BİR DARBENİN ANATOMİSİ VE TANIDIK HASTALIKLAR – Ömer Faruk Görçin

0
79

Ömer Faruk Görçin – Gazeteci

Giriş

İnsanoğlunun izi sürülebilir en kadim, en etkileyici ve bir o kadar da gizemli medeniyeti, günümüzden 9 bin yıl evvel Nil havzasında mayalanmaya başladı. O dönemden beri Nil çevresinde yaşayanlar ilk kez demokratik yollarla, kendilerine bir lider seçti. Ancak “Mısır’ın seçimle başa gelmiş ilk cumhurbaşkanı” unvanını taşıyan Muhammed Mursi, cumhurbaşkanlığı koltuğunda sadece 368 gün kalabildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi, yüzlerce Mısırlının hayatını kaybettiği bir askeri darbeyle yönetime el koydu. Bu metinde sizlere bir yandan 3 Temmuz Darbesi’ni anlatmaya çalışacağım; bir yandan da dikkatinizi darbeye giden yollara, o yolları açanların siluetlerine, o süreçte gözümüze çarpmayan ancak sonradan önemini kavradığımız detaylara, dünyanın tepkisine ve tepkisizliğine çekmeyi hedefleyeceğim. Ben, bu metin üzerinde çalışırken ibretler, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Doğu coğrafyasının birçok ülkesiyle benzerlikler, büyük trajediler ve acımasızlıklar gördüm. Gördüklerimi size de göstermek dileğiyle…

17 Aralık 2010 günü Tunus’ta, işportacılık yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir genç adam, Muhammed Buazizi (26), iddialara göre zabıtaya yeterli rüşveti veremediği için, zabıta müdürü bir kadın tarafından sokak ortasında tartaklandı.[1] Yine iddialara göre, 45 yaşındaki zabıta Faida Hamdi, genç adama tokat attı, suratına tükürdü, elektronik tartısına ve işporta arabasına el koydu ve Buazizi’nin mezardaki babasına hakaretler etti. Buazizi, olanları anlatmak için valiye gitti. Vali, 26 yaşındaki öfkeli sokak satıcısının derdini dinlemeyi reddedince, Buazizi’nin ağzından şu kelimeler döküldü: “Eğer beni görmezden gelirsen, ben de kendimi yakarım”.[2] Öyle de yaptı. En yakındaki akaryakıt istasyonundan aldığı bir bidon benzinle; önce kendini, sonra Tunus’tan Suriye’ye, Mısır’dan Yemen’e kadar tüm Arap coğrafyasını alevler içinde bırakan ateşi yaktı.

Alevlerin Mısır’a sıçraması uzun sürmedi. “Ekmek, özgürlük ve adalet” sloganları atarak 29 yıllık Hüsnü Mübarek rejiminin sonunun gelmesini isteyen kalabalıklar, başkent Kahire’deki Tahrir Meydanı başta olmak Mısır’ın tüm caddelerini, sokaklarını ve meydanlarını doldurdu. 29 yıllık Mübarek hâkimiyeti, ‘Arap Baharı’ adıyla anılan sokak protestolarına 18 gün dayanabildi ve 30 saniyelik bir mesajla; “Kıymetli vatandaşlar, ülkemizin içinde bulunduğu zorlu şartlarda, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, devlet başkanlığı görevinden çekilme kararı almıştır” cümlesiyle son buldu.[3] Ancak Mısır çok geçmeden, yöneticileriyle, ordusuyla, zenginleriyle, seçkinleriyle ve bürokratlarıyla Mübarek döneminin ayarlarına geri dönmenin yolunu buldu. Bu yazı, bir bakımdan, o ayarlara geri dönüşün hikâyesidir.

Mübarek’in görevi bırakmasından sonra kurulan geçici hükümet, beş ay sonra 2011’in Eylül ayında seçim kararı aldı. 23-24 Haziran 2012 tarihlerinde iki gün boyunca düzenlenen, Mısır tarihinin bu en önemli seçimine katılım oranı yüzde 51’di.[4] Bu oran, Mısır’daki siyasi yapıyı anlamamız için gözden kaçırmamamız gereken verilerden biridir.[5] Cumhurbaşkanlığı seçimini, 26 milyon geçerli oydan 13.2 milyonunu alan, Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi kazandı. Hüsnü Mübarek döneminin son başbakanı Ahmed Şefik ise 12.3 milyon oy ve yüzde 48’lik oranla mağlubiyeti kabul etmek durumunda kaldı.

TANIDIK BİR ODAK: ANAYASA MAHKEMESİ

Ancak müesses nizam, zaman ve mekâna göre değişik biçimlerde tezahür eden reflekslerini göstermeye ve elindeki enstrümanları kullanmaya devam edecekti. İktidar tecrübesi bulunmayan Müslüman Kardeşler ise kimi zaman anlaşmaya yatkın tavırlar sergileyerek, kimi zaman ise agresif yöntemlerle güce tutunmaya çalıştı. Mursi’nin bir yıllık görev süreci de bu iki karşıt kuvvetin mücadelesiyle geçmiştir.

İlk taşı, tanıdık bir güç odağı, Anayasa Mahkemesi attı. Bu süreçte parlamento seçimleri de tamamlanmış, Müslüman Kardeşler’in meclisteki temsilcisi Özgürlük ve Adalet Partisi, oyların yüzde 46’sını alarak, net bir galibiyet ilan etmişti. Anayasa Mahkemesi, Mursi’nin kazanacağı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna günler kala çok tartışılan ve tepki çeken bir karar aldı. Karara göre, sene başında yapılan parlamento seçimleri anayasaya uygun değildi ve meclisin feshedilmesi gerekiyordu. Kararı açıklamak da Mısır Yüksek Askeri Şurası’na düşmüştü. Meclis, Anayasa Mahkemesi’nin halk tarafından seçilmiş vekilleri yetkisiz kılma gücünün olmadığını savunuyordu ancak yargı, meclisin yasama kuvvetinin önüne set çekmişti. Bu sırada Mursi, ülkeyi kararnamelerle yönetmeye kalkmış ama her hamlesinde, yargının kuvvetli direncini karşısında hissetmişti. Ancak asıl hissetmediği, belki de hissetse de karşısında çaresiz kalacağı darbenin derinden gelen uğultusuydu.

