Yasin Tütüncü
Müze Tasarımcısı
*Bu tebliğ, 14 Temmuz 2021 tarihinde düzenlenen 5. Darbe ile Mücadele Sempozyumunda sunulmuştur.
Görsel sanatlar alanında birçok meslek grubuyla karşılaşmak önceki yıllara göre artık daha kolay. Sanat yöneticilerinden galeri sahiplerine, danışmanlardan öğretmenlere uzanan çeşitlilik içinde küratörlük hayli ilgi çekici ve aranan bir uzmanlık durumuna geldi. Aydın’da Adnan Menderes’in doğduğu topraklarda Çakırbeyli Çiftliğinin etrafında Çine Çayı’nın kenarına inşa edilen Adnan Menderes Müzesinin kavramsal çerçevesinin geliştirilmesi, envanterinin toplanması, tasarımının yapılması, objelerin müze mekânına yerleştirilerek sergilenip düzenlenmesi sürecinde küratör olarak görev yaptım.
Menderes’le ilgili her parçanın toplanıp bir araya getirilmesiyle büyük sevinç yaşayan müze ekibimiz, geçmişle gelecek arasında köprü kurmaktan haklı bir gurur duyuyor. Sergilenen her parçanın bütüne, bunun da tüm Türkiye’ye ait olduğunu bilmek bizler için büyük bir mutluluk nedeni. Türkiye’nin yakın dönemine damga vuran tarihsel hafızasının ortaya çıkarılması bakımından son derece güçlü bir repertuar sunan müze fikri, ülkemizde giderek artan darbeyle mücadelenin kültürel boyutlarının gözler önüne serilmesi sürecinde ve yeni bir perspektif geliştirilmesi çalışmaları açısından da son derece öğretici bir pratik oldu. (1)
Hafızalaştırma Stratejilerinin Yerleştirdikleri
Her şeyden önce şunu özellikle belirtmem gerekir: Türkiye’de sivil siyasetin güçlenmesi vesilesiyle darbelerin niteliği, sonrasında neler yaşandığı, toplumun nasıl dönüştüğü hakkında çokça yazıldı. Asker ve sivil bürokratik aparatın birlikte kotardıkları 27 Mayıs darbesinin yarattığı ya da dönüştürdüğü kurumlar ve oluşturduğu siyasal kültür ve sembolleri üzerine de çokça konuşuldu. Ne var ki Türkiye’de tek parti rejiminin sona ermesi, demokrasiye ya da çok partili hayata geçiş dönemi olarak adlandırılan dönemin kurucu başbakanı Adnan Menderes ve yaşadığı dönem üzerine çalışmalarımız esnasında fark ettik ki sınırlı içerikli kaynaklarda pek çok retorik birbirini tekrarlamış. Sadece dönemin darbeyi destekleyen elitlerinin 27 Mayıs’a o yıllarda nasıl baktığını, darbeyle birlikte anılan olguları ve kişileri nasıl tasvir ettiklerini, hangi maddi malzemeleri ortaya koyarak argümanlarını desteklediklerini düşünmek dahi yeterli. Buna karşın biz de belgeler, anılar, dergiler, gazeteler, diplomatik raporlar ve araştırmalar temelindeki tartışmalarla analiz çerçevesini geniş bir ufka yerleştirmeye çalıştık.
İnsanların hatırladığı kadar unuttuğu ve/veya göz ardı ettiği tarihsel figürler, olaylar ve olgular bulunduğuna göre Türkiye’de 27 Mayıs darbesi bağlamında hasım siyasi hafızalarda kendisine yer bulan tarihsel figürlere, olaylara ve olgulara yüklenen anlamlar da farklı hatta taban tabana zıt olacaktır. Peki, karşılaştığımız manzara bu manada bize neler söylemektedir?
Hiç kuşkusuz siyasi kimliklere göre konumlanan rakip ve/veya düşman politik hafıza 27 Mayıs darbesini ülkedeki “ilericiliğin” gereği olarak görüyordu. Bu gerekçeyle 27 Mayıs darbesini alkışlamaya hazır “seçkin” bir kitlenin varlığı görsel olarak daima önde tutuluyordu.
Bunlar arasında darbenin kötü icra edildiği fakat özünde iyi bir düşünce olduğu fikriyle hemhâl olanlar da yok değil. Fakat 27 Mayıs Darbesini darbe kabul edip hoşnutsuzluklarını saklamayanların hafızalarında dahi tarihsel blok aydınlarınca yerleşik kılınan kabullerin izlerini görmek bizleri epey şaşırttı.
