27 MAYIS’IN ARTÇI DARBELERİ: 22 ŞUBAT 1962 VE 21 MAYIS 1963 MÜDAHALE GİRİŞİMLERİ – Dr. Nesimi Gökşen

0
33

Dönemin Ruhu: Albaylar Kuşağı

Türkiye’de 1960-63 dönemini kapsayan “Albaylar Kuşağı”, öncelikle geçmişi yıllar öncesine kadar giden “gizli örgüt arkadaşlığı”nın bir neticesidir. Bu kuşağın çekirdek kadrosunu gizli örgütün ilk kurucuları ve üyeleri oluşturmaktadır. Bu isimler Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) dâhil edilmeyen ancak Komite’deki arkadaşları tarafından Ankara ve İstanbul’daki kilit mevkilere tayin edilen subaylardan müteşekkildir.

Bununla birlikte “kudretli Albay” tabiri ilk olarak 27 Mayıs’tan sonra Alparslan Türkeş için kullanılır. 29 Mayıs günü Başbakanlık Müsteşarlığı’na atanmasıyla “ihtilalin kudretli albayı”,[1] General Cemal Gürsel’in en yakınındaki isim olmasıyla “İhtilalin Nasır’ı Türkeş”[2]gibi sıfat ve unvanlarla anılmaya başlar. Türkeş’in birbiriyle sıkı biçimde bağlantılı bu sıfatları, Mısır’da Hür Subaylar Hareketi’nin[3] lideri Albay Cemal Nasır’a refere etmekteydi. Albay Nasır’ın 1952 yılında birlikte hareket ettiği General Necip’i 1954’te devirerek diktatörlüğünü ilan etmesi, 27 Mayıs’tan sonra Türk basını tarafından sıklıkla dile getirilen temalardan biridir.[4] Diğer bir ifadeyle Mısır örneğinde yaşanan “General Necip – Albay Nasır” hikâyesi üzerinden “General Gürsel – Albay Türkeş” benzetmesi yapılmaktaydı.[5]

Nitekim dönemin Türkiye’sinde generaller ile genç subaylar arasında gerek “rütbe” farkından dolayı askerî hiyerarşi çatışması, gerekse “kuşak” farkından dolayı zihinsel bir çatışma bulunmaktaydı. 27 Mayıs’tan sonra teşkil edilen hem Milli Birlik Komitesi hem de Silahlı Kuvvetler Birliği örgütü gibi legal veya illegal örgütler, ordunun formel hiyerarşik yapısına göre değil, 1954’ten itibaren devam eden gizli örgütlerin “müsavi” yapısı dikkate alınarak teşkil edilmişti. MBK ve SKB’nin bu kurumsal çelişkileri; albayların rütbelerinin üstünde bir politik güce sahip olmalarına neden oluyordu. Başta Talat Aydemir, Dündar Seyhan, Faruk Güventürk, Necati Ünsalan gibi albaylar gizli örgütün çekirdek kadrosunu oluşturmalarına rağmen MBK’ya giremeyen subaylardı. 13 Kasım Olayı’ndan sonra MBK’ya alternatif bir iktidar ortağı olarak ortaya çıkan SKB örgütünün kurulmasında etkin olan bu subaylar, bir süre sonra apoletlerindeki rütbelere inat ordu içinde “kudretli” bir konum inşa edeceklerdi. Elbette bu durumun ortaya çıkmasında hiyerarşi dışı niteliğiyle 27 Mayıs’la birlikte ordunun yapısal bünyesinde oluşan tahribatların etkisi büyüktü.

İkinci olarak kuşak farkından doğan ihtilaflardı. Yüksek rütbeli subayların temel gayesi, iktidarın kısa sürede sivil elitlere bırakmaktı. 27 Mayıs sabahı, Cemal Gürsel’in subayları kışlalarına geri gönderme gayretinin genç subayların tepkisiyle karşılaşması, bu çatışmanın bir göstergesiydi. Atatürk sonrası dönemin kuşağını oluşturan ordudaki geniş genç subay kitlesinin temsilcisi rolünde olan Komite içindeki genç üyeler, mevcut siyasal partilerden herhangi birine güvenmemekteydiler. Ülkeyi geri kalmışlıktan kurtarmak, temel “motivasyon” kaynaklarıydı. Aynı umutları olan, benzer rüyaları gören bu yeni “dinamik” genç kuşağın düşüncesine göre, geçmişte ülkeye büyük hizmetleri olmuş olsa da, misyonunu tamamlayan bir önceki kuşak artık köşesine çekilmeli ve bayrak gençlere teslim edilmeliydi: “27 Mayısçılar arasında kuşak farkından doğan kavgalar, tartışmalar eksik olmuyordu.”[6]  Nitekim 28-29 Nisan 1960 Olayları’yla başlayan ve 1960’lı yıllarda ülkeye damgasını vuran radikal “gençlik hareketi” bu açıdan okunabilir.[7] Bununla birlikte, François Georgeon, Jön Türklerden itibaren özerk bir siyasal güç olarak beliren gençlerin Tek Parti kadrolarınca, bir yandan bilinçlendirilmesine karşın diğer yandan kontrol altında tutulduğunu dile getirir. Zira Nutuk’taki “Ey Türk Gençliği” söylemi, gençleri “iktidara davet” tebliği değil, rejimin yeni nesil tarafından “muhafaza” edilmesine yönelik bir çağrıydı. Zira Tek Parti rejiminin “genç” yönetici zümresi, kendilerini izleyecek “yeni nesil”e güvenmemekteydiler. Buna göre, 27 Mayıs 1960 müdahalesine kadar “ne Jön Türk Devrimi’nin bir daha gerçekleştirilmesi ne de iktidarın gençlere devredilmesi söz konusu” olmuştu.[8] Bu minvalden okunacak olursa, 27 Mayıs müdahalesini yıllardır planlayan genç subayların, Atatürk döneminin uzantısı sivil-asker bürokrasiye yönelik tepkileri olduğunu söylemek mümkündür. Başta Celal Bayar ve İsmet İnönü olmak üzere, dinamizmini kaybetmiş bu “statükocu” kuşağın devlet yönetiminden “elini eteğini çekmesi” gerektiğini düşünmekteydiler. Tarhan Erdem, 27 Mayıs’ı izleyen aylarda siyasete atılmak isteyen subayların İnönü’yü kendilerine büyük bir engel olarak gördüklerini ifade eder: “Ne var ki İnönü, demokrasi dışı, halka dayanmayan oldu-bittilere karşıdır. İnönü’yü bertaraf edemeyenler, her fırsatta İnönü’yü zayıflatmaya yönelmişlerdir. CHP’nin desteğini alabilmek için demokrasi-dışı siyaset anlayışlarını “Kemalizm” olarak sunmuşlardır.” [9] Bu fikrin en radikal isimlerinden Kurmay Albay Dündar Seyhan, İnönü’nün Türkiye’yi geri kalmış ülkeler arasına sokmakta oldukça başarılı olduğunu ironiyle dile getirmektedir: “İsmet Paşa devrini doldurmuş, fonksiyonunu yitirmişti.”[10] Albaylar kuşağının önde gelen isimlerinden Talat Aydemir’in İsmet Paşa hakkındaki fikirleri, Dündar Seyhan’ı destekler niteliktedir: “Reformlara en çok ihtiyacımız olduğu bu devrede, bütün hayatı statükoyu muhafazayla geçmiş İnönü’yü tekrar ülkenin başında görmek, bu milletin talihsizliği olmuştur.”[11]

Bu dönemde kullanılan devrim kelimesi, aslında Atatürk döneminde toplumu modernleştirmek için yapılan Kemalist devrimlere refere etmekteydi. 27 Mayıs müdahalesi ise “Kemalist devrimlere devam” niteliğinde bir “devrim” olarak sayılıyordu. Dönemin bazı aydınları tarafından 27 Mayıs’a “devrim” denmesinin nedeni de buydu.[12] 1960’ların başında, 27 Mayıs’ın intikamını almaya çalıştığını söylenen DP/AP geleneği “karşı-devrimci” olarak ötekileştirilirken, CHP’ye yönelik ise giderek artan bir düş kırıklığı da söz konusuydu. İnönü’nün koalisyon hükümetleri dönemindeki sağcı partiler karşısındaki uzlaşmacı faaliyetleri, 1962 yılından itibaren İnönü’ye “devrim haini” sıfatıyla taarruz edilmesine neden olacaktı.[13] 1960-63 arasında ordu içindeki genç subaylar ve onların sözcüsü konumunda olan “kudretli albaylar” ile İnönü arasındaki mücadeleyi bu yönüyle okumak, olayları anlamlandırmada kolaylık sağlayacaktır. Hatta Talat Aydemir’in 1963 darbe girişimi öncesinde bir doktrin ortaya koymaya çalışması ve bunun ismini de “Kemalizm” olarak adlandırması sözü edilen sürecin bir yansımasıydı, denebilir.[14] Ayrıca 1950-60’lı yılların “Üçüncü Dünya” ülkelerinde “yükselen orta sınıf” olarak tabir edilen kuşak tarafından “yerleşik müessese”ye yönelik yapılan darbe/devrimlerin revaçta olduğu bir dönem olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye’nin de bu durumdan etkilendiği görülüyor.[15] Nitekim ordu içinde yaşlı kuşağı temsil eden generallerin önderliğindeki askerlerin büyük kısmı ise Tek Parti döneminin pratikleriyle yetişen, siyasal kültürlerini o dönemde pekiştiren ve Tek Parti iktidar bloğunun “askerî” ayağını oluşturan zihniyetin “muhafazakâr veya statükocu” temsilcileriydi. İsmet Paşa da bu iktidar bloğunun lideri konumundaydı.[16]

Silahlı Kuvvetler Birliği Cuntası’nın Teşkiline Giden Süreç

27 Mayıs müdahalesini gerçekleştiren subaylar, MBK aracılığıyla askerî bir rejim tesis etmişler ve iktidarı ele geçirmişlerdi. Bununla birlikte müdahale sonrası Türkiye için değişik tasarımlara sahiptiler. İki ana bölünmenin, askeri idarenin görece kalıcı bir baskı rejimine dönüşmesini isteyenler “Radikaller” ile seçimler sonrasında idarenin sivillere bırakılması talep eden “Ilımlı/Statükocular” arasında oluştuğu görülmektedir. Nitekim Komite’nin teşkiliyle birlikte ortaya çıkan bu iki büyük grup arasındaki anlaşmazlıklar, “14’ler Olayı”na yol açmıştır. 14’ler Olayı, askerî yönetimin devamını talep eden 14 üyenin, 13 Kasım 1960 günü tasfiye edilerek dünyanın çeşitli ülkelerine Büyükelçilik Müşaviri olarak sürgüne gönderilmelerine ve aynı gün 23 üyeyle Komite’nin yeniden kurulmasına giden süreci işaret eder. Kısaca, müdahale sonrasına dair politik eğilimler ve kişisel anlaşmazlıklar MBK’daki gruplaşmayı “başlatan” ilk etkili elementtir. İkincisi hiyerarşik yapının alt üst olduğu bu süreçte tek bir lider ve müşterek bir amaç etrafında birleşemeyen Komite, dış aktör/faktörler tarafından sürekli kaşınmıştır. Böylece politikanın içine saplanan hiziplerin birbiriyle çatışmasını körüklenmiş ve neticede kutuplaşan MBK, 13 Kasım’daki tasfiyeyle birlikte zayıflamıştır.[17]

Dolayısıyla 14’lerin tasfiyesi ile Silahlı Kuvvetler Birliği cuntasının kuruluş süreci birbirinin devamıydı. Kendisini “devrimci bir subay” olarak tanımlayan Kurmay Yarbay Talat Turhan, yıllar sonra Murat Belge’yle yaptığı bir söyleşide konuyu zincirleyerek bu halkanın öncesini ve sonrasını sıralar. Ona göre reformist karakteri ağır basan ve 27 Mayıs’ı “ihtilalden devrim”e dönüştürmeye çalışan 14’lerin tasfiyesi, 9 Mart 1971 sol cuntalarına kadar giden hikâyenin başlangıç serüvenidir. 14’lerin sürgüne gönderilmesinin hemen ardından SKB kurulmuştur. Nitekim 22 Şubat ve 21 Mayıs darbe girişimlerinin failleri bu yarı gizli örgütün üyeleriydi.[18] Başka türlü söylemek gerekirse, 22 Şubat 1962 isyanına kadar, hem orduya hem de siyasete yön vermeye çalışan bu subaylar, albaylar kuşağının temsilcileriydi. Siyasetin yetersiz kaldığı ortamda en örgütlü ve düzenli işleyen kurum olarak ordu, bu dönemde etkin bir komuta kademesine sahip değildi. Bu boşluğu ise arkadaş öbeklerinden oluşan ve birlik ruhu içinde hareket eden “albaylar kuşağı” doldurmuştur. Ayrıca 22 Şubat darbe girişiminden sonra emekliye sevk edilen bu subaylar “22 Şubatçılar” olarak anılacaklardır.[19] 22 Şubat Olayı’ndan sonra dağıtılan SKB’yi yeniden tesis etmek için “emekli ihtilalciler/22 Şubatçılar” tarafından yoğun bir toplantılar serisi gerçekleştirilecektir. Toplantılara 22 Şubatçılar, Havacılar (11’ler) ve 14’ler gibi gruplar 21 Mayıs 1963’e kadar SKB’yi yeniden faaliyete geçirmek için çaba harcasalar da, yaşanan liderlik sorunu yüzünden “cunta” bu dönemki kadar etkili olamayacaktır.