DERİN DEVLET AYAKLANIYOR

ABD’nin prestijli gazetelerinden Wall Street Journal’da çıkan “Mısır’da ‘Derin Devlet’ tekrar ayağa kalkıyor” başlıklı yazıya göre, Mursi karşıtı siyasetçilerle yüksek rütbeli askerler görüşmeye başlamış, Müslüman Kardeşler’in iktidardan uzaklaştırması konusunda gizli toplantılar düzenliyorlardı.[6] O toplantılarda tasarlanan planların amacına ulaştığını, 3 Temmuz’daki darbeden ve yine o sohbetlere katılan isimlerin darbe sonrası kurulan geçici yönetimde yer almasından anlıyoruz.

Darbeye giden süreç için halk desteğine de ihtiyaç vardı. Sokak protestoları ise bu sürecin olmazsa olmazıydı. Yıllarca, ülkeyi demir yumrukla yönetmenin tecrübesini bünyesinde barındıranlar, bu işi nasıl yapacaklarını çok iyi biliyordu. Ordu, siyaset, bürokrasi, seçkinler ve zenginler bir araya geldi. Bu bir araya gelişin ses kayıtlarını da bugün Batılı gazetelerde okuyabiliyor, darbe planlarının yapıldığı ses kayıtlarını haber siteleri üzerinden dinleyebiliyoruz.

Antik bilim adamı Arşimet’e ithaf edilen bir söz, “Bana doğru kaldıracı verin, Dünya’yı yerinden oynatayım” der. Mısır’daki darbenin kaldıracı da Temerrüt Hareketi (Direniş Hareketi)  idi. Bir gazeteci tarafından kurulan ve gün geçtikçe büyüyüp ülke gündemine oturan hareketin halka açıklanan amacı “Mursi’nin görevden alınması için 15 milyon imza toplamaktı.[7] Ancak biz, Temerrüt’ü sokaklarda yarattığı etkiden çok darbe planlarında oynadığı kritik rolle hatırlıyoruz. Yine ABD merkezli haber sitesi Daily Beast’in “Mısır darbesinin gizli kayıtları Obama’nın başını ağrıtabilir” başlıklı yazısı da o role dair bilgi sunuyor bize. Yazıya göre, Mısır ordusunun kullanımına tahsis edilmiş yüksek hacimli banka hesapları, Temerrüt Hareketi’nin kullanımına açılmıştı.[8] ‘Direniş’e para gönderen tek kaynak Mısır Silahlı Kuvvetleri de değildi. Orta Doğu’yu -kaba bir tabirle ifade edecek olursak- şekillendirmek isteyen Körfez’in ufak ama cüzdanı şişkin ve resepsiyon odaları dolu ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri de, Temerrüt Hareketi’nin fonlayıcıları arasındaydı. İngiltere merkezli ‘J P French Associates’ adlı ses laboratuvarının raporuna göre internete sızdırılan telefon görüşmelerinin üzerinde herhangi bir montaj izi yoktu. Bu konuşmalarda, aralarında şimdiki cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin de bulunduğu generallerin, Müslüman Kardeşler’in iktidardan uzaklaştırılmasını sağlayacak sokak olaylarını planladıkları, Muhammed Mursi’ye yönelik açılacak davaları tasarladıkları ve Temerrüt Hareketi’ne para aktardıkları net bir biçimde duyuluyordu.

ERDOĞAN’IN GEZİSİ

Bu noktada uluslararası medyanın ve uzmanların genel anlatı biçiminin bir miktar dışına çıkalım ve yakın tarihimizdeki en önemli diplomatik gezilerden birine parantez açalım. Türkiye’den, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kahire’ye gerçekleştirdiği ve büyük bir teveccühle karşılandığı geziden birkaç detay aktarmak, “Mısır’da Mursi yönetiminin niçin istenmediği” sorusunu bir de bu açıdan yanıtlamak istiyorum.

Erdoğan, iş adamları ve bakanlarını da yanına alarak 2011 yılında Mısır’a gerçekleştirdiği gezide, henüz cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmayan Mursi’ye hem destek hem de yol gösterici bir rol oynamıştı. Kendi ülkesinde 28 Şubat post-modern darbesiyle karşı karşıya kalan, yargı ve askeri vesayetin ne demek olduğunu çok iyi bilen bir siyasetçi olarak, konuşmalarında ‘demokrasi’ ve ‘laiklik’ kavramlarının altını özellikle çizmişti. Tüm bunları yaparken, ekonomik iş birliği konusunda da önemli adımlar atmıştı. Türkiye örneğini çok iyi bilen bizler, Erdoğan’ın mesajlarındaki kritik detayları ve öğütleri görmüş ve Mısır’ın çalkantılı siyaset denizinde iktidar gemisi yürütmeye çalışanların da aynı mesajları alacağını ummuştuk. Ancak öyle olmadı.

Mısır’a, Anglo-Sakson ya da Avrupa tipi bir laiklik değil, Türkiye’de olduğu gibi ‘tüm dini azınlıkları koruyan bir laiklik’ çerçevesi çizen Erdoğan’ın “Laik bir devlet yapısı dinsizliği değil, herkesin dinini inandığı gibi yaşamasının teminatıdır. Anayasayı hazırlayacak olanlar bundan hiç endişe etmesin ve bu anlayışı anayasada teminat altına alsın” tavsiyesi, Müslüman Kardeşler tarafından tepkiyle karşılandı. Müslüman Kardeşler’in sözcülerinden Mahmud Guzlan, “Başka ülkelerdeki deneyimler, Mısır’a kopyalanamaz. Türkiye’de laik bir devletin kurulmasına neden olan koşullar, Mısır’daki koşullardan farklıdır” dedi. Mursi’nin iktidarı boyunca sürdürülen bu tavrın, Müslüman Kardeşler’in siyasi geleceğinde oluşturduğu etki hala tartışılmaktadır.