Darbe sürecini olumlu, siyasileri zelil gösteren fotoğraflar, belki de bizim darbelerle ilgili bildiğimiz çerçeveyi oluşturan bütün nesnelerin en esrarengiz olanlarıdır. Bu süreçte fotoğraflarda gördüğüm -dahası içimi keskince, derinden ve anında deşen endişe verici- durumu biraz düşünme imkânı buldum. Şurası son derece açık: Adnan Menderes fotoğrafları darbecilerin tahkimi neticesinde gayet seçmeci bir okumaya tabi tutularak toplumsal imgesi “düşkünlük” etrafında yeniden inşa edilmektedir. Öyleyse duralım ve şunu itiraf edelim: Çokça konuşulup yazılsa da darbelerle, dört başı mamur bir yüzleşmenin yapıldığına ve bunu anlamlı kılacak hafızanın yaratılabildiğine dair tatmin edici cümleler kuramıyoruz. Fakat bunları söylerken amacımız, hiçbir şey yapılmadığını söylemek değil. Tam tersine darbe eleştirisi için ortaya konulan çabaların yöntem bakımından yanlışlığına vurgu yaparak darbeyi meşrulaştırmak için üretilen argümanların kullanımının terkedilmesi gerektiğini söylemek istiyoruz.
Burada unutulmaması gereken bir husus da seçimle gelmiş iktidarları devirenlerin propagandalarına dair çalışmalar yapılmasına karşın, darbelerin -dolayısıyla darbecilerin-ülkenin toplumsal hafızasına yerleştirdikleri görsellik üzerinde yeterince durulmamasıdır. 27 Mayıs’a çeşitli biçimlerde rıza gösterilip sessizce onaylanarak olanları, uzun boylu mesele etmemenin en bariz yansımasının Adnan Menderes’le ilgili siyasi hafıza oluşturmaya yönelik fotoğraflarda gün yüzüne çıktığını söylemek de abartılı olmaz. Dolayısıyla darbelerin tahribatı tahmin edilenlerden çok daha fazladır. Ancak, 27 Mayıs’ın bilindiği ve unutulmadığı, hakkında konuşulduğu ve çeşitli biçimlerde hatırlandığı da bir gerçek.
“Fotoğraftan başka bir şey değil onlar!” denerek bu hatırlatmanın bir miktar abartıldığı düşünülebilir ama Türkiye’nin darbelerle hesaplaşmasının hikâyesi, bu husus dikkate alınmaksızın kesinlikle anlaşılamaz. Burada niyetim; 27 Mayıs darbesiyle iktidardan düşürülen ve düzmece mahkemelerde yargılandıktan sonra idam edilen Menderes’in özellikle nasıl hatırlandığını, çeşitli kesimlerin hafıza siyasetlerini ve hafızalaştırma stratejilerini belirleyen fotoğrafları tartışmak. Hafızayı bireysel olmaktan çok, görsel çerçevede ele alan bu metin, darbelerle ilgili sorunlu görsellerin kuşaktan kuşağa aktarılmasının altında yatan niyeti belirgin kılmaya dönük bir giriş niteliğindedir. Hiç kuşkusuz bunun öncesinde genel bir çerçeve çizmek gerekecektir.
Kaba güce dayalı bir yıkım girişimi olarak darbeciler, fiilen sahada oldukları sürece kendilerine karşı koyabilecek başka bir güç bulunmasa bile yine de kendilerini toplum nezdinde meşrulaştırıp haklı g östermek isteyecektir. Meşruiyetini sağlamak için de daha ziyade itibarsızlaştırmaya sığınacaktır. Sosyolojide bir meşruiyet ve liderlik tipi olarak karşımıza çıkan karizmatik otorite, toplumsal hafızada canlılığını muhafaza ettiği müddetçe bu itibarsızlaştırma aynı zamanda iftira mekanizmasını da gerekli kılacaktır. Darbecilerin günümüzdeki sosyal medyayı andıran söylentilerin gücü üzerinden işlerlik kazandırılan propaganda teknikleriyle insanları ümitsiz bir aldırmazlığa sürüklemeye çalıştıkları da bir vakıadır.