Komite’deki Radikal kanadın (14’ler) “memleketi geri kalmışlıktan kurtarmak” ana temasıyla ordu birliklerinde gece toplantıları ve propaganda yaparak kuvvet toplamaya çalışması, ordunun genç subayları arasında yeni kümeleşmeler ve gizli örgütlerin oluşmasına neden olmuştu.[20] İşte “Silahlı Kuvvetler Birliği” örgütü, 13 Kasım Olayı’ndan sonra Ankara ve İstanbul’da birbirine çok yakın tarihlerde kurulur. Ordudaki birçok gizli örgütü tek bir çatı altında birleştirmeyi hedefleyen SKB’nin çekirdek kadrosunu ise MBK’ya giremeyen eski ihtilalci albaylar ile sürgündeki 14’lerin ordu içindeki temsilcileri oluşturmaktaydı. Ankara kanadının üyeleri arasında Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir, Roma Ataşemiliteri Dündar Seyhan, Jandarma Okul Komutanı Necati Ünsalan, Ankara Merkez Komutanı Selçuk Atakan, Harp Okulu Alay Komutanı Turgut Alpagut, 28. Tümen Komutanı Nuri Hazer, 28. Tümen Kurmay Başkanı Kemal Güner gibi isimler yer almaktadır. İstanbul kanadında ise İstanbul Valisi Refik Tulga, Harp Akademileri Komutanı Faruk Gürler, İstanbul Merkez Komutanı Faruk Güventürk, 1. Ordu Kurmay Başkanı Emin Aytekin, Sıkıyönetim Kurmay Başkanı Emin Arat gibi isimler bulunmakla birlikte İstanbul kanadında generallerin etkinliği daha çok hissedilmektedir. Örgütün Ankara ve İstanbul kanadı, 18 Mart 1961 günü, Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in başkanlığında birleşir.[21]

SKB (illegal örgüt) ile MBK (legal örgüt) arasında İrfan Tansel Olayı olarak bilinen 6 Haziran 1961 günü iktidar mücadelesi yaşanır. Bu mücadelede MBK, tıpkı 13 Kasım Olayı gibi ani bir baskınla, cuntayı dağıtmayı hedeflemiş ancak başaramamıştır. Olay sonrasında güçlenen SKB, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ı başkanlığına getirterek, illegal bir örgütten yarı illegal bir hüviyete dönüşür. Talat Aydemir’in isminin ilk gündeme geldiği tarih bu olayla birlikte gerçekleşecek, bu tarihten sonra da sık sık anılacaktır.[22] Cevdet Sunay’ın da dahil olmasıyla birlikte, belirtmek gerekirse, SKB ordu içinde birbirinden çok farklı fraksiyon, nüve, hizip ve gizli örgütleri bir araya toplayan geniş bir “koalisyonlar cuntası” haline bürünür. Heterojen bir karışımı andıran cuntadaki her bir grubun farklı amaçlarla katılarak teşekkülüne katkı sağladığı SKB’deki bu üyeler, tüm faaliyetlerini istisnasız; “misyonu ve gayesinden sapan 27 Mayıs’ı amacına ulaştırmak” gibi bir söylemle icra etme meyillinde oldukları görülmektedir: “O sıralarda herkes 27 Mayısçı idi. Her şey 27 Mayıs adına yapılıyordu. 27 Mayıs tabulaştırılıp özünden koparılıyordu. İhtilal çığlıkları atanların haddi hesabı yoktu.”[23]

15 Ekim 1961 genel seçimlerine katılan dört partiden hiçbiri Millet Meclisi’nde salt çoğunluğa erişememiş, ülkede seçimlerin ardından SKB’nin İstanbul kanadına mensup 28 albay ve 10 generalden oluşan toplam 38 üyesi tarafından Harp Akademileri’nde bir protokol imzalanmıştır.[24] “21 Ekim Darbe Protokolü” olarak anılan bir gerginlik yaşanmıştır.[25] Bu protokol, ilk olarak Cevdet Sunay’ın girişimleriyle bir araya gelen generaller tarafından 23 Ekim günü “Genişletilmiş Komuta Konseyi” toplantısında askıya alınmış, ardından 24 Ekim günü Çankaya’da gerçekleşen siyasiler ve generaller toplantısında bir ara formül icat edilmiş,[26] 26 Ekim günü Meclis’in açılması sağlanmıştır.[27]

Asker müdahale girişiminin engellenmesinin ardından generallere yönelik güveni sarsılan Ankara kanadı (Albaylar), örgüt faaliyetine Cevdet Sunay’la temaslarını keserek sürdüreceklerdir.[28] Cevdet Sunay da artık Meclis’in açıldığı, sivil rejime geçildiği ve SKB’nin miadının dolduğu düşüncesiyle örgütle temasını kesmiştir. Ancak belirtilmelidir ki, Cevdet Sunay’ın 21 Ekim Protokolü’nü askıya alarak olası bir darbeyi önlemesinde SKB’de kazandığı kudretinin bir neticesiydi. Bu son durum, Ankara kanadının lidersiz kalmasına ve gün geçtikçe aşırılığa kaymasına yol açacaktır.[29]

İnönü ve çevresi ise seçimlerden sonra orduda görülen kıpırdanışın kendi lehlerine gerçekleştiğinin farkındaydı. Fakat böyle başlamış bir hareketin, daima bu yönde yürüyeceğini sanmaktaydılar. Seçimlerin CHP’yi tek başına iktidara getirmeyişi, ordudaki huzursuzluğun nedenlerinden biriydi fakat bunu sürekli “Ordu + CHP: İktidar” formülüyle okumak gibi bir ittifak da söz konusu değildi. Başlangıçta kullanışlı bir formül olarak gözükse de, radikallerin tepkisini çekmekte ve anti-İnönü bir havanın doğmasına yol açmaktaydı. [30]

Nitekim birçok grubun barınağı haline gelen SKB örgütünde önce anlaşmazlıklar, sonra ayrılıklar, ardından çatışmalar baş göstermiştir. Bu bölünmenin somut ilk adımı 21 Ekim Darbe Protokolü’nün hayata geçmemesi ve CHP-AP koalisyonunun teşkil edilmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. SKB cuntası, seçimlerin en geç 29 Ekim 1961 günü yapılması fikrini savunuyordu. Ancak bir süre sonra bu subaylar 27 Mayıs’ın mahkûm ettiği eski devrin yeniden hortlatılmasından başka bir sonuç vermeyeceğini ileri sürmeye başlamışlardır. Bunların başında Ankara kanadını oluşturan Albaylar Cuntası gelmekteydi.[31] Ancak Albaylar Cuntası içinde de görüş ayrılıkları ve hizipler belirmeye başlamıştır. İlk görüş ayrılığı, Karacılar ile Havacılar arasında yaşanmıştır. [32] Üstelik bu subayların zihin dünyasına göre, 27 Mayıs’a temelden muhalif olan ve ihtilalcilerden “hesap” sorulacağını ima eden AP’nin iktidarın bir ucundan tutması, ordu tarafından kabul edilemezdi. Zira 27 Mayıs Müdahalesi, “devrim” yerine “isyan” olarak gösterilmeye çalışılacak, failleri de cezalandırılacaktı.[33]

Özetleyecek olursak, sandıkta CHP’nin beklentilerin altında kalması orduda bir hoşnutsuzluk yaratmakla birlikte, bu memnuniyetsizlik ordu mensuplarının tamamını kapsamıyordu. Zira bazı subaylar, sandıktan çıkacak hiçbir sonucu “zaten” kabullenmeyecekti. Ancak CHP’nin mağlubiyeti, kendi argümanlarının orduya onaylatılması açısından kolaylık sağlamaktaydı. Radikal subayların “iktidarın henüz sivillere bırakılmaması” argümanı ile CHP taraftarı ordu mensuplarının “seçim üzüntüsü” ortak noktada birleşiyordu. Tersten okumak gerekirse, 27 Mayıs’tan itibaren seçime gitmenin büyük fazilet olduğunu dile getiren subayların “bu meclise memleket teslim edilemez” sözleri ile radikallerin “erken demilitarizasyon”a karşı olan savları birbirine örtüşmüştür. Böylece 21 Ekim Darbe protokolünün önü açılmış oluyordu.[34]

Fakat 21 Ekim Darbe Protokolü’nün sekteye uğratılmasıyla, İnönü-Generaller-MBK-Havacılar ittifakının geliştirdiği ve ilk kez pratiğe döktüğü kullanışlı bir yöntem ortaya çıkar. Bu metodun özü, “cuntanın aşırı grubu olan Albaylar”a ödün vererek onları yatıştırmak ve siyasal demokrasiyi gerçekleştirmekti. Bu kullanışlı yöntem, ordu içi hiyerarşiyi sağlamada generallere, demokratik düzenin kurulmasında İnönü/Komite’ye uygundu. Bu metoda göre müttefik grup, kendisini güçlü hissettiğinde bu tavizler yerini, 22 Şubat 1962 kalkışmasından sonra, tasfiyeye bırakacaktı. Ancak mevcut durumda önlerindeki en büyük engel, SKB’nin radikal kanadını oluşturan Albaylar Cuntası idi.[35]

Bununla birlikte İnönü başbakanlığındaki koalisyon hükümeti, ordu ve meclisteki çatışmaları yok edememiştir.[36] Albaylar cuntası ile Havacılar cuntası arasındaki ilişki/uzlaşma, Aralık 1961 yılında tamamen kesilme noktasına gelir. Karacılar-Havacılar çatışmasının, konvansiyonel silahlarla güç gösterisine dönüştüğü 22 Şubat 1962 Olayları öncesi TSK “İnönü taraftarları ve İnönü karşıtları” olmak üzere iki hatta bölünmüş olur.[37]  Albaylar ise Cevdet Sunay’ı “ihtilal lideri” olarak görmek konusunda ısrarcıydılar. İçlerinden bir ismi “lider” çıkarmak gibi bir durum, önce ordunun geleneksel hiyerarşi kültürü, sonra kendi “ego”ları izin veremezdi.[38] Bununla birlikte bu albaylar, Cevdet Sunay ile Havacıların yeni bir askeri müdahalenin dışında kalmamak adına, son kertede, kendilerine “onay” vereceklerini düşünmekteydiler. 22 Şubat’a kadar İnönü’nün Albaylar Cuntası’yla mücadelesinde izlediği yöntem, tıpkı Komite’nin Radikal kanadıyla (14’ler) bir yıl önceki mücadelesini andırmaktaydı. “Radikal albayları” da önce basın yoluyla mütemadiyen yıpratmak, ardından aralarına nifak sokmak, sonra ise kendisine yakın Tabii Senatörler (eski MBK üyeleri), Generaller ve Havacıların desteğini alarak pasifize etmekti.[39] Bu husus, eski ihtilalci Havacılar ile Albayların çatışmasına zemin hazırlayacaktır.[40]

22 Şubat 1962 Olayları

22 Şubat 1962 Olayları’na uzanan süreç, zincirleme birkaç vakanın sonucudur. Önce 19 Ocak 1962 günü, Cevdet Sunay, hala varlığını sürdüren SKB örgütünü dağıtılmasına yönelik ilk hamlesini gerçekleştirmek üzere Genelkurmay Karargâhı’nda “Genişletilmiş Komuta Konseyi” adı altında bir toplantı tertip eder. Kuvvet komutanları, bazı generaller ve Ankara’daki birlik komutanlarının (albaylar) bir araya geldiği toplantıda Cevdet Sunay, İnönü’nün ordu tarafından desteklenmesi gerektiğini talep eder. Buna cevaben albaylar, ülkeyi beceriksizce yöneten hükümete karşı ordu içinde tansiyonun sürekli yükseldiğini ve hiyerarşik silsileye uygun olarak yönetime el konulması gerektiğini ifade ederler. Zira sadece ordu içindeki parçalanmayı önlemenin değil, aynı zamanda memleketi geri kalmışlıktan kurtarmanın tek yolu da buydu. Ancak Cevdet Sunat, müdahale yapılmaması hususunda oldukça kararlıdır.[41] Bu toplantıyla birlikte SKB cuntasındaki albaylar ile Genelkurmay arasındaki fikir ayrılığı, anlaşmazlık derecesine varmıştır. Zira bu albayların zihin dünyasına göre, ordunun bir şahıs veya zümreyi desteklemesi anayasaya aykırıydı. Silahlı kuvvetleri İnönü’yü desteklemeye devam ederse, siyasetin içinden çıkamayacak ve muhalefet tarafından yıpratılacaktı. Bu aşamada orduyu siyasetten arındırmanın (siyaset üstü) tek yolu, iktidara el koymaktı.[42]