Erdoğan’ın gezisi, Müslüman coğrafyada askeri, ekonomik ve kültürel olarak öncü ülkelerden ikisinin, Mısır ve Türkiye’nin, belki de modern tarihlerinde en yakın olduğu dönem olarak görülebilir. Mısır ve Türkiye’nin aynı doğrultuda hareket etmesi, başta Körfez olmak üzere birçok güç odağının hoşuna gitmeyecek gelişmeleri beraberinde getirebilirdi. Arap Baharı süreciyle birlikte sadece Mısır’da değil Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da aynı ideolojik altyapıdan beslenen siyasetçilerin etkisini artırması, Batı’nın ve Batı’nın Orta Doğu’daki uzantılarının da canını son derece sıkacaktı. Batı, sahne önünde Erdoğan’ın ‘demokrasi’, ‘laiklik’ ve ‘ekonomik işbirliği’ gibi kavramları kullanmasını övdü. Ancak sahne arkasında, bölgedeki uzantıları vasıtasıyla Mısır’daki darbe sürecine çanak tutmayı tercih etti. Birleşik Arap Emirlikleri de kulislerde Batı’dan aldığı sufleleri, sahaya yansıtma projesinin müteahhitliğini üstlenmişti.

Bizse, şimdilik Türkiye parantezini kapatalım ve o müteahhittin sahaya sürdüğü taşeronları ve çıkar gruplarını incelemeye devam edelim.

DARBE BORSASI YÜKSELİŞTE

Temerrüt Hareketi, Mursi karşıtı büyük gösteriler için 30 Haziran tarihini seçmişti ancak ısınma protestoları erken başlamıştı. Bu dönemde, daha sonra değineceğimiz akaryakıt ve enerji kıtlığı gibi sorunların Mısır halkının sabrını taşırdığını da not etmekte fayda var. Ancak bu çalkantılı ve karamsar ekonomik tablonun ortasında, tam da 24 Haziran 2013 tarihinde Mısır borsası yükselmeye başladı. “2013 Mısır darbesi: Bir ekonometrik analiz” başlıklı tezdeki incelemelere göre Mısır borsasının EGX 100 endeksi 24 Haziran 2013 ila darbenin ertesi gününe denk gelen 4 Temmuz 2013 tarihleri arasında yüzde 19’luk bir yükselişe sahne oldu.[9] Tezde geçen ifadeye göre “Borsadaki bu yükseliş, Mısır’ın ekonomik elitinin, Mursi’nin devrilmesinden önce dahi, Mursi’nin yerine gelecek rejimin, ülkeyi belirli bir noktaya doğru yönlendireceğinden haberdar olduğunu gösteriyordu”.

Bu noktada ekonomik gücü elinde bulunduran zenginlerin Mısır ordusundan kolaylıkla ayrılamayacağını da hatırlamamıza yarayan bir örnek verelim. Mısır Silahlı Kuvvetleri, sadece siyaset ve güvenlik değil, ekonominin köşe başlarını da elinde tutuyordu. Ordu, askeri üretimin yanı sıra televizyon, buzdolabı, makarna, zeytinyağı veya ayakkabı üreten, geniş arazilere sahip olan bir kurumdu. Kimi tahminlere göre ülke ekonomisinin %40’ı Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin elinde bulunuyordu.[10]

Aynı tezdeki şu analizi de, Mısır’da 3 Temmuz Darbesi’ne giden yolun taşlarının, ordu ile sermaye sahipleri tarafından el ele döşendiğini göstermesi açısından kıymetli buluyorum.[11] 2011 yılında Hüsnü Mübarek’in devrilmesini hem ordunun önemli bir kısmı hem de ekonomik elitler istiyordu. Zira Hüsnü Mübarek’in küçük oğlu Cemal Mübarek, bu iki kesimi memnun etmeyecek bir gelecek planlaması içindeydi. Dolayısıyla bu iki kesim de Mübarek’in devrilmesine arka çıktı yahut sessiz kaldı. Ancak 2013’e gelindiğinde durum farklıydı. Bu iki senelik süreçte, ekonomik gücü elinde bulunduran siviller, ordunun ve generallerin imtiyazlarına karışmamaları gerektiğini ve onlarla iyi geçinmenin kendileri açısından da en kârlı seçenek olduğunu kavradı. Dolayısıyla Mursi’nin devrilmesi sürecinde zenginler ve generaller büyük bir ‘uyum içinde’ çalıştı. 2015 yılında yayımlanan bu analizdeki tespitlerin isabetli olduğunu, daha önce bahsettiğimiz ses kayıtları teyit etmişti. Ancak biz, bu ‘uyum içindeki çalışmanın’ sahada neye tekabül ettiğine de göz atalım.

BENZİN KUYRUKLARI

Mısır’ın elektrik sorunu uzun yıllardır halkın yaşam kalitesini düşürüyordu. Hatta, 2012 yılında Başbakan Hişam Kandil halka elektrik tasarrufu sağlamak için ‘tek bir odada oturma’ ve ‘yünlü kıyafetler giyme’ çağrısında bulunmak zorunda kalmıştı.[12] Ancak bu sorun Mursi döneminde özellikle daha da ağır ve görünür bir hale getirildi. ABD merkezli New York Times gazetesinde Ben Hubbard ve David D. Kirkpatrick imzasıyla yayımlanan “Mısır’daki ani gelişim Mursi karşıtı harekâtın teyidi mi?” konulu haber tam da bu meseleyi mercek altına almış.[13]Ordu, Mursi’yi devirdikten sonra Mısır’da hayat ne hikmetse daha iyi bir hale geldi: Benzin kuyrukları kayboldu, elektrik kesintileri durdu ve polis sokaklara geri döndü” ifadeleri dikkat çekiyor makalede. Temerrüt Hareketi’ni destekleyen ve Mübarek döneminin önemli şahsiyetlerinden zengin iş adamı ve medya patronu Naguib Sawiris, protestoculara destek olmak için elinden geleni ardına koymadığını itiraf ediyor ve “Temerrüt, bunların arkasında benim olduğumu bilmiyordu bile! Bundan utanmıyorum da” diyor. Açık bir biçimde, körfezden gelecek para dolayısıyla Mursi’nin devrilmesinin iyi olacağını söylüyor. Darbeden hemen sonra Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Kuveyt’ten Kahire’ye akan milyar dolarlar Sawiris’i haklı da çıkardı.