Bu nedenle bir dizi işitsel ve görsel propaganda araçları üretilir. Güç mekanizmasıyla ilişkili içeriklerin servisinde pek çok farklı alandan yararlanma gereği duyulur; tüm mecralar mümkün olduğunca massedilmeye çalışılır. Bir başka husus, üretilen içeriklerin bir süre sonra darbeci iktidarın ürettiği korku ve sindirme sonucu kabul gören veya zımnen onaylanmış sayılan bir dili teşekkül ettirmesidir. Dolayısıyla şunu söylemek mümkün görünmektedir: Dilin hegemonyası tüm toplumsal hafızada kurucu rol üstlendiğinden her şey dolaşıma giren bu dil tarafından yutulmaktadır.
Gerek Türkiye’nin çok partili yıllardaki ilk darbesi sayılması gerekse sonrakilere model teşkil eden müdahaleci yolu açması bakımından 27 Mayıs darbesinin bu alanda ürettiği dilin yansımaları hâlen devam etmektedir. Darbecilerin etkilerini kaybetmesi ve askerî korkunun nispeten hafiflemesi sonucu halk, gerçeğin aslında bu şekilde olmadığını ve iddiaların asılsız olduğunu anlatmak için çabalar durur. Ne var ki olaylar olup bitmiş, artık gerçek muhataplar ortada değildir. Hâliyle krizin gevşediği ve çözüldüğü zamanlarda bile muhtemel yeni darbeleri engellemek gibi nedenlerle devam eden çürütme ve yalanlama ameliyesi, girdabı andıran kısır bir dilin döngüsüne mahkûm olur. Askerî rejimin değişmesi, fakat dönüşememesi, bu sürecin temel özelliğidir.
Şu hâlde; başta da belirttiğimiz üzere bu tartışmalar esnasında üretilen çok sayıdaki görsel malzemeyse, her seferinde afişe edilerek karşımıza tekrar tekrar çıkartılmaktadır. Türkiye’de çeşitli kesimlerin ve hatta tek tek bireylerin farklı siyasal hafızalarının olması bile bunu ortadan kaldırmaz. Oysa geçmişle geleceğin arasında, bizi bugünden yarına taşıyan konuşmalar unutulduğunda insan hafızasında sadece bir fotoğraf kalır. O da uydurma veya sahte imajların zihnimizdeki izidir artık. Hem günümüzde bile oturduğumuz yerden bazı kişilerin kim olduğunu, fotoğraflar aracılığıyla öğrenmiyor muyuz? Ama şunu da söyleyeyim ki zihnimizde oluşan imaj, yargımızı belirlemeye başlar ve zamanla ötekinin kısmen haklılığını kabullenen bir dizi düşünceler silsilesine dönüşür.
Türkiye’de halk kitlelerinin Tanzimat Dönemi’nden beri sürdürdükleri “gizil” muhalefete, asker ve sivil aydınların tahakkümcü tutumla tepki göstermeleri geleneğinin bir parçası olarak ele alınması gereken 27 Mayıs darbesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özel bir yere sahiptir. Başka bir deyişle kurucu ve rejime kimlik kazandırmıştır. Çünkü kurumsal mekanizmaları ve yarattığı siyasi kültür nedeniyle ülkedeki demokratik sürecin sürekliliğini imkânsız kılmıştır. Zaten ilgili inceleme ve araştırmalarda da dile getirilen temel nitelik, 27 Mayıs’ın benzersiz bir kırılma, bir milat olduğu, darbeden sonra neredeyse her şeyin kökten biçimde değiştiğidir. Bu yönüyle darbe, özellikle 1960 sonrasında Türk siyasi hayatının şekillenmesini sağlayarak milletin kendi kaderini kendisinin belirlemesini engellemek suretiyle sandığı sadece gösteri unsuruna dönüştürmüştür. Diğer yandan bir kesim aydın ve bürokrat hatta siyasetçi, yıllar boyu topluma askerî vesayetin “ulusal güvenlik” gereği seçimler dâhil hayatın pek çok alanına müdahil olması gerektiğini çeşitli medya araçlarıyla kanıksatmıştır.
Tarihsel Bir Gösterge Olarak Fotoğrafların Sundukları
Hafıza en genel anlamıyla tecrübeleri ve edinimleri hatırlamayı içerir. Hatırlamaksa anın içinde birdenbire gelişebildiği gibi çağrışım sağlayan etkenlerin uyarılmasıyla gerçekleşir. Hatırlama, şimdiki anla sınırlıyken hatırlanansa daima geçmişle irtibatlıdır. Bir anı sabitleyen fotoğrafların, hatırlama/hatırlatma eylemini desteklemek için kullanıldıkları bilinir. Bellek Metaforları müellifi Douwe Draaisma tarafından da vurgulandığı gibi fotoğrafın hiçbir şeyi unutmaması, onun depoladıklarının değişmezliğini gündeme getirir.
