28 ŞUBAT VE MEDYA: DARBENİN SÖYLEMSEL ANALİZİ*

0
43

Emin Pazarcı / AKŞAM Gazetesi Ankara Temsilcisi

*28 Şubat 2022 tarihinde İstanbul Üniversitesinde düzenlenen Tekrar ve Fark Sempozyumunda sunulmuştur.

Ben içerisinde bulunduğumuz bu mekânın, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin sakinlerinden biriydim. Bundan 40 yıl önce 1980 darbesine giden süreçte, bizi burada bir süre misafir ettiler. Küçücük koğuşlarda 200-250 kişi kalıyorduk. O dönemde içeri girenler buraların ahır olarak yapıldığını söylüyorlardı. Bu ahırlarda pek çok insan, hatta toplu tutuklamalarda neredeyse 400-500’e varan kişi kalıyorduk. Yürümek bile mümkün değildi. Burası âdeta bir toplama kampıydı. 

28 Şubat sürecine gelince, o dönemi de bizzat yaşadık. Medya ile yapılan toplantıların ilkini bizimle gerçekleştirdiler. Ben o dönem de Akşam gazetesindeydim. Merkez medya olduğumuz için Erol Özkasnak (Genel Kurmay Genel Sekreteri) bizi Genelkurmay Karargâhında yemeğe davet etti. Genel Yayın Müdürümüz rahmetli Bülent Aydın ve savunma muhabirimiz Banu Soysal’la gittik. Yarım saat civarı girizgâhtan ve “kafaları kıracağız” gibi sözlerden sonra Paşa, Bülent Bey’e döndü ve “Sizin görüşleriniz nedir?” diye sordu. Bülent Aydın da topu bana attı, çünkü zor bir durum, zor bir süreç vardı. “Emin Bey size cevap verecek” dedi. Ben bir iki dakika topu çevirdim, çevirdim, baktım olmadı, “Paşam” dedim “Kafaları kırmak yerine kafaları değiştirsek” dedim. Erol Özkasnak şimdi bedelini ödüyor tabii, âdeta elini masaya vurdu, son derece rahatsız oldu ve bizi kovar gibi uğurladı. Maalesef ve maalesef, 28 Şubat’ın medya ve siyaset ayağından hiç hesap veren olmadı. 

O yemekler ve toplantılar daha sonra yapılmaya devam etti. Sizlere Fatih Çekirge ismini vermek istiyorum. Fikret Bila, Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök daha bunları çoğaltabiliriz. Bunların tamamı o brifinglerde en öndeki kişilerdi. Sürece de sonuna kadar destek verdiler. Ama biz bunu söyledikten sonra Genelkurmay Karargâhından çıkarken hiç unutmuyorum, Banu Soysal bana döndü ve “Sen ne yaptın abi” dedi. O kadar vahimdi o dönemde kafaların değiştirilmesinden bahsedilmesi! Ben bir şey yapmamıştım aslında, sadece fikrimi söylemiştim. Ama yaptığım şeyin karşılığı zaman içinde görülmeye başlandı. Ciddi anlamda sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. O dönemde görev alan siyasi aktörler de vardı. Mesela bugün bir siyasi partinin genel başkanı olan Meral Akşener. 28 Şubat sürecinden 1 hafta kadar önceydi zannediyorum, biz Kızılay’da bir Demokrasi Mitingi yaptık. Yine Akşam gazetesini temsilen İçişleri Bakanı Meral Hanım’a gittim ve yardım istedim. Kızılay gösterilere kapalı bir alandı ve biz böyle bir miting yapıp polis tarafından engellenebilir, coplanabilir, dağıtılabilirdik. İçişleri Bakanı olarak kendisinden destek istedim. O da sağ olsun destek verdi ama şöyle bir ifade kullandı, “Tamam dedi ben oraya birkaç tane panzer göndereyim”, o dönemde tomalar yoktu. Dedim ki “Abla panzeri ne göndereceksiniz, panzer bizi mi dağıtacak?” 

“Hayır, sizi korumak için gönderiyorum” deyince, Ben de “Bizim korunmaya ihtiyacımız yok, bizi dağıtmasınlar yeter” cevabını verdim. Biz mitingi yaptık. O dönem Hak-İş çok ciddi destek verdi ve Kızılay’ı kapattık. Ertesi gün Cumhuriyet gazetesinde birinci sayfada bir başlık vardı, “Şeriatçı Miting Tutmadı” diye. Demokrasi mitingini şeriatçı miting olarak ortaya koymuşlardı. Komik olan şuydu, bizim gazetemizin yazarlarından şarkıcı Neco, Rahmetli Cenk Koray, Alevi Rıza Zelyut ve ben mitingde konuşma yaptık. Yine de mitinge şeriatçı yaftasını hemen vurdular. O dönem darbe zihniyeti karşısında bir şey yapanları hemen karalıyorlardı. Şeriatçılık, onlar için vazgeçilmez bir karalama ifadesi idi. 