Daha düşük seviyeden gelen ancak sokaktaki etkiyi Sawiris’in sözleri kadar net bir biçimde gözlerimizin önüne seren itiraflar da mevcut aynı haberde. Emekli olduktan sonra bir güvenlik güçleri derneğini yöneten polis memuru Ihab Yusuf da “Bir anda rejim değişti ve İslami kurallar hakim oldu. Polis memurları, psikolojik olarak bu yeni rejimi bir türlü kabullenemedi” diyor. Mursi döneminde polisin, hükümetle halkı karşı karşıya getirmek için kasten sokaklardan çekildiği, kimi meselelere müdahale etmediği ya da sabotajlarda parmağı olduğu birçok habere konu olmuştu. Bu durumu, 29 yıllık Mübarek dönemindeki etkisini ve kuvvetini yitiren ve eski günlerine dönmek isteyen İçişleri Bakanlığı statükosunun, başına buyruk hareket etme güdüsüyle açıklamak da mümkün. Ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın Müslüman Kardeşler karşıtlığını anlamak için, aralarında gelecekteki cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin de aralarında bulunduğu Müslüman Kardeşler üyelerinin hapishanelerden firarı sırasında yaşanan kaosu da hatırlamalıyız. O gün öldürülen polis memurlarının intikamını almak da İçişleri Bakanlığı bürokratlarının temel motivasyonlarından biriydi.

Reuters haber ajansının 10 Ekim 2013 gününde yayımladığı analize göre İçişleri Bakanlığı, 3 Temmuz darbesini hazırlayan en önemli güç odaklarının başında geliyordu.[14] Tekrar etmekte fayda var ki, İçişleri Bakanlığı, Mübarek devrildikten sonra ortaya çıkan kan lekeli işkence odalarının rahatlığını ve her türlü itirafın alındığı sorgulama tekniklerini kullandığı günleri özlemle anıyordu. Mursi’nin, polise ve askere yönelik terör eylemleri nedeniyle hüküm yiyen ve 1990’lardan beri hapishanede tutulan isimleri affederek salıvermesi de güvenlik güçleriyle arasındaki husumeti arttırmıştı. Reuters’a göre binlerce alt ve orta rütbeli güvenlik gücü memuru “Terörist olarak gördükleri bir cumhurbaşkanına hizmet etmeyi kendisine yediremiyordu”.

Tüm bu sorunlar darbenin ardından, sihirli bir değnekle dokunulmuşçasına yok oldu. Onu da yine New York Times’a konuşan bir benzin istasyonu müdüründen, Ahmed Nebevi’den dinleyelim: “Akaryakıt sıkıntısının nedeni hakkında bir sürü iddia duydum. Teknik sorunlar, ülkeye gelen akaryakıtın kalitesiz çıkması ya da stokçular… Ancak bir gece uyuduk, ve uyandığımızda bütün sorunlar çözülmüştü[15].

YAKLAŞIYOR YAKLAŞMAKTA OLAN…

28 Haziran günü geldiğinde, Temerrüt Hareketi’nin planladığı 30 Haziran gösterilerinin ısınma turları Kahire’de, İskenderiye’de, Dekhaliye ve Garbiye’de sahnelenmeye başlamıştı. Buna karşılık Mursi yanlıları da Rabiyatül Adeviye meydanını mesken edinmiş, cumhurbaşkanına destek için toplanıyordu. Durumu tedirgin bir biçimde takip eden ve başına gelecekleri tahmin edecek kadar ülkesini tanıyan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, 26 Haziran günü Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı terk ederek El Quba Sarayı’nda çalışmaya başlamıştı.[16] Bu mekân değişikliği kamuoyuyla paylaşılmasa bile, Müslüman Kardeşler üyeleri, darbe sürecinin başladığını 23 Haziran tarihinde gördüklerini söylüyor. Associated Press’e konuşan bir Müslüman Kardeşler sözcüsü “Ayın 23’ünde bu işin bittiğini biliyorduk. Batılı büyükelçiler bize bunu söyledi” ifadelerini kullanmış, Sisi’nin Mursi ve muhalefete açıkça verdiği ‘aranızdaki sorunları çözün’ ültimatomunu işaret etmişti.[17]

Beklenen gün, yani 30 Haziran tarihi geldiğinde Temerrüt Hareketi’ne göre 14 milyon Mısırlı, Mursi’ye karşı sokaklara çıktı. Ancak bağımsız kaynaklara ve Washington Post gibi gazetelere göre sokağa çıkanların sayısı 1 milyon civarındaydı.[18] Yine aynı kaynaklara göre Kahire’deki Rabiyatül Adeviye meydanında ve diğer şehirlerde Mursi’ye destek için de yüzbinlerce Mısırlı meydanlara inmişti. O gün Mursi, aslî görevi cumhurbaşkanını korumak olan Cumhuriyet Muhafızları’nın karargahına geçti.

Ertesi gün göstericilerin safına, “Polis ve halk birdir” sloganları atan polis memurları da katıldı. Üstelik bu sloganları atarken üniformaları da üzerindeydi. Mübarek rejiminin yıkıldığı yerde, 1 milyona yakın göstericinin toplandığı Tahrir Meydanı’nda, yeni bir rejim, bu kez Abdulfettah Sisi’nin başını çektiği rejim doğmaya hazırlanıyordu. Gösteriler İskenderiye, Süveyş ve Port Said’de de devam ederken Kahire’deki Müslüman Kardeşler Karargahı, Mursi karşıtı protestocular tarafından basıldı, yağmalandı, sekiz kişinin ölümüne sebep veren olaylara sahne oldu. Ülkenin başka yerlerinde de kan dökülmeye başlamış, ölü sayısı 16’yı bulmuştu. Aynı gün iki ültimatom yayımlandı.

Temerrüt hareketi Mursi’ye seslendi, 2 Temmuz günü saat 17:00’ye kadar cumhurbaşkanlığı görevinden çekilmesini istedi. Mısır Silahlı Kuvvetleri’yse ‘her iki tarafı’ uyararak “48 saat içinde anlaşmaya varın” açıklamasında bulundu. Ancak bu açıklamanın ve kelimelerin arkasındaki mesaj çok netti. Mısır ordusu aslında darbenin saatini açıklıyor, sokaktaki Mursi yanlılarına evlerine dönmelerini söylüyor, Mursi’ye ise istifasını sunmasını emrediyordu.

Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı olan Özgürlük ve Adalet Partisi’ne üye olmayan, ancak Mursi tarafından kabineye atanan altı bakan 1 Temmuz’da istifasını sundu. Görevden ayrılan bakanlardan biri de deneyimli siyasetçi ve Dışişleri Bakanı Kamel Amr’dı. Ve El Cezire’nin haberine göre, tam da o gün, Beyaz Saray’dan, ABD Başkanı Barack Obama’dan bir telefon geldi Mursi’ye. Obama’nın ‘tavsiyesi’ de Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin ültimatomunu andıran cinstendi Obama: “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yenileceğini ilan et ve aday olmayacağını açıkla” demiş, Mursi ise telefonu kapatmadan önce Obama’ya “Buna Mısır halkı karar verir” demiştir.[19]

2 Temmuz’da kriz daha da büyüdü. Kabinenin tamamının ve cumhurbaşkanlığı sözcüsünün istifa ettiği söyleniyordu. Temerrüt Hareketi’nin Mursi’ye tanıdığı mühletin dolmasına, yani saat 17:00’ye yaklaştıkça Tahrir Meydanı’ndaki kalabalık artmaya başladı. Tepelerinde adeta gövde gösterisi yapan askeri helikopterler vardı. Meydandakiler askeri helikopterleri sevinçle selamlıyordu. Temerrüt Hareketi’nin sözcüsü “Ordunun milletin yanında saf tuttuğunu” açıkladı. Ses kayıtlarında tasarlanan planlar, saat gibi, tıkır tıkır işliyordu.

Ordu darbe yapacağını bu kez daha net bir biçimde yineledi. Reuters’a konuşan bir yetkili, ‘3 Temmuz tarihine kadar Mursi görevden çekilmezse anayasanın ve meclisin feshedileceğini’ söyledi. Bununla da kalmadı bir ‘geçiş hükümetinin hazır olduğunun’ sinyalini verdi. Her şey hazırdı. Televizyonlar, Mısır ordusunun o gün yaptığı tatbikatları yayınlarken, Mısır ordusundaki hareketlilik had safhaya varmıştı. Zırhlılar Kahire’de boy gösterirken sınırlardaki askeri varlıklar tahkim edilmişti. Ağustos ayında bizzat Mursi tarafından Savunma Bakanlığı görevine atanan Abdulfettah Sisi, o gün bir kez daha Mursi’ye “Eğer politik bir çözüme ulaşılamazsa, 3 Temmuz’da askerin yönetime el koyacağını” bildirdi.[20] Mursi direniyor, hâlâ görevinin başında olduğunu açıklıyordu.

O gece Mursi ulusa sesleniş konuşması yayımlayarak istifa etmeyeceğini ve anayasal meşruiyetini canı pahasına savunacağını dünyaya duyurdu.[21] Askerin darbe tehditlerine karşı “Meşruiyet hiçbir şeyle ikame edilemez” dedi ve göstericilerin Mübarek döneminin kuvvetleri tarafından kışkırtıldığını savundu. Aynı gece Mısır ordusunun Facebook hesabından yayımlanan bir paylaşımdaysa şu ifadeler yer alıyordu: “Mısır halkının tehdit edildiğini veya korkutulduğunu görmektense ölmeyi tercih ederiz. Canımızı ve kanımızı Mısır’ı, her türlü terörist, köktenci ve cahile karşı savunmak için feda etmeye ant içeriz. Yaşasın Mısır!” Yazının başlığı her şeyi anlatıyordu: “Son saatler”.[22]

BİTMEYEN DARBE

3 Temmuz 2013 günü Abdulfettah Sisi liderliğindeki askerler Mısır tarihinin demokratik yollarla seçilen ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi tutukladı. Ordu, anayasayı askıya aldığını ve geçiş hükümetinin yönetimi devraldığını açıkladı. Tahrir Meydanı’nda sevinç hâkimdi. Mursi yanlılarının zırhlı ve tepeden tırnağa silahlı askerlerin ortasında kaldığı meydanlardan ise öfke ve hayal kırıklığı nidaları yükseliyordu. O gün çeşitli çatışmalarda 7 kişi yaşamını yitirmişti ama darbenin can alıcı bilançosunun yaşanmasına henüz vakit vardı. Batı’ya makyajlı bir poz vermek isteyen Sisi, tüm bu süreci detaylarıyla ölçüp biçmiş, darbe karşıtlarının sesini kesme işini daha sonraki bir tarihe bırakmıştı. Ne de olsa o Mısırlı bir askerdi, hem siyaseti, hem bürokrasiyi, hem de halkın tepkisini yavaş yavaş boğmayı çok iyi biliyordu.

Bir yıllık cumhurbaşkanlığı ekonomik çalkantılar, enerji sıkıntıları, ideolojik çatışmalar ve ihanet oyunları içinde geçen Mursi’nin nereye götürüldüğünü bilen yoktu.[23] Bu yazının kaleme alındığı 2021 yılında cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan ve 2018 yılındaki son seçimlerde yüzde 98 oranında oy aldığını açıklayan Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 3 Temmuz 2013 Çarşamba akşamı kameralar karşısına geçti. Darbeci general, ordunun siyasette kalmak gibi bir planı olmadığını söyledi. Mursi’yi devirme sebeplerini de açıkladı. Muhammed Mursi, ülkenin milli birlik ve beraberliğini tehlikeye atıyordu.

Darbeye destek genişti. Sisi’nin o gece açıklama yaptığı sırada arkasında bulunanlar arasında El Ezher Şeyhi Ahmed el Tayeb, Temerrüt Hareketi Lideri Mahmud Bedr, Mısır Kıpti Ortodoks Kilisesi Papası Tavadros, Selefi Nur Partisi temsilcisi Bassam el Zarka ve en önemlisi, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu başkanlığı yapmış, 2005 yılında Nobel Barış Ödülü’nü almış Muhammed Baradey de bulunuyordu.[24] Bu fotoğraf, Tahrir Meydanı’ndaki lazerli ve havai fişekli kutlamalarla birlikte okunduğunda 3 Temmuz Darbesi’nin, ülkede nasıl algılandığını anlamak açısından daha sağlıklı bir fikir sahibi olabiliriz. Mursi’nin de aralarında bulunduğu Müslüman Kardeşler üyelerinin birçoğu tutuklandı, terör ve yabancı devletlere ajanlık yapmak gibi suçlarla yargılandı ve türlü işkencelere maruz bırakıldı.