Görüntüleri somutlaştırarak anları depolayıp kalıcı kılan fotoğraf, insanları bilmediği kişiler, tarihî ve siyasi olaylar hakkında bilgi sahibi yapan olağanüstü bir buluştur. Bilhassa belge değeriyle, diğer bir deyişle görünür olanı sabitleyip dondurmasıyla bizleri kendine her zaman hayran bırakmaktadır. Elbette duyguları açığa çıkarmak ve başkalarıyla paylaşmak için de özgün ve etkili bir araç olan fotoğraf kareleri, yalnızca somut gerçekliği iletmez. Fotoğrafa tarihsellik bakımından önemli görevler düştüğünü belirten fotoğraf sanatçısı ve akademisyen Merih Akoğul fotoğrafın; çekildiği an, içinde yer alan mekânın oluştuğu zaman dilimi ve fotoğrafa bakılan tarih olmak üzere üç farklı süreci içerdiğinin altını çizer.
Şurası son derece açıktır ki 27 Mayıs darbesi sürecinde idam edilen Adnan Menderes’le ilgili her fotoğraf karesi farklı katmanların bir araya getirilmesiyle gerçekleşen büyük bir organizasyondur. Biraz evvel sözünü ettiğimiz üçlü zamanın varlığı, fotoğrafları yakın tarihimizdeki gelişmeleri yansıtma iddiası bakımından hem cazip hem de sorunlu kılar. Işık, kompozisyon, grafik gibi fotoğrafı oluşturan önemli bileşenler bir yana bırakılırsa, Menderes’i dolayısıyla milleti aciz gösteren bir zaman diliminde çekilmişlerdir.
Görsel hafızanın yeniden inşa edilmesi anlamına gelen bu çalışmalar dikkate değerdir. Yazılı basın parçaları ve fotoğraflar üzerinden oluşturulan kolajlı hafıza katmanları, örneğine daha önce rastlanmadık bir siyaseti de belirginleştirir. Üretilenler, o döneme kadar oluşan Adnan Menderes imgesini yıkmakla sınırlı kalmaz; gelecek üzerinde kurduğu baskının kendine özgülüğü ve tesiri bakımından da önemlidir. Her şeyden önce darbeden sonra Başbakanın askerlerce maruz bırakıldığı içler acısı durumu ortaya koyar Adnan Menderes fotoğrafları. Darbenin en amansız boyutlarını gösteren fotoğraflar Susan Sontag’ın ifadesiyle “bir tür ifşadır, prototipik açıdan da modern ifşadır”. (2) Mekânlarsa 1945 sonrasında karizmatik bir lider olarak ortaya çıkan ve 1950 seçimlerinden sonra bunu pekiştiren Menderes’i âdeta demir kafes içinde cendereye alınmış, perişan, aciz, pişmanlık duyduğunu gösterecek şekilde tasarlanmıştır. Fotoğraf bir bakımdan imge yaratmaktır. Menderes fotoğrafları imaj imali, dizaynıdır. Deneyimleri zapturapt altına alınan Menderes, fotoğrafı çekilmek üzereyken ister istemez derin bir endişe ve korkuya kapılır. Bu hem hayat alanının ihlal edilmesinden hem de fotoğraf makinesinin kendini içine düşürdüğü zor durumu onaylamasından duyulan bir korkudur. Suretler bir yandan bakanların hafızasında iz bırakırken öte yandan zihinde canlı kalmaya devam etmektedir. Korku refleksini zihinlere işleyerek kaygı uyandırmak tüm darbecilerin ortak özelliğidir. Aslında milletin hiçbir şey yapamayacağı bir olayın ve durdurmak için de elinden en ufak bir eylemin gerçekleştirilemediği derin bir ıstırabın fotoğraflarıdır söz konusu olan. Özellikle darbeci kültürün buyurgan karakteriyle belirginlik kazanan yapma Menderes imajı; çizgileri mazlumluk, güçsüzlük, kıstırılmışlık, korku ve kaygı durumları ile görsel, şifreli, yetkisiz benliği yansıtan her sureti, seyirci tarafından görüldüğünde hemen tanınmaktadır. Ancak bu imaj, gerçek Menderes değil uydurma Menderes imajı olduğu bilinmesine rağmen zamanla zihinlerdeki tek “hatıra” hâline dönüşmektedir.