22 Şubat’a giden ikinci olay, İsmet Paşa’nın SKB cuntasının merkezi mekânlarına; İstanbul Harp Akademileri ile Ankara Harp Okulu’na yönelik gerçekleştirdiği ziyaretlerdir.[43] Genelkurmay’daki 19 Ocak toplantısında yaşanan gerginlik ve albayların yeni bir darbe talebi Cevdet Sunay’ın topu bizzat İnönü’ye atmasına yol açmıştır. Damadı ve gazeteci Metin Toker’in de girişimleriyle İsmet Paşa’nın askerlerle doğrudan temas kararı alınır.[44]  Eski Garp Cephesi Komutanı cuntayı yerinde gözlemlemek için bir nevi “teftiş ziyareti”nde bulunmak üzere ilk önce İstanbul Harp Akademileri’ne ziyaret gerçekleştirecektir. 31 Ocak 1962 günü Harp Akademileri’nin toplantı salonunda “irticalen” yaptığı konuşmada, 27 Mayıs’la birlikte ordunun millet nezdinde saygınlığının azaldığını, ordu ile millet arasında kopan bu bağlantıyı “tarihsel kişilik” olarak ancak kendisinin tesis edebileceği yönündeki sözleri subaylar arasında hoşnutsuzluk yaratır. Konuşma subaylar arasında “hududun aşıldığı” kanaati uyandırır ve tenkit edilir.[45] Yaşananalar Ankara’daki Albaylar Cuntası’na bildirilmiş ve İnönü’ye “haddini bildirmek” görevini 5 Şubat günü Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir üstlenmiştir: “İsmet Paşa Harp Akademisi’nde o kırıcı konuşmasını yapmasaydı, burada Harbiye’de daha sıcak bir ilgiyle karşılardık. Ama oradaki davranış, buradaki hareketi doğurmuştur.”[46] 4 Şubat günü Cevdet Sunay telefonda Talat Aydemir’i ikaz eder: “Yarın (5 Şubat) İnönü, Harp Okulu’na gelecek ve öğrencilerle öğle yemeği yiyecek. Paşa’yı iyi karşılayın…” der.[47] Harp Okulu Tabur Komutanı Bahtiyar Yalta, Talat Aydemir’in okuldaki komutanları bir araya topladığını ve durumu müzakereye açtığını dile getirir. Talat Aydemir’in ilk önerisi ve planı, İnönü’yü okula almamak üzerine kuruluydu. Bu plan aynı zamanda darbenin başlangıç fişeğini de oluşturacaktı. Ancak görüşe açılan bu karar, darbe için olsa dahi, oldukça nezaketsiz bulunarak reddedilir. Bu arada anlaşıldığına göre İnönü, KHO’ya gelmeden önce okul komutanı ve çevresi hakkında detaylı bilgiler edinmiş olsa gerek. Bununla birlikte ziyaret öncesinde amacının ne olduğu okul yöneticileri tarafından da tahmin edilememekteydi: Niyeti, Harp Akademisi’ndeki gibi bir konuşma yapmak mı yoksa Harp Okulu’nu hizaya sokmak mıydı?[48] Nihayet Paşa, Harp Okulu’nda merasim töreniyle karşılanır. Ziyaret, Talat Aydemir’in planladığı gibi uygulanır. İnönü ile öğrencilerin bir araya gelmemesi için her türlü önlem alınmıştır. Boş dershaneler bir aşağı bir yukarı dolaşılır ve 80 yaşındaki İnönü merdiven inip çıkmaktan yorgun düşer: “Doğruyu söylemek gerekirse, bu gezi İnönü için işkenceye dönüştü.”[49] Her şeyin ötesinde İsmet Paşa, öğrencilerle birlikte öğle yemeği yemeyi planlamıştı. Ancak okul gezisi esnasında öğrenciler, alelacele öğle yemeklerini yedikten sonra piyade eğitimine çıkarılmıştır. Böylece Paşa’nın Harp Okulu’nu ziyareti esnasında öğrenciler ile kendisi kasten bir araya getirilmeyerek bir nevi “rövanş” alınmış olur. Ancak bu durum İnönü nezdinde Talat Aydemir’in fişlenmesine de yol açan önemli bir gelişme olacaktır. Zira İnönü’nün okuldan ayrılmasından bir saat sonra Cevdet Sunay, Talat Aydemir’e telefonda çıkışır: “Orada Paşa’ya ne yaptınız? Çok kızgın.”[50] Ziyaretten sonra İnönü ile Cevdet Sunay arasında uzun bir görüşme gerçeklemiş; İnönü tespit ve kararını Genelkurmay Başkanı’na açıklamıştır: “Harbiye kararlı görünüyor, bu böyle gitmez. Bu işi bitirelim.”[51]

Üçüncü gelişme “9 Şubat Protokolü” olarak kayda geçen darbe bildirisidir. İnönü’nün Harp Akademisi ve Harp Okulu gezilerinden sonra SKB içinde duyulan endişeleri ve oluşan itimatsızlığı gidermek için Ankara kanadının İstanbul’a temsilci göndermesiyle kararlaştırılan toplantıdır. Toplantı iki hususu görüşmek için gerçekleşmiştir. Birincisi İnönü iktidarının yarattığı ümitsizlik; ikincisi, SKB’de beliren ayrılıklara son vermekti. Zira SKB içinde Talat Aydemirin diğer kıta ve birliklerdeki subayları kendi grubuna “bağlama” (çengel) gayreti tepki çekmekteydi.[52] İstanbul Balmumcu Çiftliği’nde İstanbul Valisi Refik Tulga başkanlığında 54 subayın katıldığı bir toplantı yapılır. Toplantıda SKB’nin İstanbul kanadının hemen tüm temsilcileri ile Ankara kanadından birkaç albay katılır. Dönemin subaylarında egemen olan anlayışın bir yansıması olarak toplantının ana gündem maddesini yine “n’olacak memleketin hali?” şeklindeki “tanıdık” soru oluştururken, alt konu başlığını “SKB’nin devamına gereksinim olup olmadığı”nın tespitine dair “retorik” soru oluşturmaktaydı. Nitekim gecenin sonunda SKB cuntasıyla yola “devam” kararının yanı sıra, askeri müdahale fikri de kabul edilir. Ancak tek bir şartla; müdahale, hiyerarşik nizama uygun olmalı ve tüm kuvvetlerin (Kara, Hava, Deniz, Jandarma) mutlak mutabakatı sağlanmalıydı. Bu şart yerine getirildiği takdirde, askeri harekât “28 Şubat günü”ne kadar icra edilebilirdi.[53] Zira “yaşlı ve statükocu” İnönü’yle artık ülke yönetilemezdi.[54] Bu arada yaşanan iki gelişme protokolün kaderini etkileyecek ve Ankara’daki albaylar grubunun “sivrilmesi”ne yol açacaktır. Birincisi, protokole imza koyan generaller ertesi günü bir bahaneyle cayarlar. 10 Şubat günü protokolden haberdar edilen Cevdet Sunay tepki gösterince, çaresizlik içinde kaldığı anlaşılan General Refik Tulga ve Faruk Gürler sessizce aradan sıyrılırlar. Ayrıca Havacılar da ikna edilememiştir.[55]

Dördüncü ve son gelişme 18-22 Şubat günleri arasında cereyan eden toplantılar ve olaylar zinciridir. Cevdet Sunay, 21 Ekim 1961 Darbe Protokolü’nü önlediği 23 Ekim 1961 toplantısının bir benzerini bu defa 9 Şubat 1962 Darbe Protokolü için 18 Şubat 1962 günü tekrarlar. Ordudaki ihtilal potansiyelinin farkında olan Cevdet Sunay, bu süreci çeşitli temas ve görüşmelerle geçirir. Nihayet İstanbul kanadına mensup generaller, (Refik Tulga, Faruk Gürler, Refet Ülgenalp) darbeyi Cevdet Sunay’a kabul ettirmek için yeniden Genelkurmay’da bir araya gelirler. Albaylar, generallere “bir kez daha imzalarına sahip çıkmaları” için gerekli öneri ve uyarılarda bulunurlar. Gecenin sonundaki beklenti ve temenni, darbe için hazır kıta bekleyen birliklere alarm vererek operasyona başlamaktır. Ancak Genelkurmay’daki “Yüksek Komuta” toplantısı sonunda Cevdet Sunay, protokole karşı çıktığını ve İnönü’nün desteklenmesi gerektiğini yeniler. Ayrıca darbeye programlanmış birliklerin denetim altına alınmasının ve ordudaki huzur için Albaylar Cuntası’nın sindirilmesinin tek koşul haline geldiğini belirtir. Yeni tayinlerle grubun pasif görevlere çekilmesi, bir kısmının emekliye sevk edilmesi ve birbiriyle bağlantılarının koparılması planlanmıştır. Cevdet Sunay’ın sözleri generalleri ikna eder ve tüm talepleri kabul edilir. Böylece generallerin de imzaladığı protokol, Genelkurmay’ın ikna edilememesi üzerine yeniden “hasıraltı” edilmiş ve tüm ihale Albaylar Grubuna kalmıştır. Kısaca 9 Şubat Protokolü, Albaylar Cuntası’nın tasfiyesinin gerekçesini oluşturur.[56] İşin ilginç tarafı, 9 Şubat – 19 Şubat arasındaki darbe toplantılarında ortada gizli-saklı yürütülen bir faaliyet söz konusu olmadığı gibi her şey “silsile-i merâtip”e uygundu.[57] Zira Albaylar, darbe protokolünün pratiğe dökülmesi konusunda altına imza atan generallerden çok daha fazla bir çaba harcamaktaydılar. Onların aşırı gayreti bu tarz zamanlarda “aranan kurban” haline gelmelerine yol açar. Diğer bir ifadeyle, üç generalin verdiği izahatı dinlemeyerek darbe protokolünü yaşatmaya çalışan bu albayların “tutumları” Genelkurmay’ı harekete geçirir.[58]

22 Şubat Olayı ise bu olayların bir yansıması olarak ortaya çıkan sürecin son aşamasını işaret eder. Yaygın kanaatin aksine, planlı bir darbe girişimi değil, sivil iktidara karşı bir tehdit olarak görülen SKB örgütünün en radikal grubuna (Albaylar Cuntası) yönelik ani bir baskın hareketi olarak ortaya çıktığı; ancak albayların karşı hamlesinin “pazarlıklar” sonucu bastırıldığı bir olaydır. Başka türlü söylemek gerekirse, “22 Şubat” bir zorlamanın sonucudur. Aksiyon değil, reaksiyondur.[59] Ancak ordu tabanını oluşturan büyük bir kitlenin ihtilal taraftarı olduğunu söylemek mümkündür.

Özet olarak anlatmak gerekirse, 22 Şubat Olayı, o sabah Merkez Komutanı Kurmay Albay Selçuk Atakan ile Harp Okulu Alay Kumandanı Kurmay Albay Turgut Alpagut’un Genelkurmay’a çağrılması ve ardından orada enterne edilmeleri üzerine başlamıştır. Esasında Genelkurmay’a Turgut Alpagut değil, Talat Aydemir çağrılmış, ancak “enterne edilme” ihtimali üzerine Turgut Alpagut gönderilmiştir. Atama veya enterne emrine karşı gelen Dündar Seyhan ve Talat Aydemir kendilerine bağlı tüm birlikleri alarma geçirerek bazı taleplerde bulunmuşlardır. Hükümetin karşı hamlesi sonucu çevre bölgelerden davet edilen vurucu kuvvetlerin beklen(me)dik biçimde “albaylar”ın emrine girmesi, güç dengesinin net biçimde değişmesine yol açmıştır. Hava Kuvvetlerinin desteğini alan hükümet ile Karacı birliklerin takviyesiyle güçlenen Albaylar arasındaki mücadele, aslında ordu bünyesinde uzun süredir devam Havacı-Karacı (İnönü taraftarı- İnönü karşıtı) kavgasının konvansiyonel silahlar üzerinden bir yansımasıydı. Kısaca, bir tayin emrine karşı gelerek askeri teamüllere aykırı biçimde davranış sergileyen “Albaylar Cuntası” İnönü’nün imzalı sözüne dayanarak gecenin sonunda silah bırakmış ve teslim olmuştur. Albayların bu girişiminin başarısız olmasının iki nedeni bulunmaktadır. İlki, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın bir türlü ikna edilememesidir. İkincisi ve daha önemlisi İsmet Paşa gibi tarihsel bir şahsiyetin varlığıdır. Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı’nın “arazi” olduğu o gece İsmet Paşa, Hava Kuvvetleri Karargâhı’na giderek fiilen komutayı ele almış ve psikolojik harekâtın kazanılmasında temel aktör olmuştur.[60] Bununla birlikte SKB’nin İstanbul kanadına mensup generallerin darbe fikrine karşı çıkması, Harp Okulu’ndaki ihtilal karargâhının aldığı kararların gidişatına doğrudan değil[61] ancak dolaylı bir rolü olmuştur. Öncelikle belirtmek gerekirse, ihtilalin başarıya ulaşmasının en önemli koşulu ancak hükümet merkezini teşkil eden kilit/hassas mevkilerin ele geçirilmesiyle mümkündür. Bu açıdan birliklerin “başkent”in dışında konuşlanmış olması, İstanbul açısından karşı müdahaleyi zorlaştırmaktadır. 1. Ordu’nun Ankara’ya ulaşması ise o anda olanaksızdır. Fakat darbe gecesinin psikolojik faktörleri düşünüldüğünde, İstanbul grubundan bir türlü gelmeyen “destek” çağrısı, Harp Okulu’ndaki albayların ve kurmay ekibinin darbe motivasyonunu dolaylı yoldan düşüren bir etken olmuştur, denebilir.

