABD’nin 7 Ağustos 2016 tarihinde gönderdiği cevap yazısında iade konusunda Türkiye’de ya da ABD’de heyetlerin Adalet Bakanlığı’na bağlı heyetlerin görüşmesi tavsiye edilmişti. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı cevap yazısında Adalet Bakanlığı heyeti Türkiye’ye davet etmişti. ABD Adalet Bakanlığı’ndan üç, Dışişleri Bakanlığı’ndan bir olmak üzere dört kişilik bir heyet Ankara’ya gelmiş ve 22-23 Ağustos 2016 tarihinde Türk yetkililerle görüşme yapmışlardı. İlk gün dokuz, ikinci gün sekiz saatlik süren görüşmede Türkiye, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin FETÖ/PYD terör örgütü tarafından yapıldığı ile ilgili deliller sunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, belge ve delillerle beraber 10 Eylül 2016 tarihinde ABD Adalet Bakanlığı’na gönderdiği yazıda Gülen’in geçici tutuklanma talebini iletmişti. Heyetlerin görüşmesi sonrasında Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ABD’li mevkidaşı Loretta Lynch ile görüşmek üzere 27 Ekim 2016 tarihinde ABD’ye gitmişti. Bozdağ görüşmede Gülen ile ilgili yeni delilleri sunarak Gülen’in iadesini istemiştir. Türkiye tüm çabalarına karşın Barack Obama döneminde sonuç alamamıştır. Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle Türkiye yeni yönetimle hızla irtibata geçmiş ve iade konusunda yeni girişimlerde bulunmuştur. Bu kapsamda Bozdağ yeni kabinede Adalet Bakanlığı görevini üstlenen Jeff Sessions’a mektup göndermiş, 22 Mart 2017 tarihinde ise telefonla görüşmüştü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15-17 Mayıs 2017 tarihlerindeki ABD ziyareti öncesinde Bozdağ ve Adalet Bakanlığı heyeti ABD’ye giderek görüşmeler yapmıştır. Bu kapsamda 8 Mayıs 2017 tarihinde iki ülkenin Adalet Bakanları bir araya gelerek iade konusunu yüz yüze görüşmüşlerdi. Erdoğan’ın ABD ziyaretinde önemli gündem maddelerinden birisi de Gülen’in iadesiydi. Bu görüşmelerin yanı sıra Türkiye birçok kez gerek bireysel gerekse heyetler arası görüşmelerle elde edilen yeni deliller doğrultusunda Gülen’in iadesini istemişti. Ancak ABD bu konuda adım atmaktan sakınmıştır (Karadağ, 2019).
Kaynakça
Akyaz, Doğan (2002). Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi Hiyerarşi Dışı Örgütlenmeden Emir Komuta Zincirine. İstanbul: İletişim Yay.
Altaylı, Enver (2016). Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu. İstanbul: Doğan Kitap.
Anadolu Ajansı (2016). “July 15 Tweets Pose Questions on ‘Shadow CIA’ Stratfor”. 2 August 2016. http://aa.com.tr/en/americas/july-15-tweets-pose-questions-on-shadow-ciastratfor/ 620283 (Erişim Tarihi: 11.08.2019).
Anadolu Ajansı (2017). “Yargıtayın FETÖ’nün Darbe Girişimine İlişkin İlk Onama Kararının Gerekçesi Açıklandı”. 17 Temmuz 2017. https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/yargitayin-fetonun-darbe-girisimine-iliskin-ilk-onama-kararinin-gerekcesi-aciklandi/863575 (Erişim Tarihi: 11.09.2020).
Arcayürek, Cüneyt (1989). Darbeler ve Gizli Servisler (1950-1988). Ankara: Bilgi Yay.
Ataman, Muhittin ve Gloria Shkurti, (2016). “Batının Darbe Sicili ve 15 Temmuz Darbe Girişimine Tepkisi”, Adam Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, 6 (2): 51-73.
Aydemir, Talat (2010). Hatıratım. İstanbul: Yapı Kredi Yay.