RABİA KATLİAMI

Müslüman Kardeşler ve Mursi destekçileriyse sokaklarda darbe karşıtı barışçıl gösterilerini sürdürme kararı aldı. Ülke genelinde yer yer çatışmalar devam ediyor, her gün ölüm ve yaralanma haberleri geliyordu. Darbe günü (3 Temmuz Çarşamba) 17 kişi yaşamını yitirmişti. Ertesi geceyse çeşitli çatışmalarda 30 ölü, 1000’den fazla yaralı vardı. Darbeden 2 gün sonra, Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Bedii, cuma namazı cemaatine “Allah’ım Mursi’yi galip kıl ve sarayına geri getir. Biz onun askerleriyiz ve onu canımız pahasına koruyacağız[25] konuşmasını yaptı. Bu tavır, bu meydan okuma narası karşılıksız kalmayacak, o konuşmayı dinleyenlerin birçoğu ya katledilecek ya da Mısır hapishanelerinde yıllar süren işkencelerle sakatlanacaktı.

Uluslararası medyaya da yansıyan ilk büyük katliam, 8 Temmuz Pazartesi günün sabah namazında yaşandı. Ordu, namaz kılan cemaatin üzerine ateş açtı. Cemaat, Mursi’nin son görüldüğü yerin, Cumhuriyet Muhafızları Karargahı’nın önünde namaza durmuşken, görgü tanıklarının ifadesine göre saat sabah 05:30 sularında katliam başladı. Feci olayda, cemaatten 51 kişi yaşamını yitirdi, 435’i yaralandı.[26] Ordu ise Cumhuriyet Muhafızları’nın saldırıya uğradığı için cemaate ateş açtığını açıkladı. Sisi, 5 hafta sonra yaşanacak ve sadece Mısır’ın değil, yakın tarihin en büyük katliamlarından biri olarak kayıtlara geçecek Rabia Katliamı’nın bir provasını yapmıştı.

Bu olay üzerine Selefi İslam görüşünü destekleyen El Nur partisi, darbe komisyonundaki müzakerelerden çekildi. Darbe gecesi Sisi’nin arkasında poz veren Ezher Şeyhi El Tayeb “evime çekilmekten başka çarem kalmadı” açıklamasında bulundu. Mursi’yi deviren koalisyonda çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Ancak Sisi’nin koalisyona ihtiyacı da yoktu. Yoluna devam etti. 14 Ağustos 2013 tarihine, Rabia Katilamı’na dek Mursi yanlıları da gösterilerine devam etti. O gösterilerde ve yer yer çıkan çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısı 100’ü geçti.

Tarihe “Rabia Katliamı” olarak geçen olay, 14 Ağustos’ta, Mursi yanlılarının El Nahda Meydanı ile birlikte mesken bellediği Rabiatül Adeviye Camii’nin çevresinde yaşandı. Darbenin üzerinden altı hafta geçmişti ve göstericiler barışçıl eylemleri sürdürmekten geri adım atmamıştı. Ancak ülke içinden ve uluslararası camiadan gelebilecek tepkilerin endişesini yaşayan yeni yönetim, bu iki meydanı da boşaltamamıştı.

Gün geçtikçe Mursi yanlıları bu iki meydana kök saldı; kendi dükkanlarını, berberlerini ve hatta televizyon kanallarını kurdular. Sisi’nin ve Kahire’nin huzurunu fena halde kaçırıyorlardı. Kabine, yaptığı açıklamada, bu iki meydandaki oturma eylemlerini ‘rahatsız edici’, ‘Mısır milli güvenliğine tehdit içerici’ ve ‘vatandaşları terörize edici’ sıfatlarıyla nitelendirmişti. Katliam için -tıpkı 3 Temmuz gibi- yine bir çarşamba sabahı seçildi.

Sabah 06:00 sularında, hiçbir uyarı yapılmaksızın operasyonlar başladı. Çatılara keskin nişancılar konuşlanmıştı. Meydana doğru zırhlı araçlar eşliğinde hareket eden barikat temizleyici iş makinaları ve tepeden tırnağa silahlanmış özel kuvvetler Rabia meydanını bir savaş meydanına çevirmişti. Kaçış yolları tayin edilmişti. Helikopterler kalabalığın üzerinde uçuyor, sadece bu yollardan meydanın terk edilebileceği anonsları geçiliyordu. Başka yollardan kaçmaya çalışanlar, çatılardaki keskin nişancılara hedef olacaktı. Operasyon 12 saat sürdü. Gün batarken, uluslararası gözlemcilerin raporlarına göre Rabia meydanında 904 kişi katledilmişti.

İnsan Hakları Gözlemevi, o gün yaşananlar için ‘insanlığa karşı işlenmiş suç’ tanımlamasında buldu ve raporunda ‘modern tarihte, bir günde yaşanan en kanlı protestocu katliamlarından biri’ ifadelerine yer verdi.[27]

Aynı gün, ülke genelinde polis karakolları saldırıya uğradı, Hristiyan nüfusa karşı nefret suçları işlendi. Bunların üzerine Sisi yönetimi, başkent Kahire, Gize, İskenderiye ve Süveyş’in de aralarında bulunduğu 14 vilayette olağanüstü hal ve geceleri sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu saldırıların arkasında Müslüman Kardeşler’in olduğu iddia ediliyordu.