22 Şubat Harekâtı’ndan sonra 69 subay ile 4 astsubay emekliye sevk edilirken; darbe protokolünde imzası bulunan birçok üst düzey subayın görev yerleri değiştirilerek etkinlikleri azaltılmaya çalışılmıştır. Ayrıca askeri rejim döneminde valilik, belediye başkanlığı gibi “sivil mevki”lerde görev yapan askeri yöneticiler ordudaki görevlerine geri döndüler.[62] Diğer bir ifadeyle SKB örgütünün etkin olduğu İstanbul ve Ankara’daki çoğu subay, şu veya bu şekilde, pasifize edilmiş ve SKB resmen tasfiye edilmiştir. 22 Şubat Olayları esnasında örgütte yaşanan iç hesaplaşma ve kopuş orduyla bütünleşmesinin yolunu açmıştır. Ancak alt kademelerde serzeniş ve homurdanmalar devam edecektir. SKB içinden özellikle generallerin yeminlerine sadık kalmamaları, albaylar grubunca eleştirilmişlerse de,[63] onların çelişkili tutumları nihai aşamada “meşru hiyerarşi” yararına olmuştur. Zira hiyerarşiyi tesis etme pahasına, o dönem “reformist” teriminin karşısında ötekileştirici ve pejoratif anlamıyla sık sık kullanılan “statükocu” olmayı göze aldıklarını söylemek mümkündür.[64] Ayrıca siyasal iktidar, albaylara yönelik cezai tatbikat yaptırımında bulunmayacağına yönelik sözünü tutmuştur. Zira yapılacak tafsilatlı bir soruşturma sonunda, Genelkurmay Başkanı dâhil üst düzey birçok askeri ve sivil bürokrat yargılanmak zorunda kalacaktı ki, bu isimler arasında CHP’yle teşrik-i mesaide bulunan birçok figür de yer almaktaydı. Dolayısıyla bu yöndeki bir karar herkese rahat bir nefes aldırmıştır.[65]

SKB’yi Birleştirme Çabaları

 22 Şubat Olayları’nda emri altında büyük bir vurucu kuvvet varken şiddet eylemine başvurmayan başta Talat Aydemir ve diğer albaylar “neden ikinci bir silahlı girişimde (21 Mayıs 1963) bulunma gereği duymuşlardır?” sorusuna öncelikle kısaca yanıt vermek gerekmektedir. Bir yoruma göre, bu albayları yeni bir harekâta iten en önemli neden, İsmet Paşa’nın onlar hakkında “rencide edici” söylemlerde bulunmasıydı: “Kendi haris emelleri için bize ‘şerefsizce’ leke sürmekten kaçınmayan Başbakan İsmet İnönü…”[66] Ayrıca İsmet Paşa’nın bu söylemlerinin albayları tahrik etmesinin yanı sıra,[67] kanaatimize göre yeni bir ihtilal hareketinin subaylar nezdinde sürekli bir “motivasyon kaynağı”nı oluşturan iki temel faktör bulunmaktaydı. Birincisi 27 Mayıs’ın kolaylıkla başarıya ulaşması, ikincisi 22 Şubat akşamına benzer albaylara yönelik “askeri desteğin” sürekli olacağına dair inancın etkili olmasıdır, denebilir.

Bu arada 22 Şubat Olayları’ndan hemen sonra Celal Bayar’ın işaretiyle albaylara verilen “af konusu”nu sürekli gündeme getiren AP, Kayseri Cezaevi’nde yatan eski DP’li mahkûmlar için de benzer bir “af “ talep etmekteydi. İnönü, bu meselede acele edilmemesi gerektiği ve ileri bir tarihte bu sorunu halledeceğini dile getirmesine rağmen, AP’nin bu konudaki ısrarı karşısında İnönü Hükümeti 30 Mayıs 1962 tarihinde istifa eder.[68] 7 Temmuz 1962 günü CHP-YTP-CKMP arasında koalisyon oluşturulur.[69]

TSK içinde Talat Aydemir’e karşı İnönü’nün yanında yer alan Havacılar grubu, gazeteci Bedii Faik’in tabiriyle, kendilerini “rejimi ayakta tutan kahramanlar “olarak görmekteydiler. HKK İrfan Tansel ile bu grup arasında bir süredir kutuplaşma yaşanmaktaydı. Bu durumun kaynağı, Havacı Cunta’nın Hava Kuvvetleri’nde hiyerarşiyi görmezden gelen tavırlarıydı. Bu cunta, uzun süredir emirleri HKK İrfan Tansel’den değil, Tabii Senatörler Mucip Ataklı[70] ve Haydar Tunçkanat’tan almaktaydılar. Ayrıca “orduda tasfiye” hareketinin yapıldığı 4 Ağustos 1960 günü bu grup tarafından HKK olarak atanan İrfan Tansel’in Hava Kuvvetleri’ndeki özgül ağırlığı oldukça silikti. 22 Şubat Olayları’ndan sonra “müşterek düşman” Albaylar Cuntası’nın tasfiye edilmesiyle birlikte, İrfan Tansel, karargâhtaki egemenliğini ele geçirmeye yönelik hamleler yapmaya başlar. Ayrıca Havacı Cunta’nın Tansel nezdinde yarattığı rahatsızlığın farkında olan Cevdet Sunay, “SKB tarzında” yeni bir illegal yapılanmayı istemediğinden Havacı grubun dağıtılmasını destekler. Genelkurmay’ın desteğini arkasına alan İrfan Tansel, iki Havacı albayın görev yerlerini değiştirince[71] Tabii Senatörler Mucip Ataklı ve Haydar Tunçkanat’tan karşı hamle gelir. Plana göre, HKK İrfan Tansel görevinden uzaklaştırılacak yerine Kurmay Başkanı General Hüsnü Özkan’ın atanmasını sağlanacaktı. Karşılıklı girişimler neticesinde İrfan Tansel, basın aracılığıyla “Havacı grubun Mucip Ataklı’dan emri aldığını, Silahlı kuvvetler için tehlike arz ettiğini ve bu subayların emekli edilmesini” talep ettiğini belirten bir açıklama yapar.[72] Ardından 21 Aralık’ta “11 Havacı Olayı” olarak tarihe geçen bu vakayla birlikte, cunta tasfiye edilir.[73] CHP ise meselenin kendisine sıçramasını engellemek için mevzuya kayıtsız kalır.[74]

Aynı günlerde iki yıldır devam eden “zoraki diplomatlık” görevleri sona 14’ler, ülkeye dönüş hazırlıkları içerisindedirler. Tıpkı MBK’da olduğu gibi yurtdışında da homojen bir bütünlük oluşturamayan bu grup içinde iki isim ön plana çıkmaktadır.[75] Liderlik konusundaki uzlaşmazlık sonucu 6 isim Alparslan Türkeş’i desteklerken, 8 isim Orhan Kabibay’ın liderliğinde karar kılacaktı.[76]

22 Şubat Olayları’nı izleyen aylarda Talat Aydemir, emekliye sevk edilmesine rağmen ordu içinde ve dışında örgütlenme faaliyetlerine yeniden yönelmiştir: “Birgün gelecek muvaffak olacağım.”[77] Bu süreçte başlıca üç grubun ihtilal hazırlıkları içinde olduğu bilinmektedir: 22 Şubatçılar, 11’ler (Havacılar) ve 14’lerdir. Bu gruplar 21 Mayıs 1963 darbe girişimine kadar gerek birbiriyle birleşme teşebbüsleri gerekse SKB’yi yeniden tesis etme çabaları içinde bulunacaklardır. Ancak diğer yandan 22 Şubatçılar içinde de bir liderlik mücadelesi başlamış, mücadele sonunda Talat Aydemir ve Dündar Seyhan’ın yolları ayrılmıştır. Esasında Dündar Seyhan kendi namına değil, o sırada sürgünden dönmek üzere olan Orhan Kabibay adına liderlik mücadelesini sürdürmekteydi: “Dündar, arkadaşlık ve vefakârlık duygusuyla hakikaten Orhan Kabibay’a derinden bağlıydı. Takdire şayan biçimde erkekçe bizden ayrıldı.”[78] Fakat 14’lerin liderleri Orhan Kabibay ve Alparslan Türkeş ordu içinde ümit ettikleri desteği bulamayacaklardır.[79] Böylece Talat Aydemir, 22 Şubatçıların fiili liderliğini de ele geçirecektir. 1962 yılının Yaz aylarından 1963 Bahar aylarına kadar zikredilen bu gruplar arasında sayısız toplantı ve görüşmeler yapılır. Bu toplantıların müdavimleri arasında ayrıca sivil-askeri bürokratlar, emekli subaylar, akademisyenler ve gazeteciler yer almaktaydı.[80]

Fakat tüm girişimlerine rağmen gruplar arasında birleşme bir türlü gerçekleşmiyor, her şey liderlik meselesinde tıkanıp kalıyordu. 22 Şubatçıların diğer gruplarla anlaşamadığı ve hızla kendi darbelerini hazırladığı sırada, Celal Bayar’ın 23 Mart 1963 günü Kayseri Cezaevi’nden şartlı tahliyesi, Ankara sokaklarında AP’nin “zafer şöleni”ne dönüşür.[81] Bu gösteriler karşısında CHP Gençlik Örgütü karşı gösterilerde bulunur ve AP Genel Merkezi taşlanır.[82]Yaşanan sokak olayları ve kaos ortamı, Talat Aydemir’in düşündüğü askeri müdahale için bulunmaz nimet haline geliyordu.[83] Zira Talat Aydemir’e göre, CHP, Celal Bayar Hadisesi’ni kendi namına kullanarak askeri bir müdahale peşindeydi. Askeri müdahaleyi ise Mucip Ataklı ve Ekrem Acuner gibi bazı Tabii Senatörler tarafından teşkil edilen Milli Devrim Ordusu (MDO) tarafından hazırlanmaktaydı. Grup içinde Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarına mensup subaylar yer almaktaydı. Talat Aydemir’in iddiasına göre, bu subaylar sivil veya resmi elbiseli olarak sokak gösterilerinin müdavimleri arasındaydılar. Bu subaylar yüzünden Türk ordusu, partiler üstü konumunu kaybetmişti.[84]

21 Mayıs Darbe Teşebbüsü

Talat Aydemir anılarında, 21 Mayıs 1963 darbe girişiminin tarihini başlangıçta “19 Mayıs” olarak belirlendiğini ancak “Atatürk’e rekabet olma” eleştirilerinin önüne geçmek için 21 Mayıs gecesi olarak değiştirildiğini ifade eder. Ayrıca 21 Mayıs tarihinin bir önemi daha vardır. 27 Mayıs öncesinde Harp Okulu öğrencilerinin DP iktidarına karşı yaptıkları “sessiz yürüyüş”ün yıl dönümüydü. Böylece Harbiyelilerin motivasyonunu yükseltmek amacıyla bu tarih uygun bulunur.[85] Darbe planına göre, 20 Mayıs’ı 21 Mayıs’a bağlayan gece 24.00’da Radyoevi’nde “ihtilal Bildirisi”nin okunmasıyla başlayacaktı. Ancak Talat Aydemir’in TSK içinde “22 Şubat gecesi” gibi olmasa da önemli bir desteğe sahip olduğu görülmektedir. Zira emekli bir subayın emrindeki kuvvetler, şu veya bu şekilde, sabah saatlerine kadar direnmiştir.[86] Kalkışmadan önce İnönü’ye “darbe ihbarı”nda bulunulduğu bilinmektedir.[87]  

Harekât başladığı andan itibaren bir “radyoevi” mücadelesine dönüşür. Saat 24.00’da Radyoevi’nde “İhtilal Bildirisi”nin okunmasıyla harekât başlar. Bildirinin vurucu noktası son cümlesidir: “Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilal Genel Karargâhı Adına; Talat Aydemir.”[88] Bir yoruma göre, Talat Aydemir, bildiride isminin okunmasını özellikle emretmişti. Böylece radyoda Aydemir’in ismini duyan askeri birlik ve kıtalar kalkışmaya iltihak edeceklerdi. Aydemir Grubu’na mensup albaylardan Turgut Alpagut ise anonsun son cümlesinin böyle olması, harekâtın başarı şansını oldukça azalttığını iddia eder. Zira askerlikte rütbe ve hiyerarşi önemlidir. Diğer bir ifadeyle, asker, peşinde gideceği yüksek rütbeli subay beklemektedir.[89] Bununla birlikte ordunun içinde bulunduğu “sosyo-psikolojik” genellemeler üzerinden bazı çıkarımlar yapılabilir. Bu tespitler, ordunun hiyerarşik sistemiyle yakından irtibatlıdır. 27 Mayıs müdahalesinin aktif albaylarından Ertuğrul Alatlı, “ordunun hiyerarşi zinciri, başkomutandan başlar, manga komutanında sona erer. Bu zincirde başkomutan öksürdüğü vakit manga komutanı da öksürmek zorundadır” derken, buna işaret ediyor olsa gerek.[90] Esasında ihtilalin güzergâhı, henüz bildirinin okunmasıyla kaybolmuştu, denebilir. Zira SKB örgütü içinde bulunmakla birlikte, Talat Aydemir’in peşinden gitmemeye kararlı çok sayıda subay bulunmaktaydı: “Bu gençleri memnun edebilirdi. Fakat ordunun özellikle üst kademesinin tepkisini çekecekti.”[91] Bahtiyar Yalta anılarında, bildirinin okunmasıyla beraber Talat Aydemir’in “zafer kazanmış komutan” edasıyla Harp Okulu’na geldiğini, odasındaki masanın üzerine koyduğu radyodan “tekrar eden bildiriyi” renk vermeden sürekli dinlediğini dile getirir: “Hâlbuki burada radyo dinlemek yerine, dağınık olan ihtilal birliklerini yakından izlemek daha doğruydu.”[92] Ancak bir süre sonra Radyoevi sürekli el değiştirir. Radyoevinin el değiştirmesi, ihtilalcilerin plansızlığını ortaya koyar. Kalkışmaya iştirak eden birliklerin moralini de bozacak ve çözülmeler başlayacaktır:[93] “Radyonun bu kadar tesirli silah olduğunu o zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur.”[94]

Eldeki veriler irdelendiğinde esasında darbeye katılan birliklerin maiyetine bakınca, yeterli sayıda oldukları görülüyor.[95] Ancak bu kuvvetlere komuta edecek yeterli ve kalifiyeli subay yoktur. Harekât birkaç albayın dışında, takım komutanı teğmenlere bırakılmıştır: “Sokaklarda görünmek sonuç almaya yetmedi. Kurumlar ele geçirilemez ve kritik personel hızlı toplanmazsa amaca varılamaz. İş uzadıkça, darbecilerin paniğe kapılma olasılıkları artar.”[96] Talat Aydemir, kendisiyle rekabet edecek hiç kimseye kadrosunda yer vermeden darbe girişiminde bulunmuş ve başarısız olmuştur. Öncelikle Talat Aydemir’in harekâtı yönetecek bir kurmay kadrosu yoktur. Zira darbeyi tek başına başarma duygusuyla hareket etmesi sebebiyle darbeye “ortak” istemediğini savunmak mümkündür.[97]