Balcı, Ali ve Yıldırım Turan (2017). “Eleştirinin Sefaleti: Batı’dan 15 Temmuz Darbe Girişimini Okumak”.bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 83: 53-77.
Batur, Muhsin (1985). Anılar ve Görüşler, Üç Dönemin Perde Arkası. İstanbul: Milliyet Yay.
Birand, Mehmet Ali, Can Dündar ve Bülent Çaplı (2016). 12 Mart İhtilalin Pençesinde Demokrasi. İstanbul: Can Yay.
Canikligil, Razi (2016). ABD Gizli Belgelerinde Fethullah Gülen. İstanbul: Doğan Kitap.
CIA (1960a). “Mass Political Trial in Turkey Could Spark Unrest”. CIA-RDP79T00975A005300410001-7, 18 Ekim.
CIA (1960b). “More Political Arrests Expected in Turkey”. CIA-RDP79T00975A005400520001-4. 30 Aralık.
CIA (1961a). “The Turkish Situation”. CIA-RDP79R00904A000700030023-9. 22 Haziran.
CIA (1961b) “Outlook in Turkey”. CIA-RDP85T00875R002000190015-0. 26 Mayıs.
CIA (1963a). “Central Ingelligence Bulletin”. CIA-RDP79T00975A007000230001-8. 21 Mayıs.
CIA (1963b). “The President’s Intelligence Checklist”. CIA-RDP79T00936A001600260001-1. 21 Mayıs.
CIA (1986). “The Significance of Foreign Involvement in Third World Coups” CIA-RDP86T01017R000201480001-5. 23 Eylül.
Cindemir, Kasım (2019). “AKP Bastırdı ABD Döndü. Hürriyet. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/akp-bastirdi-abd-dondu-6504353 (Erişim Tarihi: 08.09.2019).
CounterSpy (1982). “Jürgen Roth Interview: Turkish Fascism as NATO Democracy”. CounterSpy The Magazine For People Who Need To Know, 6 (2): 19-28.
David, R. Steven (1986). “Soviet Involvement in Third World Coups”. International Security. 11(1): 3-36
DW (2019a). “Obama: Darbe Girişiminden Haberimiz Yoktu”. https://www.dw.com/tr/obama-darbe-girişiminden-haberimiz-yoktu/a-19421851/ 22 Temmuz. (Erişim Tarihi: 19.08.2019).
DW (2019b). ABD İle İpler Geriliyor. https://www.dw.com/tr/abd-ile-ipler-geriliyor/a-19437145/29 Temmuz (Erişim Tarihi: 13.08.2019).
DW (2019c). ABD Genelkurmay Başkanı’ndan Kritik Ziyareti. https://www.dw.com/tr/abd-genelkurmay-ba%C5%9Fkan%C4%B1ndan-kritik-ziyareti /a-19441332/ 01 Ağustos (Erişim Tarihi: 12.08.2019).
DW (2019d). ABD Genelkurmay Başkanı Tansiyonu Düşürdü. https://www.dw.com/tr/abd-genelkurmayba%C5%9Fkan%C4%B1tansiyonud%C3%BC%C5%9F%C3%BCrd%C3%BC/a-19442881/ 02 Ağustos (Erişim Tarihi: 14.09.2019).
DW (2019e). Obama ve Erdoğan Gülen’i Görüştü. https://www.dw.com/tr/obama-ve-erdo%C4%9Fan-g%C3%BCleni-g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Ft%C3%BC/a-19413347/ 19 Temmuz. (Erişim Tarihi: 11.08.2019).
Esin, Numan (2005). Devrim ve Demokrasi Bir 27 Mayısçının Anıları. İstanbul: Doğan Kitap.
FRUS (1963). “Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State”. 1961-1963. Volume XVI, Eastern Europe; Finland; Greece; Turkey. Document 377, 29 Ocak.
Gill, Lesley (2009). Darbeciler Okulu. Çev. Burcu Erdoğan. İstanbul: Sosyal İnsan.