Diğer yandan, Menderes’i sevenler zor zamanlarda ve dar mekânlarda çekilen bu fotoğraflara ne zaman bakarlarsa baksınlar daima pasif ya da edilgen bir duygu durumuna şahitlik ederler. Bu durum olayların sıcaklığını koruduğu 1960’larda ve sonraki yıllarda pek bir değişiklik göstermez. Hem bir dil bilgisi hem de bir görme etiği oluşturan fotoğrafların vermek istediği mesaj çok açıktır. “Perişanlık hazinesi” vasfındaki bu suretlerde en çarpıcı nokta, “Şayet ayağınızı denk almaz, sınırların ötesine geçmeye çalışırsanız pişman edilir, aynı muameleyle karşılaşabilirsiniz!” şeklindeki örtük söylemin süreklilik kazanmasıdır. Görme yetisinde psikolojik bir dönüşüme yol açan görsellere bir de dönemin soğuk savaş şartları eklenince toplumun iyice suskunlaştırılmaya çalışıldığı sonucunu çıkarmak hiç de zor değil.
İşte tüm bunlar, görsel hafıza siyasetine odaklanan propaganda mekanizmalarını dikkate almayı zorunlu kılmaktadır. Zaten Adnan Menderes’le ilgili fotoğrafların önemli bir kısmı, darbecilerin dolaşıma soktuklarıdır. Darbeciler “Menderes’in dramı” diye de anılan durumları fotoğraflayarak onu tam anlamıyla “ele geçirip” derdest etmişlerdir. Nasıl ki dönemin basını ve diğer kurumları söz ve yazı üzerinden bir rıza ürettiyse, görsellerin dolaşım alanlarının tahkimi de benzer bir netice doğurmuş; dönemin muktedirlerinde güçlenme duygusu uyandırmıştır. Askerlerin ya da subayların arasındaki Menderes portreleri kaçınılmaz olarak, ona belli bir şekilde tepeden bakıldığını gösterir. Darbecilerin siyasi hafızayı şekillendirme süreçlerinin bir parçasını oluşturan Menderes fotoğraflarının güdülen siyasal niyetler ve ihtiyaçlar sonucunda üretildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yüzden, bir dönemin zihniyetini açığa çıkarmak bakımından darbeden idamına kadarki süreci yansıtma iddiasında olan Menderes’in fotoğrafları, önemli birer belge niteliğindedir. Siyasi hafızanın bir toplumsal grup -darbeciler- tarafından üretilen temsiller repertuarı olduğu dikkate alınırsa, darbelerle mücadelenin içerdiği hafıza siyasetinin boyutları, çok daha iyi bir şekilde kavranabilecektir.
Toparlayacak olursak; 27 Mayıs sürecindeki Adnan Menderes fotoğraflarında rastladığımız görüntü, darbenin yeniden okunması ve inişli çıkışlı Türk demokrasi tarihine yeniden bakılması adına büyük önem taşımaktadır. Bir de son yıllarda Menderes fotoğraflarıyla siyasiler tehdit edilmiş, fotoğraflar üzerinden mesajlar gönderilip “Sonun onun gibi olur!” denmiştir. İşte bu sebeple Türkiye’de darbelerle yüzleşme ve hesaplaşma sürecinde her türlü yanılsamaya uygun yapıdaki siyasi içerikli fotoğrafların meydana getirdiği “gerçeklik”; tarihi, dönemi, üslubu ve fotografik söylemi açılarından titiz bakış açısıyla derinlemesine sorgulanmalıdır. Ancak bu sayede darbelerle ilgili görsel hafızanın tahrip edici etkisi ortadan kaldırılabilir.
(1) Geçerken bir de not düşelim: Nihai raporu 2015 yılında yayımlanan “Türkiye’de Modern Siyasi Hafızalar: Kesişmeler, Karşıtlıklar ve Koşutluklar” başlıklı araştırmasının sonuçlarına göre Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamının hatırlanma oranının % 6,1 olduğu düşünülürse, müzenin gelecek yönelimli yaklaşımının önemi daha iyi anlaşılacaktır.
(2) Metnin bundan sonraki kısımlarında büyük ölçüde Susan Sontag’ın Fotoğraf Üzerine (çev. Osman Akınhay, 2008, İstanbul) kitabından yararlanılmıştır.