Kimi zaman silahlı çatışmaların yaşandığı kalkışmada, hükümet güçleri Hava Kuvvetleri’yle irtibata geçerek Harp Okulu’nu jetlerle baskı altına almaları kararlaştırılır. Eskişehir’den gelen jetlerin Harp Okulu üzerinde “pike çekmeleri” birlikleri demoralize ederek çözülmelerini hızlandırmış, sabaha doğru ise darbe bastırılmıştır.[98]

21 Mayıs’tan sonra Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilerek[99] ihtilal teşebbüsüyle ilgisi olanlar tutuklanmaya başlar. Olayla ilgisi olduğu gerekçesiyle sadece Talat Aydemir ve ekibi değil, aynı zamanda daha önce bu ekiple görüşmeler yapan 14’ler ve 11’lerden “eski ihtilalciler” de tutuklanır. Ancak Mamak’taki yargılamalar sırasında, diğer gruplar serbest bırakılır. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan dâhil altı isim hakkında idam kararı verilir. Diğer sanıklar hakkında verilen idam kararlarının kimisi askeri Yargıtay, kimisi de meclis ve senato tarafından bozulur. Fethi Gürcan 17 Haziran 1964 günü; Talat Aydemir ise 5 Temmuz 1963 günü infaz edilecektir.[100]

Sonuç Yerine

Ordu bünyesinde çeşitli dönemlerde iktidara muhalif hareketler teşkil edilmesine karşın, 27 Mayıs öncesi dönemde teşekkül eden illegal pratik ve yapılanmalar ordunun hiyerarşik işleyen formel yapısını tehdit etmeyen enformel oluşumlardan ibaretti. Eski bir Harbiyeli İsmet Paşa’nın tabiriyle, Türk ordusu içinde bu tarz “gizli oluşumları yok etmek” mümkün değildi. Ona göre önemli olan “ihtilal şartları”nın doğmasını engellemekti. Başka türlü söylemek gerekirse, TSK içinde farklı dönemlerde gizli örgüt kurmak, bir “isyan girişimi” olarak görülse de, kurumsal işleyiş ve hiyerarşik kültürü etkilemeyen yapılanmalar olduğunu söylemek olanaklıdır. Fakat ordunun bütüncül biçimde aksamasına yol açan subay figürünün ortaya çıkışı, 27 Mayıs süreciyle paraleldir. Askeri müdahalenin beklenmedik biçimde “kolayca” gerçekleşmesi, müdahalenin hiyerarşi dışı niteliği, ordunun yeniden yapılanması sürecinde generallerin tasfiyesi (Ağustos 1960) ve nihayet 13 Kasım Vakası gibi hadiseler bu subay profilinin yaratılmasında önemli duraklardı. 12 Mart 1971 dönemine kadar; 10 yıl boyunca kışlalarda “cirit atacak” olan bu subay tipolojisi, 27 Mayıs’ın yarattığı bir figürdü.

Rejim/demokrasinin bekçisi ve 27 Mayıs’ın sembol figürü “Harbiyeliler”, müdahaleyle birlikte çoğu genç subay gibi rütbelerinin çok üzerinde bir prestije sahip olmuşlardı. Geleceğin yönetici adayları olarak sahip oldukları bu itibar, onların politikayla ilgilenme eğilimlerini artırdığı gibi, en ufak tatminsizlik duygusunda dahi eyleme geçirme özgüvenini sağlamıştır. Talat Aydemir’in sivil yönetimi ilk ele geçirme teşebbüsünden sonra Kara Kuvvetlerine mensup birçok muvazzaf subay tasfiye edilmiş, ancak ikincisinin tekrarlanmasıyla birlikte daha sert önlemler alınmıştır. Bu süreçte yeni bir prototip subay figürü yaratmak amacıyla, askeri ortaokullar tamamen, Harp Okulu ise bir yıllığına kapatılıyor ve ihtilalci subayların önde gelen isimleri idam ediliyordu. Nitekim İnönü hükümetlerinin aldığı bu tedbirlerin kalıcı bir çözüm sunamayacağı, isyankâr 60’ların evrensel iklimine gayet uygundu. Tarihsel süreç farklı olsa da, 27 Mayıs olayına neden olan koşulların yeniden oluştuğu düşüncesi, 1960’lı yılların sonunda yeniden ama bu kez ideolojik eğilimli bir nitelik kazanacaktı. 27 Mayıs’ın “devrimci ruhu”nun zayıflamasının yol açtığı hüsran ve bu ruhu sürdürme olanağı tanıyan Türk solunun fikriyatı, TSK’nın Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine mensup askeri öğrenciler/genç subaylar arasında benimsenecek ve 27 Mayıs’a benzer bir müdahale fikrini gündemde tutulacaktı. Bununla birlikte TSK içindeki bu siyasal/ideolojik eğilimler, tipik örneklerinin Latin Amerika ile Ortadoğu ülkelerinde görüldüğü türden ordu içi bir parçalanmaya yol açmayacak, TSK üst komuta yönetimince alınan tedbirlerle iç çatışmalar kendi içinde zor da olsa çözülecekti.  

KAYNAKÇA

ARŞİV BELGELERİ

CIA, Current Intelligence Bulletin, 23 Haziran 1960

CIA, “Situation in Turkey”, Office of National Estimates, 21 June1960

CIA, “Turkey”, Current Intelligence Weekly Summary, Copy No.66, Oci No.2700/80, 23 June 1060

CIA “The Situation in Turkey”, Office of National Estimate: Memorandum for Acting Director, 23 June 1961

CIA, “The Prospects For Turkey”, National Intelligence Estimate, No.403, 29 Ocak 1962.

FRUS, “Turkey: 1958-1960”, Vol. 10, Part 2, (Telegram From Embassy in Turkey to the Department of State), Ankara, 25 July 1960

FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State, Ankara, 2 September 1961.

FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State, Ankara, 2 September 1961.

FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State,Ankara, 24 October 1961, 2 p.m.

HATIRALAR

Ahmad Abu El-Feth, Mısır İhtilali’nin İçyüzü ve Nasır, Çev. Nusret Kuruoğlu, Rektur Kitap, İstanbul, 1965.

Ahmad, Feroz Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul, 2015.

Alper, Emin Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971), Çev. Eylem Yenisoy, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,

Altuğ, Kurtul 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, Koza Yayınları, İstanbul, 1976

Atılgan, Gökhan Yön Devrim Hareketi, Yordam Yayınları, 2008.

Aydemir, Talat Hatıratım, YKY, İstanbul, 2017.

Aytekin, Emin İhtilal Çıkmazı, Dünya Yayınları, İstanbul, 1967.

Batur, Muhsin Anılar ve Görüşler, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1985

Çelikoğlu, Adnan Bir Darbeci Subayın Anıları, YKY, İstanbul, 2010.

Dursun, Davut “Cemal Abdünnasır”, İslâm Ansiklopedisi, c.7, TDV, İstanbul, 1993

Er, Ahmet Hatıralarım ve Hayatım, Pamuk Yayınları, İstanbul, 2007.

Erkanlı, Orhan Anılar Sorunlar, Sorumlular,

Erkanlı, Orhan Askeri Demokrasi, Güneş Yayınları, 1987

Esin, Numan Devrim ve Demokrasi, Doğan Yayınları, İstanbul, 2005

Faik, Bedii İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci, Dünya Yayınları, İstanbul, 1967.

Feyizoğlu, Turhan Türkiye’de Devrimci Gençlik Hareketleri Tarihi (1960-1968), Belge Yayınları, İstanbul, 1993.

Gürcan, Öner Ben İhtilalciyim, Süvari Yayıncılık, Ankara, 2005.

Gürgür, Nuri Vatan Kurtarma Hikâyeleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.

Hekimoğlu, Müşerref 27 Mayıs’ın Romanı, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1975.

İpekçi Abdi ve Çoşar, Ömer Sami İhtilalin İçyüzü, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012

Karavelioğlu, Kamil Bir Devrim İki Darbe, Gürer Yayınları, İstanbul, 2007

Küçük, Yalçın Türkiye Üzerine Tezler, c.3, Tekin Yayınevi, Ankara, 1987

Lüküslü, Demet “60’lı Yılları Gençlik Kategorisi İçerisinden Okumak: Modernist Bir Söylemin Savunucusu ve Aktörü Olarak Gençlik”, Modernizmin Yansımaları: 60’lı Yıllarda Türkiye, Haz. Eric Jan Zürcher-Funda Barbaros, Efil Yayınları, Ankara, 2013.

Onuş, Sinan, Parola: İnkılap / 27 Mayıs’ı Yapanlar Anlatıyor, Kaynak Yayınları, Ankara, 2003.

Öymen, Altan Ve İhtilal, Doğan Kitap, İstanbul, 2004,

Özçelik Hakan ve Güneş Mustafa, Bir 27 Mayıs Tahlili: Silahlı Kuvvetler Birliği (1960-1963), Sokak Yayınları, İstanbul, 2018

Özdağ,Ümit Menderes Dönemi Ordu Siyaset ilişkileri, Boyut Yayınları, İstanbul, 2004.

Sanlı, Ferit Salim Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nden Milliyetçi Hareket Partisi’ne Tarihsel Süreç, İdeoloji ve Politika (1960-1969), Ötüken, İstanbul, 2019.

Seyhan, Dündar Gölgedeki Adam, Nurettin Uycan Matbaası, İstanbul, 1966.

Turgut, Hulusi Şahinlerin Dansı: Türkeş’in Anıları, ABC Yayınları, 1995.

Türkeli, Güngör Harbiye’den Babıali’ye, İleri Yayınları, İstanbul, 2004.

Türkeş, Alparslan; Baykal, Rıfat; Özdağ, Muzaffer, Bazı Gerçekler, Anıl Yayınevi, 1964

Üskül, Zafer Bildirileriyle 1950-1970 Dönemi Sıkıyönetimleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015

Üskül, Zafer Siyaset ve Asker: Cumhuriyet Dönemi’nde Sıkıyönetim Uygulamaları, İmge Yayınları, Ankara,1997.

Yalta, Bahtiyar Bir Darbeci Subayın Hatıraları, Kronik Yayınları, İstanbul, 2020.

Yetkin, Çetin Karşı Devrim: 1945-1950, Kilit Yayınevi, 2012.

Yılmaz, Betül Türkiye’de Kuşakların Siyasal Dönüşümü, Ekin Yayınları, Ankara, 2019;

ÇEŞİTLİ MAKALE VE GAZETE KÖŞE YAZILARI

Alatlı, Ertuğrul “27 Mayıs’a Dair”, Hürriyet, Haz. Zeynep Atikkan, 22 Haziran 1994

Can Ataklı, “İlkeler, Dürüstlük, Onur ve Babam”, Sabah, 21 Haziran 1998

Demirel, Tanel “1946-1980 Döneminde Sağ ve Sol”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünceler, c.9, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.

François Georgeon, “Nesil Kavramı Osmanlı İmparatorluğu’ndan Kemalist Türkiye’ye Geçişi Anlamada Anahtar Olabilir mi?”, Tarihsel Sosyoloji, Der. Ferdan Ergut ve Ayşen Uysal, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012.

Halpern, Manfred “Middle Eastern Armies and the New Middle Class”, Role of the Military in Underdeveloped Countries, Ed. John Asher Johnson, Princeton University Press, 1962.

İbrahim Yücedağ ve Adnan Çetin “Politik Aktör Olarak 1960’lar Türkiye Gençliği ve Toplumsal Profili” Şarkiyat, c.7, S. 1, 2015.

Jose Nun, “The Middle-Class Military Coup Revised”, Armies and Politics in Latin America, Haz. Abraham F. Lowenthal, Holmes & Meier Yayınları, New York, 1976.

Kanadıdırık, Halil “Fransa’da Son Darbe: General de Gaulle ve Halkın Direnişi”, Toplumsal Tarih, İstanbul, Ekim 2016.

Karl Mannheim, “Kuşaklar Problemi”, Bilgi Sosyolojisi, Ed. Mustafa Yalçınkaya, Pinhan Yayıncılık, 2018.

Manfred Halpern, “Middle Eastern Armies and the New Middle Class”, Role of the Military in Underdeveloped Countries, Ed. John Asher Johnson, Princeton University Press, 1962.

Norbert Elias, “Terrorism in the Federal Republic of Germany- Expression of a Social Conflict Between Generations”, The Germans, Polity Press, Oxford, 1996

Tarhan Erdem, “CHP’de Parti içi Mücadelede Kemalizm ve Devrimler Tartışmaları Üzerine”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce: Kemalizm,c.2, İletişim, İstanbul, 2003.

Toker, Metin “Türkiye’nin Kaderini Değiştiren 5 Gün”, Milliyet, 22-25 Aralık 1999

Turhan, Talat “Silahlı Kuvvetler Birliği ve 21 Mayıs” , Yeni Gündem Dergisi:27 Mayıs ve Sonrası Cunta Dosyası, Haz. Murat Belge, Mihrican Kitapevi, İstanbul, 15-28 Kasım 1985.

Milliyet, “Türkeş’in İstifası, 24 Eylül 1960.

Akis, “İhtilal”, 26 Şubat 1962

Cumhuriyet, 12-13 Haziran 1965

Milliyet, “Ankara’ya Gelişi Sırasında Bayar’a Tezahürat Yapıldı”, 24 Mart 1963;

Milliyet, “Hükümet Bayar’a İhtarda Bulundu”, 25 Mart 1963.