Mursi’yi ve Müslüman Kardeşleri iktidardan indirmek için Sisi’yle birlikte yürüyenlerin bir kısmı da yüzlerce kişinin cesedini görünce uyandı. Sisi’nin 3 Temmuz’daki darbe konuşmasındaki, o meşhur fotoğrafta yer alan en önemli isim, Nobel Barış Ödüllü siyasetçi Muhammed Baradey, geçiş hükümetindeki başkan yardımcılığı görevinden istifa ettiğini açıkladı. Ancak bu istifa bile Baredey’i kurtaramadı. “İstifa ederek Mısır halkının güvenini boşa çıkarmak” suçlamasıyla yargılanan Baradey’e, bu ibretlik sahnede acı bir rol biçilmişti.[28]

Dünyada en büyük etkiyi Türkiye’de uyandıran ve Rabia işaretiyle anılan katliama uluslararası camia da tepki gösterdi. ABD ve Avrupa Birliği’nin başını çektiği birçok devlet ve uluslararası kuruluş Sisi yönetimini kınadı. Tabii ki, darbenin fonlayıcıları rolünü üstlenen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri hariç…

YUSUF BULUNUR, KENAN BULUNMAZ…

Darbe sonrası süreç, yazının başında da ipuçlarını verdiğimiz gibi Mısır için Mübarek döneminin uygulamalarına dönüşü andırıyor bizlere. Bu noktada, bana Yunus Emre’nin meşhur “Yusuf’u kaybettim Kenan ilinde / Yusuf bulunur Kenan bulunmaz” dizelerini hatırlatan ve Mısır’ın nasıl bir polis devleti olduğunu gözler önüne seren bir makaleden bahsetmek istiyorum. Financial Times’da yayımlanan “Mısır’ın Kara Delikleri” başlıklı haberinde Borzou Daragahi, Mısır’daki gizli hapishaneleri anlatıyor.[29] Üç hafta önce kaybolan evladı Ahmed’i arayan bir annenin hikâyesi, yazının iskeletini oluşturuyor. Yaşlı kadın, bir yetkiliden “Oğlunuz Azuli hapishanesinde” ifadesini duyduğundan ötürü, Ahmed’i aramak için Azuli hapishanesine ulaşmaya çalışıyor. Ancak değil gözü yaşlı anne, Ahmed’in avukatları bile bu hapishanenin nerede olduğuna, hatta bir Azuli’nin var olup olmadığına dair bilgi bile edinemiyor. Ahmed hakkında edinebildikleri son kesin bilgi, üç çocuk babası genç adamın, 14 Ocak tarihinde, başkent Kahire’de, polis tarafından gözaltına alındığıydı.

Mısır’da Azuli’lerden oluşan gizli bir zindan ağı olduğu ve bu ‘kara delik’lerin, yönetim tarafından bir ‘toplumu kontrol enstrümanı’ olarak kullanıldığı uzun süredir bilinen bir gerçek. Son haberlere göreyse, Mısır’daki gizli hapishanelerin sayısı 3 Temmuz Darbesi’nin ardından gözle görülür biçimde artış gösterdi.

İçişleri Bakanlığı’nın hiçbir şekilde varlığını kabul etmediği Azuli hapishanesini aktivist avukatlardan ve insan hakları savunucularından öğreniyorlar. Kahire’ye iki saat mesafede, Mısır ordusu tarafından yönetilen Süveyş Kanalı kenarındaki hapishaneyi buluyorlar. Ancak içeri girmek de mümkün değil, içeriden haber almak da… Aslında suç işleyen ve disiplinsizlik gösteren muvazzaf askerlerin tutulması için inşa edilen Azuli hakkında herhangi bir resmi tutanak da olmadığı için, Ahmed’in içeride olup olmadığı bile meçhul. Acılı anne, oğlunun içeride olup olmadığını anlamak amacıyla gardiyanlara yalvararak, sadece Ahmed’inin cevabını bilebileceği bir soru gönderiyor içeri. Cevap doğru gelince, gözyaşları içinde oğluna bir mahkeme tarihi verileceği günü beklemek üzere evine dönüyor.

Bu yazının kaleme alındığı tarihte “Mısır’ın kara delikleri” olarak anılan bu tür hapishanelerin hala tedavülde olduğunu bir kez daha hatırlatalım.

YÜZDE DOKSAN YEDİ

İşte bu ortamda Mısırlılar bir kez daha cumhurbaşkanlarını seçmek için sandık başına gitti. Ancak sonuçlardan da anlaşılacağı üzere seçimlerin demokratik olmak gibi bir gayesi veya hassasiyeti yoktu. Sadece iki adayın katıldığı ve katılım oranını yüksek çıkarmak için üç gün boyunca sandıkların kurulu kaldığı 2014 seçimlerinde Abüdlfettah Sisi, yüzde 96 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçildi. Bir sonraki seçimler, 2018 yılında yapıldı. Yüzde 41’lik bir katılım oranının yakalandığı seçimlerde, Sisi geçen seçimlere göre oy oranını bir puan artırarak yüzde 97 ile tekrar başa geldi. Uluslararası gözlemciler her iki seçim için de “bağımsız ve adil olma kriterlerinin hiçbirine uyulmadı” yorumunu yayımladı.[30] İnsan Hakları Gözlemevi’nin 2018 seçimi için hazırladığı raporuysa “Seçimler ne özgür, ne de adil” başlığını taşıyordu.

Bu süreçte yargılamalar devam ederken ülke tarihinin demokratik yollarla seçilen ilk ve tek cumhurbaşkanı Muhammed Mursi de 17 Haziran 2019 tarihinde bir duruşma esnasında fenalaştı ve hayatını kaybetti. Ölümü kötü hapis koşullarına bağlansa da Mursi karşıtları, devrik cumhurbaşkanının hapishane hücresinde gözlerden ırak bir biçimde ölmesindense mahkeme salonunda düşüp ölmesini memnuniyetle karşıladı. Ne acıdır ki bu ölüm biçimini, ‘Mısır hapishanelerindeki durumun o kadar da kötü olmadığının’ bir işareti olarak yorumladılar.

Mursi ailesinin, cenaze töreni talebi reddedildi. 67 yaşında yaşamını yitiren Mursi, sadece ailesinin katılabildiği bir cenaze namazının ardından sessizce defnedildi.[31]

Mısır darbesinin en acı taraflarından biri de uluslararası ilişkilerin ‘değerler’ yerine ‘çıkarlar’ üzerinden ilerlemesini dünyaya bir kez daha göstermesi oldu. Avrupa Birliği, darbeye tepki olarak “her iki tarafı da şiddeti sonlandırmaya ve demokratik süreci işletmeye” davet etti.[32] Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon demokrasiye dönüş çağrısı yaptığı açıklamasında ‘herhangi bir ülkede askeri müdahalenin bir endişe kaynağı’ olduğunu belirtmekle yetindi. Yine, ’darbe’ kelimesini kullanmayanlardan Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, yaşananları ‘demokrasinin yara alması’ olarak nitelendirdi. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ise kabinesine konuyla alakalı açıklama yapmayı veya röportaj vermeyi yasakladı.[33] Suudi Arabistan ise geçiş hükümetinin lideri Adli Mansur’u ilk kutlayan ülke oldu. Onu Filistin yönetimi izlerken, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır’daki gelişmelerden dolayı duydukları memnuniyeti dünya kamuoyuyla paylaştı.

