“Peşin fikirler ve önyargılar vardı. Bizi yobaz ve Atatürk düşmanı olarak görüyorlardı. Ekonomideki gelişmeler, ülkede barışın sağlanması, herkesin gelirden daha çok pay alması onları ilgilendirmiyordu. İdeolojik bir bağnazlık vardı. Olaylara bu bağnazlıkla bakıyorlar ve ‘bu hükümet gitmeli’ diyorlardı. İşte hayallerimizin gerçekleştiğini sandığımız bir zamanda, çeşitli çevrelerin işbirliğiyle bu hükümetin sonunun getirilmesi, bizim için çok acı oldu. Hayallerimiz yıkıldı, sükût-u hayale uğradık. Bu, daha ziyade Türkiye’nin bunları hak etmediğine ilişkin bir hayal kırıklığıydı. Çünkü biz iktidar olmayı ve Erbakan’ın Başbakan olmasını, nefislerimizi tatmin etmek için istemedik. Türkiye aşağı yukarı 150 yıldan beri rayından çıkmış, gerileyen, bocalayan, kendi içindeki sıkıntılarını bir türlü çözemeyen, hem tarihi perspektifi hem de sosyal politikalar içerisinde yönünü tayin edememiş bir ülkeydi. Gençliğimiz heba oluyordu, enerjimiz boşa gidiyordu. Türkiye, 1 milyon dolarlık kredi almak için kapı kapı dolaşan aciz bir ülke konumundaydı.”
…
“O dönem, siyaset abluka altına alındı, partiler kuşatıldı. Partilerin içi oyuldu, çok ahlaksızca ilişkiler kuruldu. Bu tür dönemler Türkiye’de geçmişte de yaşanmıştı. Kimin Başbakan, kimin Bakan olacağına, hangi partilerin nasıl kurulacağına ilişkin geçmiş dönemlere ait kurgular, bir siyaset mühendisliği olarak 28 Şubat sürecinde de karşımıza çıktı. Alınıp satılan insanlar olduğunu duymaya başladık. Sermaye bazı oyunlar oynamaya başladı. Birtakım korku veya beklentiler ortaya çıktı. Yüksek yargı kuşatıldı; hatta yargı mensupları brifinglere çağrıldı. YÖK abluka altına alındı. Çevik Bir kendi yazısıyla gönderdiği emirlerde, ‘Katsayı uygulayın, bu Meslek Liseleri üniversitelere gelmesinler’ dedi. Parlamento kuşatıldı. Bu kuşatmalar tanklarla yapılmıyordu; ama toplumun her kesimi bunu hissediyordu. O süreçte sık sık darbeden bahsedildi. Ben, bu nedenle Doğru Yol Partisi’nin ve diğer partilerin milletvekillerinin bir kısmının, yurtdışında rezervasyon yaptırdığını biliyorum. O zamanlar lojmanlarda kalıyorduk. Darbenin gelmesi, çok büyük bir beklentiydi. Bize de söylüyorlardı; ‘biz evimizdeyiz, adresimiz belli, gelsinler’ diyorduk. Ama bazıları İspanya’ya, Yunanistan’a, Almanya’ya, gitme telaşı içindeydi. Siyasetçiler birileri tarafından elde ediliyordu. Yargı üzerinde ve medyada, manipülasyonlar alıp başını gitmişti. Sivil toplum kuruluşları ve meslek kuruluşları da manipüle edilmişti. Ortaya göstermelik adamlar çıktı, bu adamlar haber yapıldı, o haberler üzerine fotoğraflar çekildi. Fadime’ler, Ayşe’ler, Aczimendiler… Bugün artık bunlardan kimse bahsetmiyor.”
…
“Rahmetli Erbakan Hoca, Adil Düzen’in kamu eliyle değil, özel teşebbüsle birlikte yürümesi gerektiğini düşünürdü. Adil Düzen, çok karmaşık bir yapıydı belki; ama halka büyük ümit vermişti. Çünkü yolsuzluklar vardı, haksızlıklar vardı, hortumlamalar vardı, halkın fakirleşmesi vardı, gelir dengesinde ve dağılımda adaletsizlikler vardı, bölgesel farklılıklar vardı. Sizin ‘Adil Düzen’ demeniz bile yetti insanlara; çünkü insanların adalete her zaman ihtiyaçları var, ona öncelik tanıyorlar. ‘Adil Düzen’ deyince ve belediyelerdeki başarılı hizmetler ortaya çıkınca halk bize oy vermekte tereddüt etmedi.”
…
“Bin yıl sürecek deniyordu 28 Şubat için. Bin yılı bırakın on yıl bile sürmedi.”