Milliyet, “Bazı Gazeteler ve AP Binası Taşlandı”, 26 Mart 1963

Milliyet, “Kabibay, Solmazer, Erkanlı CHP’ye girdi”

Milliyet, “4 General ve 7 Üst Subay Dün Görevden alındı”, 4 Aralık 1962;

Milliyet, “11 Havacı Subay Emekliye Ayrıldı.” 22 Aralık 1962

Tercüman,14’lerden Dördü daha CKMP’ye girdi”, 20 Haziran 1965.

Tercüman, “Köseoğlu da CKMP’ye Kaydolunca 14’lerden Partisiz Kalmadı”, 24 Haziran 1965;


[1] Sinan Onuş, Türkeş’in bu “kudret”li sıfata nail olmasını, müsteşarlıktaki faaliyetleri nedeniyle kazanmadığını dile getirir. Bu görevin itibarı, Menderes’in Müsteşarı Ahmet Salih Korur’dan geliyordu. Menderes’in yakın arkadaşı olan Salih Korur, 10 yıldır bu görevi yürütmekteydi ve tüm bakanlardan daha prestijli konumdaydı. İşte Türkeş’in bu prestijli makama oturması, kamuoyunu da etkilenmiştir. Radyodan ihtilal bildirisini okumuş olmasının da bu etkiyi artırdığı muhakkaktır. Sinan Onuş, Parola: İnkılap / 27 Mayıs’ı Yapanlar Anlatıyor, Kaynak Yayınları, Ankara, 2003, s. 178-179; Orhan Erkanlı anılarında, müsteşarlık dönemi esnasında Türkeş’in Cemal Gürsel karşısında eğilmediğini ve yeri geldikçe inisiyatif kullandığını dile getirir: “Türkeş, kısacası Başbakanlık yapıyordu.” Erkanlı, Anılar Sorunlar, Sorumlular, s. 305.

[2] Buna göre, tıpkı General Necip gibi bir albay tarafından devrileceği ihtimali General Gürsel’i paniğe sevk etmekteydi. Türkeş, bu hikâyenin gerek kendisini gerekse Cemal Gürsel’i oldukça yıprattığını belirtir: “Cemal Paşa, basının da etkisiyle, sanıyorum bana karşı bir endişeye kapılmaya başladı. ‘Türkeş, Nasır olacak, beni de Necip konumuna düşürecek’ kuşkusuna kapıldı.” Hulusi Turgut, Şahinlerin Dansı, s. 259; 27 Mayıs’tan sonra basın toplantılarında Gürsel’in hemen yanında oturan ve Gürsel’in cevaplarını yabancı gazetecilere tercüme eden Türkeş bir süre sonra “kudretli Albay” ve “İhtilalin Nasır’ı” olarak takdim edilmeye başlayacaktır. Ümit Özdağ, Menderes Dönemi Ordu Siyaset ilişkileri, Boyut Yayınları, İstanbul, 2004, s. 280; Gazeteci Altan Öymen, bu basın toplantılarının Mısır ve Irak’taki darbelerin şemasına uygun bir görüntü olduğunu ileri sürer: “General ve Albay (İkinci adam).” Çok geçemeden her iki ülkede de Generaller, albaylar tarafından devrilmişti. Öymen, bu ihtimalin, 27 Mayıs’tan itibaren Türkiye’de de çoğu kimsenin aklından geçmeye başladığını ifade eder. Altan Öymen, Ve İhtilal, Doğan Yayınları, İstanbul, 2014, s. 33-35.

[3] 19. yüzyıldan itibaren yükselen Arap milliyetçiliğinin zirvesi olarak kabul edilen “Hür Subaylar Hareketi” (Dubbâtü’l Ahrar), Mısır’da 1942 yılında Albay Cemal Nasır, Enver Sedat ve Kemaleddin Hüseyin tarafından ordu içinde gizli bir teşkilat olarak kurulmuştur. İngiliz aleyhtarlığına dayalı bir milliyetçilik anlayışına sahip gizli örgüt, 1952’de bir darbeyle Hidiv Hanedanlığı’nı tasfiye etmiş ve Tümgeneral Muhammed Necip’i darbenin başına geçirmiştir. Ancak 25 Şubat 1954’te General Necip, İhtilal Konseyi kararıyla görevinden alınmıştır. Böylece Albay Nasır’ın 1970’e kadar sürecek diktatörlüğünü ilan etmiştir. Davut Dursun,“Cemal Abdünnasır”, İslâm Ansiklopedisi, c.7, TDV, İstanbul, 1993, s. 296-301; Ayrıca Hür Subaylar Hareketi hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmad Abu El-Feth, Mısır İhtilali’nin İçyüzü ve Nasır, Çev. Nusret Kuruoğlu, Rektur Kitap, İstanbul, 1965.

[4] Milliyet, “Türkeş’in İstifası, 24 Eylül 1960; Akis, “İhtilal”, 26 Şubat 1962.

[5] Amerikan istihbarat ve büyükelçilik raporlarına göre, Türkeş, özellikle İstanbul’daki milliyetçi çevrelerce desteklenmekteydi. Bu çevreler, Türkeş’ten “Nasır’ın Mısır’daki pozisyonuna benzer bir role soyunacağını umut etmekteydiler. CIA, Current Intelligence Bulletin, 23 Haziran 1960, s. 5; Farklı belgelerde de Nasır benzetmesi sıklıkla dile getirilmektedir. CIA, “Situation in Turkey”, Office of National Estimates, 21 June1960, s. 2-3; Ayrıca bkz. CIA, “Turkey”, Current Intelligence Weekly Summary, Copy No.66, Oci No.2700/80, 23 June 1060, s. 5; Ayrıca bkz. CIA “The Situation in Turkey”, Office of National Estimate: Memorandum for Acting Director, 23 June 1961, s. 2; Ayrıca bkz. FRUS, “Turkey: 1958-1960”, Vol. 10, Part 2, (Telegram From Embassy in Turkey to the Department of State), Ankara, 25 July 1960, s.  864.

[6] Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, s. 228.

[7] Numan Esin, Devrim ve Demokrasi, Doğan Yayınları, İstanbul, 2005, s. 156; Ayrıca 27 Mayıs’tan 12 Mart’a kadar uzanan dönemi öğrenci hareketleri üzerinden ele alan kapsamlı ve yetkin bir çalışma için bkz. Emin Alper, Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971), Çev. Eylem Yenisoy, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2018; Ayrıca bkz. Demet Lüküslü, “60’lı Yılları Gençlik Kategorisi İçerisinden Okumak: Modernist Bir Söylemin Savunucusu ve Aktörü Olarak Gençlik”, Modernizmin Yansımaları: 60’lı Yıllarda Türkiye, Haz. Eric Jan Zürcher-Funda Barbaros, Efil Yayınları, Ankara, 2013; Ayrıca bkz. Betül Yılmaz, Türkiye’de Kuşakların Siyasal Dönüşümü, Ekin Yayınları, Ankara, 2019; Ayrıca bkz. İbrahim Yücedağ ve Adnan Çetin “Politik Aktör Olarak 1960’lar Türkiye Gençliği ve Toplumsal Profili” Şarkiyat, c.7, S. 1, 2015, s. 1-15; Nitekim kuşak kavramını “aynı dönemde doğan bir yaş grubu” anlamıyla 1928 yılında literatüre ilk kazandıran Alman sosyolog Karl Mannheim’ın bu konudaki çalışması için bkz. Karl Mannheim, “Kuşaklar Problemi”, Bilgi Sosyolojisi, Ed. Mustafa Yalçınkaya, Pinhan Yayıncılık, 2018: Ayrıca 1960’larda Türkiye, Mısır, Sudan, Irak ve Pakistan’ın aralarında bulunduğu beş Ortadoğu ülkesinde yaşanan darbeleri, yükselen orta sınıf ve genç nesil üzerinden yapılan bir değerlendirme için bkz. Manfred Halpern, “Middle Eastern Armies and the New Middle Class”, Role of the Military in Underdeveloped Countries, Ed. John Asher Johnson, Princeton University Press, 1962, s. 277-316; Ayrıca Latin Amerika’da yaşanan darbeleri yükselen orta sınıf üzerinden analiz eden bir çalışma hakkında bkz. Jose Nun, “The Middle-Class Military Coup Revised”, Armies and Politics in Latin America, Haz. Abraham F. Lowenthal, Holmes & Meier Yayınları, New York, 1976, ss.49-85.

[8] Bu duruma göre, 1908 Jön Türk Dönemi’nde “istibdat” rejimine karşı “vatanseverlik” ideolojisi altında ülke yönetimini ele geçiren “İttihatçı kadro” ile 1919’da işgale karşı başlayan ulusal kurtuluş hareketinin “lider kadrosu” genç kuşağa mensuptu. Birbirinin uzantısı niteliğinde olan bu genç nesil, kendisini devlet yönetiminin zirvesinde bulmuştur. Bu sürecin, gençlerin toplum içindeki konumunu değiştirdiğini ele alan tespitler için bkz. François Georgeon, “Nesil Kavramı Osmanlı İmparatorluğu’ndan Kemalist Türkiye’ye Geçişi Anlamada Anahtar Olabilir mi?”, Tarihsel Sosyoloji, Der. Ferdan Ergut ve Ayşen Uysal, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012, s. 79-90; Ayrıca Norbert Elias, Almanya’da yaşlı ve genç kuşak arasında yaşanan kuşak çatışmasına bu yönüyle dikkat çekmektedir. Norbert Elias, “Terrorism in the Federal Republic of Germany- Expression of a Social Conflict Between Generations”, The Germans, Polity Press, Oxford, 1996.

[9] Tarhan Erdem, “CHP’de Parti içi Mücadelede Kemalizm ve Devrimler Tartışmaları Üzerine”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce: Kemalizm,c.2, İletişim, İstanbul, 2003, s. 450.

[10] Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, Nurettin Uycan Matbaası, İstanbul, 1966, s. 159; Dündar Seyhan, 1960’lı yılların ortalarından itibaren Türkiye’deki “zinde/dinamik güçlerin” entelektüel temsilcilerinden Doğan Avcıoğlu’nun 21 Ekim 1969-27 Nisan 1971 dönemi arasında yayın yapan Devrim Gazetesi’nin yazar kadrosu içinde bulunmuştur. Bkz. Gökhan Atılgan, Yön Devrim Hareketi, Yordam Yayınları, 2008, s. 291.

[11] Aydemir, a.g.e., s. 128.                                      

[12] Bu kullanım 60’ların sonlarına doğru “Marksist devrim” terimiyle iç içe geçti. Emin Alper, Jakobenlerden Devrimcilere, s. 186.

[13] 27 Mayıs sonrasında Kemalizm’in formüle edilişi hakkında bkz. Tanel Demirel, “1946-1980 Döneminde Sağ ve Sol”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünceler, c.9, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009; 11 Kasım 1938 tarihi, “devrimden dönüşün başlangıç tarihidir” söylemi, 1960’ların ilk yıllarında icat edilmiştir. Örneğin Çetin Yetkin, “Karşı Devrim” isimli kitabında Atatürk sonrasını karşı-devrim süreci olarak niteler: “Günler kovaladıkça, yaşım ilerledikçe gördüm ki, Türkiye’de yaşanan Karşı Devrim’in başlangıç gün ve saati, 10 Kasım 1938, 09.05’tir. Bugünün Türkiye’sinde yaşanan tüm olumsuzlukların temeli, Atatürk’ün öldüğü gün atılmaya başlandı ve 1945-50 arasında da bu temel üzerine ülkemizin kara yazgısının taşları teker teker örüldü…” Bkz. Çetin Yetkin, Karşı Devrim: 1945-1950, Kilit Yayınevi, 2012; Karşı devrim görüşünü eleştiren Yalçın Küçük, Atatürk’ün erken ölümünün, Türk siyasal düşünce hayatı için büyük bir tembelliğe yol açtığını belirtir. Zira Türk fikir hayatı, birçok gelişmeyi bilimsel olarak çözümlemek yerine, M. Kemal’in biyolojik ölümüne bağlamakla yetinmiştir: “M. Kemal’in biyolojik erken ölümü, Kemalizm’in uzun ömürlü olmasına yol açtı.” Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, c.3, Tekin Yayınevi, Ankara, 1987, s. 108-109.

[14] Talat Aydemir, Hatıratım, YKY, İstanbul, 2017, s. 119-124.

[15] 1960’larda Türkiye, Mısır, Sudan, Irak ve Pakistan’ın aralarında bulunduğu beş Ortadoğu ülkesinde yaşanan darbeleri, yükselen orta sınıf ve genç nesil üzerinden yapılan bir değerlendirme için bkz. Manfred Halpern, “Middle Eastern Armies and the New Middle Class”, Role of the Military in Underdeveloped Countries, Ed. John Asher Johnson, Princeton University Press, 1962, s. 277-316; Sadece Üçüncü Dünya ülkelerinde değil, Batı’nın kimi gelişmiş ülkelerinde de darbe/darbe girişimleri görülmekteydi. Fransa’da darbe girişimi (1961) Batı standartları için “olağandışı” ancak dönemin ruhuna uygun bir örnektir.  Halil Kanadıdırık, “Fransa’da Son Darbe: General de Gaulle ve Halkın Direnişi”, Toplumsal Tarih, İstanbul, Ekim 2016.

[16] Kaynar, a.g.e., s. 41-42; Benzer bir tanımlama Amerikan Dış İlişkiler belgelerinde de geçmektedir. Bkz. CIA, “The Prospects For Turkey”, National Intelligence Estimate, No.403, 29 Ocak 1962, s. 3.