Gök, Masum (2019). 15 Temmuz’da İncirlik’te Neler Yaşandı. https://www.aydinlik.com.tr/15-temmuz-da-incirlik-te-neler-yasandi-turkiye-agustos-2017-1 (Erişim Tarihi: 11.09.2019).
Gürkan, Celil (1986). 12 Mart’a Beş Kala. İstanbul: Tekin Yay.
İleri, Rasih Nuri (1986). 27 Mayıs Menderes’in Dramı. İstanbul: Yalçın Yay.
İlknur, Miyase (2012). İlhan Abi. İstanbul: Cumhuriyet Kitap.
İsen, Can Kaya (1964). Geliyorum Diyen İhtilal. İstanbul: Tan Yay.
Karadağ, Kemal (2019). FETÖ Elebaşı Gülen’in İade Sürecinin İki Yılı. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/feto-elebasi-gulenin-iade-surecinin-iki-yili/1208383/ (Erişim Tarihi: 05.09.2019).
Kıyanç, Sinan (2020). CIA ve Türkiye’de Darbeler. İzmir: Duvar Kitapevi.
Kinzer, Stephan (2013). The Brothers: John Foster Dulles, Allen Dulles, and Their Secret World War. New York: Times Books.
Küçük, Sami (2008). Rumeli’den 27 Mayıs’a İhtilalin Kaderini Belirleyen Köşk Hareketi. İstanbul: Mikado Yay.
Luttwak, Edward (1996). Bir Uzmanın Görüyle Darbe. (Çev. Edip I. Polat). Ankara: Yaba Yay.
NTV (2019). E-Muhtıra’nın Kronolojisi, https://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/e-muhtiranin-kronolojisi,0Sl6nw7mM0iKqufp3XMd6w/WEwSzUwe-kS6VBfNIzanLQ/ 27 Nisan. (Erişim Tarihi: 10.06.2019).
Paletta, Damian (2016). “Pentagon Allies Jailed in Turkey Amid Coup Backlash, General Says”. The Wall Street Journal, 19 July.
Pehlivan, Barış ve Barış Terkoğlu (2012). Sızıntı Wikileaks’te Ünlü Türkler. İstanbul: Kırmızı Kedi Yay.
Reuters (2019). Kerry Says Hopes for Peace and Stability in Turkey. http://www.reuters.com/article/us-turkey-security-usa-russia-idUSKCN0ZV2NQ/15 Temmuz (Erişim Tarihi: 20.07.2019).
Sade, Gizem (2019). Verilerle 15 Temmuz Sonrası ve OHAL Süreci, https://tr.euronews.com/2019/07/12/verilerle-15-temmuz-sonras-ve-ohal-sureci/ 12 Temmuz. (Erişim Tarihi: 12.09.2019).
Selçuk, İlhan (2008). Ziverbey Köşkü. İstanbul: Cumhuriyet Kitap.
Seyhan, Dündar (1966). Gölgedeki Adam. İstanbul: Nurettin Uycan Matbaası.
Şen, Erkan (2014). Tarihi, Siyasi ve Fikri Arka Planıyla 9 Mart 1971 Darbe Girişimi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Takkeci, Süleyman (1973). Madanoğlu Cuntası İddianamesi. İstanbul: Boğaziçi Yay.
TBMM (2012). Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar İle Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Büyün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları İle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemelerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. 2 Cilt. Ankara: Türkiye Büyük Millet Meclisi Yay.
TBMM (2019). https://www.tbmm.gov.tr/arastirma_komisyonlari/darbe_muhtira/index.htm (Erişim Tarihi: 11.07.2019).
Telci, İsmail Numan, İbrahim Efe, Tuncay Kardaş ve İsmail Çağlar. (Ed) (2017). 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Batı Medyası. Ankara: Seta Yay.
Türkeş, Alparslan (2000). 27 Mayıs ve Gerçekler. Ankara: Berikan Yay.
Uribe, Armando (1975). Kara Kitap Şili’de Amerikan Darbesi. Çev. Nabi Dinçer. Ankara: Bilgi Yay.