Mısır’daki darbeye ve katliamlara en üst düzeyden açıklamalarla karşı çıkan ve olayları yakından takip ederek Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla açıklamalar yayımlayan ülke ise Türkiye oldu. Bunda, hem dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın -yazının daha önceki bölümlerinde bahsettiğimiz gibi- Mısır’daki sürece ‘yol gösterici’ bir rol üstlenmesinin, hem de Türkiye kamuoyundaki Mısır hassasiyetinin yüksekliğinin etkisi vardır. Rabiatül Adeviye meydanındaki katliamın ardından Rabia işareti, Türkiye’de son derece popüler olmuş, Türk halkının belki de kendi geçmişinden izler de gördüğü vesayet rejimini hatırlatan uygulamaları Mısır’da tekrar görmesi, bu duygu birliğini perçinlemiştir.


[1] Zabıtanın cinsiyetini zikretmemin sebebi, meseleye cinsiyetçi bir yorum getirmek değildir. Yerel kaynaklar, Buazizi’nin, bir kadın tarafından tartaklanmasının, genç adamın yaşadığı çöküşü daha da sert kıldığını söylemektedir. Tunus kültürü göze alındığında, olayın daha da net anlaşılması için bu detaya yer verdim.

[2] https://www.thetimes.co.uk/article/an-ordinary-man-on-a-bad-day-he-changed-the-world-mwbkcxfwjs9

[3] https://www.theguardian.com/world/2011/feb/11/hosni-mubarak-resigns-egypt-cairo

[4] Seçimin ilk turu 23-24 Mayıs 2012 tarihinde gerçeklemiştir.

[5] Mısır’da 2017 verilerine göre okuma yazma bilen yetişkin erkeklerin oranı %76, okuma yazma bilen kadınların oranı ise sadece yüzde 65’tir. https://www.statista.com/statistics/572680/literacy-rate-in-egypt/

[6] https://www.wsj.com/articles/SB10001424127887324425204578601700051224658

[7] Temerrüd Hareketi, 30 Haziran 2013 tarihine kadar 22 milyon imza topladığını iddia etse de bu miktar bağımsız gözlemciler tarafından doğrulanamamıştır. Müslüman Kardeşler’e göreyse, Temerrüd Hareketi’nin topladığı imza sayısı 170 bin civarındadır.

[8] https://www.thedailybeast.com/secret-tapes-of-the-2013-egypt-coup-plot-pose-a-problem-for-obama

[9] https://www.academia.edu/25995601/Egyptian_coup_of_2013_an_econometric_analysis

[10] Korotayev and Zinkina 2011b; Malkov, Issaev, et al. 2013 Malkov, Korotaev, et al. 2013; Korotayev, Issaev, and Shishkina 2014

[11] https://www.academia.edu/25995601/Egyptian_coup_of_2013_an_econometric_analysis

[12] Vasudevan Sridharan, “Egyptian PM Qandil Offers Bizarre Solution to Power Crisis,” International Business Times, 12 August 2012

[13] https://www.nytimes.com/2013/07/11/world/middleeast/improvements-in-egypt-suggest-a-campaign-that-undermined-morsi.html

[14] https://www.reuters.com/article/us-egypt-interior-specialreport-idUSBRE99908D20131010   

[15] https://www.nytimes.com/2013/07/11/world/middleeast/improvements-in-egypt-suggest-a-campaign-that-undermined-morsi.html

[16] https://web.archive.org/web/20130707111210/http://bigstory.ap.org/article/his-final-days-morsi-was-isolated-defiant

[17] https://web.archive.org/web/20130707111210/http://bigstory.ap.org/article/his-final-days-morsi-was-isolated-defiant

[18]  The Washington Post. 3 July 2017.  7 March 2018.

[19] https://web.archive.org/web/20140105094007/http://www.youtube.com/watch?v=60ByKuFtH7w

[20] https://www.bloomberg.com/news/articles/2013-07-02/mursi-trust-in-military-man-s-loyalty-backfires-as-egypt-teeters

[21] https://www.aljazeera.com/news/2013/7/2/egypts-morsi-says-he-will-not-step-down

[22] ( https://web.archive.org/web/20140904035740/https://www.facebook.com/Egyptian.Armed.Forces.Admins/posts/633415760005031 )

[23] Mursi, daha sonra mahkemede vereceği ifadesinde 2 Temmuz’da kaçırıldığını, 2 Temmuz – 5 Temmuz arasında kendisini korumakla görevli Cumhuriyet Muhafızları’nın karargahında esir tutulduğunu, bunu takip eden 4 ay boyuncaysa bir askeri deniz üssünde tutulduğunu söyleyecekti. https://www.huffpost.com/entry/morsi-claims-kidnapped_n_4265964 )

[24] https://english.ahram.org.eg/NewsContent/1/151/133707/Egypt/Features/Supporters-of–July–Where-are-they-now.aspx

[25] https://www.aljazeera.com/news/2013/7/6/egypt-tense-after-night-long-clashes

[26] https://www.foxnews.com/world/at-least-54-killed-in-clashes-at-cairo-republican-guard-headquarters

[27] https://www.hrw.org/news/2014/08/12/egypt-rab-killings-likely-crimes-against-humanity

[28] https://www.aljazeera.com/news/2013/8/21/cairo-court-sets-trial-date-for-elbaradei

[29] https://www.ft.com/content/b0ac6ccc-c97e-11e3-99cc-00144feabdc0

[30] https://www.hrw.org/news/2018/02/13/egypt-planned-presidential-vote-neither-free-nor-fair

[31] https://www.bbc.com/news/world-middle-east-48672096

[32] https://www.bbc.com/news/world-middle-east-23175379

[33] https://www.cbc.ca/news/world/world-leaders-put-egypt-on-notice-over-democracy-1.1347854