[17] Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul, 2015, s.170-174; Abdi ipekçi ve Ömer Sami Çoşar, İhtilalin İçyüzü, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012, s.339-373.

[18] Talat Turhan, “Silahlı Kuvvetler Birliği ve 21 Mayıs” , Yeni Gündem Dergisi:27 Mayıs ve Sonrası Cunta Dosyası, Haz. Murat Belge, Mihrican Kitapevi, İstanbul, 15-28 Kasım 1985.

[19] Bahtiyar Yalta, Bir Darbeci Subayın Hatıraları, Kronik Yayınları, İstanbul, 2020,  s. 479-481; Adnan Çelikoğlu, Bir Darbeci Subayın Anıları, YKY, İstanbul, 2010, s. 209; Aydemir, a.g.e., s. 188-189.

[20] Şükran Özkaya, Adım Adım 27 Mayıs, İleri Yayınları, İstanbul, 2005, s. 320; Sıtkı Ulay, Harbiye Silah Başına, Kitapçılık Yayınları, İstanbul, 1968, s. 199-200. Dönemin genç subaylarından Acar Okan da bu durumu doğrular: “Türkeş ve Muzaffer Özdağ, biz Harbiyelilere bir konferans verdi. Sonra mezun olup Çankırı’da Piyade Okulu’na gittiğimizde de konferans verdiler. Özellikle Çankırı Piyade Okulu’nda bayağı el altından ihtilalciliğe başladık.”  Nuri Gürgür, Vatan Kurtarma Hikâyeleri, Ötüken Yayınları, 2014, s. 33

[21] Osman Deniz, Parola: Harbiyeli Aldanmaz, YKY, İstanbul, 2018, s. 21; Aydemir, a.g.e., s. 69

[22] Aydemir, a.g.e., s.70-72.

[23] Öner Gürcan, Ben İhtilalciyim, Süvari Yayıncılık, Ankara, 2005, s. 101; Orhan Erkanlı, 27 Mayıs söylemi üzerinden yaşanan iktidar kavgasını şöyle anlatır: “27 Mayıs’ı herkes istediği gibi yorumluyor, istismar ediyor; taarruz ve iftiraların hedefi haline getiriyordu.” Erkanlı, Anılar, Sorunlar, Sorumlular, s. 231; Yine başka bir ifadesinde Orhan Erkanlı, ordunun genç unsurlarını bünyesinde toplayan SKB cuntasının, 27 Mayıs’ın başarısızlığından ve mevcut durumdan şikâyetçi tavrının sık sık dile getirildiğini ileri sürer. Erkanlı, a.g.e., s. 181; Emin Aytekin’in ifadeleri de benzer minvaldedir: “Ordu (SKB), 27 Mayıs ihtilali ve bu ihtilalin neticeleri üzerinde çok hassastır. Bunu Milli Birlikçiler (MBK) açısından etmek yerine, Silahlı Kuvvetler (SKB) açısından tetkik etmekte fayda vardır. Ordu, 27 Mayıs’ı gelecekte de korumak azmindedir.” Emin Aytekin, İhtilal Çıkmazı, Dünya Yayınları, İstanbul, 1967, s. 93-94.

[24] Deniz, a.g.e., s. 32-33; Aydemir, a.g.e., s. 79; İsen, a.g.e., s. 30; Bazı görüşlere göre bu 38 kişilik darbe heyeti, rastlantı sonucu bir araya gelmiş topluluktan ibaret değildir. 38 kişilik MBK’ya alternatif bir “iktidar” alternatifi olarak kasten planlanmıştır: “Eğer 21 Ekim 1961 Protokolü de tatbik edilseydi, MBK’yı feshedenlerin sayısı da böylece 38 olacaktı.” Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci, Dünya Yayınları, İstanbul, 1967, s. 173.

[25] 2 Eylül 1961 tarihli ABD Büyükelçilik raporu, ordudaki genç subayların köklü reform hareketinin yapılmamasından dolayı huzursuz olduklarını ancak darbeye yönelik herhangi bir girişimin de kesinlikle beklenmediğini dile getirir. Zira SKB üst yönetimi (Forces Solidarity) ordudaki aşırılıkları kontrol altında tutmaktaydı: “Pek çok insan duruşmaların ve seçimlerin sonucundan endişe duysa da, bugün darbe örgütleme zemini neredeyse yok… Seçimlerin farklı muhtemel sonuçları da bu durumu değiştirmeyecektir.“ Bkz. FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State, Ankara, 2 September 1961; Ayrıca Büyükelçi Hare, şayet bir darbe olacaksa bunu sürgündeki Türkeş ve ekibinden beklemekteydi. FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State, Ankara, 2 September 1961.

[26] Bu arada Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Hare, siyasi liderlerle uzlaşma sağlanamadığı takdirde ordunun idareye el koyma ihtimalinin yüksek olduğunu dile getirir. Böyle bir risk, artık Türkiye’de istikrar istediğini dile getiren ABD yönetimi açısından kabul edilemezdi. Büyükelçi Hare’ye göre, bu “gereksiz” riske karşı ABD’nin bu yöndeki (istikrar) görüşleri üst düzey Türk yetkililerine bildirilmeliydi. FRUS, Telegram From the Embassy in Turkey to the Department of State,Ankara, 24 October 1961, 2 p.m.

[27] Osman Deniz, a.g.e., s. 33-37; Talat Aydemir, a.g.e., s. 82-84; Dündar Seyhan, a.g.e., s. 155-160; Metin Toker, “Türkiye’nin Kaderini Değiştiren 5 Gün”, Milliyet, 22-25 Aralık 1999.

[28] Faruk Güventürk’ün azledilmesinde, Faruk Güventürk-Talat Aydemir arasında yaşanan telefon görüşmesinin bazı subaylarca Cemal Tural’a ihbar edilmesinden kaynaklı olduğuna dair dedikodular bulunmaktadır. Osman Deniz, a.g.e., s. 37-38.

[29] Emin Aytekin, a.g.e., s. 168.

[30] Emin Aytekin, a.g.e., s. 164; Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci, s. 177; Talat Aydemir, a.g.e., s. 78-79.

[31] Doğan Akyaz, a.g.e., s. 164.

[32] Talat Aydemir, a.g.e., s. 79; Dündar Seyhan, a.g.e., s. 152.

[33] Osman Deniz, a.g.e., s. 32-33; Aytekin, a.g.e., s. 125-126; Hava Kuvvetleri’nde de benzer bir tepki vardır. Tuğgeneral Muhsin Batur, seçim öncesi propaganda döneminde, işlediği temalarla DP’nin devamı olduğuna dair kuşkuları üzerinden atamayan AP’nin Meclis’teki aritmetiği, ordu nezdinde huzursuzluğu artırdığını belirtir. Batur, a.g.e., s. 99; Metin Toker, “Türkiye’nin Kaderini Değiştiren 5 Gün”, Milliyet,24 Aralık 1999, s. 15.

[34] Adnan Çelikoğlu, iktidarı sivillere teslim etmeyi “erken” bulan grubun, bunu kendi görüşlerine uygun bulduğunu ve SKB üyelerinin Ankara ile İstanbul’da toplantıya çağrıldığını belirtir: “1960’lı yıllarda görülen ordu hareketleri, CHP’nin tek başına iktidara gelemeyeceği anlaşılınca cereyan etmiştir. Şayet CHP bu yenilgiyi baştan kabul edip, taraftarlarına bunu empoze edebilseydi, bu hareketler olmazdı.” Adnan Çelikoğlu, a.g.e., s. 172; Doğan Akyaz, a.g.e., s. 168; Feroz Ahmad, a.g.e., s. 181.

[35] Feroz Ahmad, a.g.e., s. 181; Doğan Akyaz, a.g.e., s. 164.

[36] Adnan Çelikoğlu, a.g.e., s. 176.

[37] Cumhuriyet, 12-13 Haziran 1965.

[38] Bahtiyar Yalta hatıratında, Cevdet Sunay üzerinde inat etmek yerine başka bir komutanla kolayca yola devam edilebileceğini savunur. Ancak bu opsiyonu kimse akıl edememişti:  “Örneğin SKB toplantılarına çoğunlukla başkanlık yapan Jandarma Genel Komutanı Tuğgeneral Abdurrahman Doruk veya MSB Müsteşarı Tuğgeneral Nüzhet Bulca’yı akıl eden çıkmadı.” Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 153.

[39] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 150.

[40] Jacob Landau, Aşırı Akımlar, 1960 Sonrası Sosyal ve Siyasal Çekişmeler, Turhan Kitapevi, Ankara, 1978, s. 19.

[41] Talat Aydemir, a.g.e., s. 86-87; Aynı tarihlerde Tıp Cevdet Sunay gibi, I. Ordu Komutanı Cemal Tural da SKB’nin İstanbul kanadına mensup bazı subayları toplayarak İnönü’nün desteklenmesi gerektiği hususunu dile getirmiştir: “Şimdi yapılacak tek şey var. O da bütün gücümüzle İnönü’yü desteklemektir.” Emin Aytekin, a.g.e., s. 162-163; Ayrıca bkz. Kurtul Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, Koza Yayınları, İstanbul, 1976, s. 280.

[42] Dündar Seyhan, a.g.e., s. 166-167.

[43] O dönem ihtilalcilerin üç karargâhı bulunmaktaydı. SKB’nin İstanbul merkezi Harp Akademileri, Ankara merkezi Harp Okulu ve 14’lerin yurtdışındaki merkezi Brüksel idi. 14’lerin yurtdışındaki “darbe faaliyeti” Orhan Kabibay ve Orhan Erkanlı tarafından yürütülmekteydi. Bu ekibin Türkiye’deki temsilci Dündar Seyhan idi. Türkeş ve grubunun 22 Şubat’la fazlaca bağlantısı bulunmamaktaydı. Kurtul Altuğ, a.g.e., s. 265.

[44] Kurtul Altuğ, a.g.e., s. 279.

[45] Emin Aytekin, a.g.e., s. 177-180; Bedii Faik, a.g.e., s. 178.

[46] Bedii Faik, a.g.e., s. 204-205.

[47] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 272.

[48] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s.273.

[49] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s.273.

[50] Tabur Komutanı Bahtiyar Yalta, özeleştiride bulunur ve İnönü’nün ziyaretini kendi aleyhlerine çevirmek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını belirtir: “Paşa’nın öğrencilerle öğle yemeği yeme isteğinin engellenmesi hiçbir gerekçeyle savunulamaz.” Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 277;  Kurtul Altuğ, a.g.e., s. 282-283.

[51] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 278.

[52] Bedii Faik, a.g.e., s. 188; Osman Deniz, a.g.e., s. 59-61; Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 282-283.

[53] Protokol 11 Şubat günü Ankara ekibi tarafından da imzalanır. İmzacılar arasında Jandarma Genel Komutanı Abdurrahman Doruk ile Deniz Kuvveleri Komutanı Necdet Uran gibi komuta kademesine mensup isimler de yer almaktaydı. Dündar Seyhan, a.g.e., s. 175-176; Talat Aydemir, a.g.e., s. 88-89; Ayrıca bazı kaynaklarda protokolü imzalayan subay sayısının 57 olduğu belirtilir. Ancak imza sayısı 54’tür. Bkz. Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 287; Osman Deniz, a.g.e., s. 60.

[54] Dönemin CHP’li bazı önde gelen üyeleri dahi İnönü’den ümitlerini kesmişlerdir. Örneğin MSB İlhami Sancar’a göre, İnönü’nün en fazla 6 ay ömrü kalmıştır: “Yaşasa yaşasa 6 ay daha yaşar. Fazlasını tahmin etmiyorum.” Emin Aytekin, a.g.e., s. 178.

[55] Osman Deniz, protokolü ihbar eden subayın Kuzey Saha deniz Komutanı Amiral Bahattin Özülker olduğunu ifade eder. Aslında protokolde kendisinin de imzası bulunmaktaydı. O an bu duruma kimse anlam verememiştir. Osman Deniz, a.g.e., s. 63; Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 291; Öner Gürcan, a.g.e., s. 160.

[56] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 297.

[57] Doğan Akyaz, a.g.e,, s. 188.

[58] 19 Şubat gecesi saat 01.30’de Kara Harp Okulu’nda Ankara’daki tüm birlik komutanlarının (albaylar) bir araya geldiği toplantıda “generallere rağmen” askeri müdahale kararı çıkar. Buna göre 20 Şubat gecesi harekât gerçekleştirilecektir. Ancak toplantının Cevdet Sunay’a ihbar edilmesi üzerine plandan vaz geçilir. Artık albayların ise tasfiyesi hareketi hız kazanmıştır. Bedii Faik, a.g.e., s. 197; Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 302-303; Dündar Seyhan, a.g.e., s. 180-181.

[59] Orhan Erkanlı, Askeri Demokrasi, Güneş Yayınları, 1987, s. 94; Bedii Faik, a.g.e., s. 212.

[60] Cevdet Sunay Mürted Hava Üssü’ne; HHK İrfan Tansel ise Eskişehir’e uçarak Muhsin Batur’un yanına sığınmıştır. Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1985, s.106-108; Bedii Faik, a.g.e., s. 221; Dündar Seyhan, a.g.e., s. 196.

[61] Hakan Özçelik ve Mustafa Güneş, Bir 27 Mayıs Tahlili: Silahlı Kuvvetler Birliği (1960-1963), Sokak Yayınları, İstanbul, 2018, s. 230.

[62] Talat Aydemir, a.g.e., s. 109-112.

[63] 22 Şubat Olayları sonrasında emekli edilen subayların kahir ekseriyeti, mağdur edilmelerinin müsebbibi olarak SKB içindeki generalleri görmektedirler. Bu generallere ihtilalci tabiriyle “kaypak” tabiri kullanmaktadırlar. Güngör Türkeli, Harbiye’den Babıali’ye, İleri Yayınları, İstanbul, 2004, s.16; Benzer eleştiriler için bkz. Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 304, 313, 314, 345; Aydemir, a.g.e., s. 107; Seyhan, a.g.e., s. 188.

[64] Hakan Özçelik ve Mustafa Güneş, a.g.e., s. 231-233.

[65] Orhan Erkanlı, Anılar, Sorunlar, Sorumlular, s. 190; Doğan Akyaz, a.g.e., s. 208-209.

[66] Talat Aydemir, a.g.e., s. 112; Bedii Faik, a.g.e., s. 224-225; İsmet İnönü’nün 26 Şubat 1962 günü kamuoyuna yönelik yaptığı uzunca konuşmasında “Harbiyelilerin aldatıldığından” da bahseder. Milliyet, 27 Şubat 1962; Bu sözlerden alındığı anlaşılan Harbiye öğrencileri iki gün sonra ”Harbiyeli Aldanmaz” çelengi Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’na bırakırlar. Öner Gürcan, a.g.e., s. 183.

[67] Öte yandan İnönü’nün bu söylemleri koalisyon ortağı AP’ye bir mesaj niteliğindedir. Rejimin ancak kendi desteğiyle yürüyebileceğini AP yönetimine göstermek ve ispat etmekti. Bedii Faik, a.g.e., s. 224;

[68] “Cumhurbaşkanı Gürsel, İnönü’yü itham eden AP lideri Gümüşpala’ya verdiği cevapta ‘buhranın mesulü sizsiniz’ dedi.” Milliyet, 1 Haziran 1962; Yeni hükümet kurma görevi yine İnönü’ye verilir.

[69] Milliyet, 8 Temmuz 1962.

[70] Mucip Ataklı, gazeteci Can Ataklı’nın amcasıdır. Can Ataklı, “İlkeler, Dürüstlük, Onur ve Babam”, Sabah, 21 Haziran 1998.

[71] Halim Menteş ve Fevzi Arsın’ın görev yerleri değiştirilerek Ankara’dan uzaklaştırılırlar. Bedii Faik, a.g.e., s. 237.

[72] Milliyet, “4 General ve 7 Üst Subay Dün Görevden alındı”, 4 Aralık 1962;

[73] Milliyet, “11 Havacı Subay Emekliye Ayrıldı.” 22 Aralık 1962; Toplam 3 general 8 albaydan oluşan grupta emekli edilenlerden General Hüsnü Özkan 1965 seçimlerinde CHP’den milletvekili seçilecek; Fevzi Arsın ise Ankara İl Başkanı olacaktır. Halim Menteş ise bir trafik kazasında Mart 1964’te ölecektir. Grubun diğer üyeleri şu isimlerden oluşmaktadır: Generaller Şevket Demirgüç ve İbrahim Metel’dir. Albaylar Tufan Akkoç, Refik Yurtsever, Yusuf Parmaksız ve Halit Ergin’dir.  Yarbaylar ise Abdulkadir Yücel ve Emir Yerlikan’dır. Bedii Faik, a.g.e., s. 239-247; Dündar Seyhan, a.g.e., s. 61.

[74] Bu esnada Cevdet Sunay ile İrfan Tansel arasında bir krize neden olur. Cevdet Sunay, bu havacıların emekli edilmesini değil, görev yerlerinin değiştirilmesini talep etmekteydi. Ancak irfan Tansel bu hususta kararlı olması ile CHP’nin bu yapılanmayla anılmak istememesi gibi nedenler Cevdet Sunay’ın geri adım atmasını sağlamıştır. Bedii Faik, a.g.e., s. 243-245; İddiaya göre Havacı Cunta, CHP lehine “öğrenci olayları”nda da faaliyetlerde bulunmaktaydı. “Milli Devrim Ordusu” adı altında AP’nin af önerilerine karşı öğrencileri aktivite eden cuntanın Meclis’teki uzantısı Tabii Senatör Mucip Ataklı ile CHP Milletvekili Turhan Feyzioğlu idi. Faik, a.g.e., s. 233-234; Ayrıca MDO ismiyle dolaşıma sokulan belgelerin öğrenciler ve genç subayların ellerinde dolaştığı bilinmektedir. Turhan Feyizoğlu, Türkiye’de Devrimci Gençlik Hareketleri Tarihi (1960-1968), Belge Yayınları, İstanbul, 1993, s. 122; Talat Aydemir, a.g.e., s. 261-262.

[75] 14’lerin yurtdışı faaliyetleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Ferit Salim Sanlı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nden Milliyetçi Hareket Partisi’ne Tarihsel Süreç, İdeoloji ve Politika (1960-1969), Ötüken, İstanbul, 2019.

[76] Sürgün yıllarında Türkeş’in liderliğini destekleyen isimler Ahmet Er, Numan Esin, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal ve Mustafa Kaplan’dan ibaretti. Orhan Kabibay’ı ise Orhan Erkanlı, Dündar Taşer, Münir Köseoğlu, İrfan Solmazer, Muzaffer Karan, Şefik Soyuyüce ve Fazıl Akkoyunlu desteklemekteydi. Ahmet Er, Hatıralarım ve Hayatım, Pamuk Yayınları, İstanbul, 2007,  s. 193; Diğer yandan 1962 yılı sonlarında sürgünden Türkiye’ye dönen 14’ler, ilerleyen yıllarda CHP-CKMP (MHP)-TİP gibi ideolojik anlamda birbirine oldukça zıt partilerde yönetici, kurucu ve milletvekilliği gibi görevlerde bulunmuşlardır. Erkanlı, Askeri Demokrasi, s. 91; Bu kez 10 isim Türkeş’in yanında CKMP’ye üye olacaktır. 31 Mart 1965 tarihinde Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Dündar Taşer ve Rıfat Baykal’ın katılımından sonra 19 Haziran’da Numan Esin, Fazıl Akkoyunlu, Şefik Soyuyüce, Mustafa Kaplan ve son olarak Münir Köseoğlu 23 Haziran günü partiye katılmıştır. Hulusi Turgut, a.g.e., s. 389; Tercüman,14’lerden Dördü daha CKMP’ye girdi”, 20 Haziran 1965. Tercüman, “Köseoğlu da CKMP’ye Kaydolunca 14’lerden Partisiz Kalmadı”, 24 Haziran 1965; Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı ve İrfan Solmazer 1965 Genel Seçimleri’nde CHP’den milletvekili seçileceklerdir. Milliyet, “Kabibay, Solmazer, Erkanlı CHP’ye girdi”, 8 Mayıs 1965; Aynı yıl Muzaffer Karan da Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilmesine rağmen 1967’de CHP’ye geçecektir. Orhan Erkanlı, Askeri Demokrasi, s. 91.

[77] Aydemir, a.g.e., s. 118.

[78] Dündar Seyhan’la beraber Necati Ünsalan, Daniş Çağlar, Muammer Şahin ve Tabii Senatör (eski MBK üyesi) Kadri Kaplan ayrılır. Aydemir, a.g.e., s. 143-144; Öner Gürcan, a.g.e., s. 184-185; Faik, a.g.e., s. 249-250.

[79] Kamil Karavelioğlu, Bir Devrim İki Darbe, Gürer Yayınları, İstanbul, 2007, s. 184-185.

[80] Doğan Akyaz, a.g.e., s. 221.

[81] Milliyet, “Ankara’ya Gelişi Sırasında Bayar’a Tezahürat Yapıldı”, 24 Mart 1963; Milliyet, “Hükümet Bayar’a İhtarda Bulundu”, 25 Mart 1963.

[82] Milliyet, “Bazı Gazeteler ve AP Binası Taşlandı”, 26 Mart 1963.

[83] Talat Aydemir, 31 Mart 1963 günü darbe girişiminde bulunmasına rağmen tarihin deşifre olması sebebiyle iptal etmek zorunda kalır. Aydemir, a.g.e., s.266.

[84] Talat Aydemir, a.g.e., s. 263-264. 

[85] Talat Aydemir, a.g.e., s. 282.

[86] Talat Aydemir, a.g.e., s. 282-284.

[87] 20 Mayıs akşamı saat 20.00’da Talat Aydemir’in darbesinden haberdar olan Alparslan Türkeş, durumu zincirleme biçimde İsmet İnönü’ye ihbar etmiştir. Türkeş önce CKMP Milletvekili Fuat Uluç’a; Fuat Uluç başbakan Yardımcısı CKMP Milletvekili Hasan Dinçer’e; Hasan Dinçer de İsmet İnönü’ye bildirmiştir. Talat Aydemir, a.g.e., s. 234-235; Alparslan Türkeş, Rıfat Baykal, Muzaffer Özdağ, Bazı Gerçekler, Anıl Yayınevi, 1964, s. 28.

[88] Bildirinin tam metni için bkz. Talat Aydemir, a.g.e., s. 172-173.

[89] Girişimden önce bildirinin altına “kimin imzası konacak?” sorusu tartışmaya açılmıştır. Genç subaylar imzanın “Silahlı Kuvvetler Birliği” adına olacağını bilmekteydiler. Ancak son anda Talat Aydemir duruma müdahale ederek, kendi ismini koydurmuştur. Kurtul Altuğ, a.g.e., s. 338-339; Bahtiyar Yalta, imza konusunda Talat Aydemir’in yakın çevresinin; Osman deniz, Fethi Gürcan, Galip Gültekin ve Rıfkı Erten gibi isimlerin önerileriyle bildirinin altına kendi imzasını attığını ileri sürer. Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 555; Talat Aydemir hatıratında Osman Deniz’in ısrarı sonucu imzasını attığını dile getirir. Son hazırlıkları bildirmek için İstanbul’dan gelen Osman Deniz, CHP karşıtı eski DP’li tabanla irtibat kurduğunu dile getirir. Ona göre, bu sivil halk,  radyo anonsunda Talat Aydemir’in imzasını görmek istemekteydiler. Talat Aydemir, a.g.e., s. 239. Bu açıdan bakıldığında darbeye kitle desteği sağlamak isteyen Talat Aydemir’in eski DP’lilerle uzlaşması dikkat çekicidir. Bu konuda Adnan Çelikoğlu da bu durumu destekler minvalde ifadeler kullanır. Talat Aydemir, Kayseri Cezaevi’nde yatan eski DP’li yöneticilerle temas dahi kurmuştu: “Aydemir, Kayseri’deki DP’lilerle irtibata geçmişti. Eğer hareket olursa korkmamalarını, onların hürriyetlerine kavuşacaklarını ve itibarlarının iade edileceğini söylüyordu.” Adnan Çelikoğlu, a.g.e., s. 207.

[90] Ertuğrul Alatlı, “27 Mayıs’a Dair”, Hürriyet, Haz. Zeynep Atikkan, 22 Haziran 1994.

[91] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s.555; Altuğ, a.g.e., s. 347.

[92] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 554.

[93] Mamak Duruşmaları esnasında okunan Genelkurmay Özel Planlama Dairesi’nin Günlüğü okunur. Bu arada her askeri harekât sırasında bu tarz günlükler tutulmaktadır. Günlükte, birkaç defa el değiştiren radyonun saat 03.30’da kesin olarak ele geçirildiğine yer verilmektedir. Kurtul Altuğ, a.g.e., s. 352-353; Doğan Akyaz, a.g.e., s. 227.

[94] Talat Aydemir, a.g.e., s.177.

[95] Darbeye katılan birlikler Harp Okulu, 229. Piyade Alayı, Süvari Grubu, Zırhlı Tugay Taburu ve Tank Taburu’ndan ibarettir. Talat Aydemir, a.g.e., s. 205-214.

[96] Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 559.

[97] Talat Aydemir’in makam odasına girdim. ‘Talat Albayım, hangi birlikler elimizde’ soruma ‘Bahtiyar, bana bir şey sorma. Koş bir şeyler yap!’ demesi yüreğimi sızlattı.” Bahtiyar Yalta, a.g.e., s.560.

[98] Muhsin Batur, a.g.e., s. 117-118; Talat Aydemir, a.g.e., s. 180.

[99] Bu dönemle ilgili sıkıyönetim uygulamalarını ele alan yetkin bir çalışma için bkz. Zafer Üskül, Bildirileriyle 1950-1970 Dönemi Sıkıyönetimleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015; Ayrıca bkz. Zafer Üskül, Siyaset ve Asker: Cumhuriyet Dönemi’nde Sıkıyönetim Uygulamaları, İmge Yayınları, Ankara,1997.

[100] Talat Aydemir, a.g.e., s.207; Bahtiyar Yalta, a.g.e., s. 596-602;  Talat Aydemir’in infaz edilmesinde, Cemal Gürsel’in aksine İnönü’nün ısrarcı olduğu bilinmektedir. İnönü’nün bu ısrarında Talat Aydemir’in “çerkez” asıllı olmasının etkisi olduğu iddia edilir. Ancak önemli bir farkla; eski HKK İbrahim Fırtına’nın anılarında Talat Aydemir ile Çerkez Ethem’in akrabalığından bahsedilir. İddiaya göre, Talat Aydemir, Çerkez Ethem’in öz yeğenidir. Milli Mücadele yıllarında İsmet Paşa – Çerkez Ethem mücadelesi bilinmektedir. İsmet Paşa’nın bu yüzdendir ki, Talat Aydemir’in infaz edilmesinde ısrarcı olduğu ileri sürülmektedir. Detaylı bilgi için bkz. İbrahim Fırtına, Alçalmadan Yükselenler: Komutanlar Anlatıyor,  Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul, 2020.