Meral Akşener’in İçişleri Bakanlığında birgün Tansu Hanım’ın eşi Özer Çiller beni aradı. Dedi ki, “Muhsin Yazıcıoğlu’nu sen iyi tanıyorsun, dostundur, bunlar niye bize destek vermiyorlar?” O dönemde Tansu Çiller hakkında TBMM’de mal varlığı araştırma önergesi vardı. 7 milletvekili ile birlikte Muhsin Yazıcıoğlu hem koalisyonun yanında yer alıyordu, hem de Çiller’in mal varlığı araştırma önergesine destek veriyordu. Özer Bey’e “Ben karışmam, ama isterseniz Muhsin Yazıcıoğlu ile sizi görüştürürüm, siz kendiniz konuşun” dedim. “Tamam” cevabını verdi. Meral Akşener’den randevu alındı ve rahmetli Yazıcıoğlu’nu İçişleri Bakanlığı Konutu’na götürdüm. Orada çok ilginç bir karşılamaya tanık oldum. Meral Akşener, Muhsin Yazıcıoğlu’na, “Başkanım hoş geldin, biliyor musun ben ülkücüleri çok severim benim abim de ülkücüdür” gibi bir ifade kullandı. Meral Akşener’in ülkücülükle milliyetçilikle hiçbir ilgisi yoktu, çemberin dışındaydı. Sonradan Milliyetçi Hareket Partisi’nde ülkücüleri iktidara taşıma iddiası ile birden ortaya çıktı. 

Muhsin Yazıcıoğlu’na benim yanımda şöyle bir teklif yapıldı: “Biz sizi koalisyona alalım, iki bakanlık verelim, bir tanesini biz boşaltalım, diğerini de Refah Partisi boşaltsın.” Amaç, Mal Varlığı Araştırma Önergesine “hayır” oyu vermelerini sağlamaktı. Refah Partisinin bu pazarlıktan haberi olduğunu hiç sanmıyorum. Bütün mesele Muhsin Yazıcıoğlu bir demokrasi mücadelesi verirken, o mücadeleden faydalanmaktı. Toplantıdan dışarı çıktığımızda Muhsin Yazıcıoğlu bana baktı, ben ona baktım, dedim ki: “Bunların Refah Partisi ile bile görüştüklerini sanmıyorum.” 

Rahmetli “Ben de aynı kanaatteyim” dedi. Nitekim daha sonra bu önergenin bir 28 Şubat mücadelesi üzerinden siyasi rant elde etme veya paçayı kurtarma operasyonu olduğu ortaya çıktı. 

28 Şubat’taki Millî Güvenlik Kurulu toplantısının ardından Meral Akşener, Mehmet Ali Birand’ın programına çıktı. 28 Şubat kararlarının uygulanmasına kefil olduğunu açık ve net olarak söyledi. 180 derecelik bir dönüş sergiledi. Şimdi de Türk siyasetinin dizayn etmeye çalışan bir figürle karşı karşıyayız. 

O dönemde Mesut Yılmaz’ın Refah-Yol’dan önce hükûmet kurma çalışmaları vardı. Tam o sırada yanına gitmiştim. Refah Partisi’nden bahsettiğimde şu ifadeyi kullandı: “Aramızda kalsın, ama asker kesinlikle onları istemiyor.” 

Bir gazeteci açısından önemli bilgiydi tabii. Biz de ona göre önümüzü gördük. Ama aynı Mesut Yılmaz, Çevik Bir’i tarif ederken, adını vermeyip, durumu pandomimle anlatmaya çalışmıştı. Bu gazetelerde yayımlandı. Gürcistan ziyaretindeydi, biz de oradaydık, bizi dışlayarak aralarında Ertuğrul Özkök ve Cengiz Çandar’ın da aralarında olduğu bir grup gazeteciyle görüşme yaptı. Olay gazetelere yansıyınca hayli ses getirdi. 

Daha sonra kendisine Orgeneral Çevik Bir’le ilgili olarak “Kimi anlatmaya çalıştınız?” diye sorulduğunda, “Bir devlet memuru” demişti. Yani, Çevik Bir’in devlet memuru olduğunu söylemişti. Ama hiç isminden bahsedemiyordu. Bunun üzerine ben de DSİ Toplantı Salonunda yıllık basın toplantısını yaparken şöyle bir soru sormuştum: “Sayın Başbakan, devlet memurundan bahsediyorsunuz ama bu sergilediği tavır suç, bu devlet memuru hakkında bir işlem yapacak mısınız?” 

Mesut Bey son derece sinirlendi ve dedi ki, “Sen, ya söylediklerimi tam anlamadın, ya da soru sormayı bilmiyorsun!” Oysa soru netti ve asıl sorulması gereken soru da buydu. Mesut Bey’in verdiği bu cevap üzerine, toplantının yapıldığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Salonunda ANAP’lılar kendisini elleri patlayıncaya kadar alkışladılar. Orada ne duruma düştüğümü siz tahmin edin! Mesut Bey, askere tek kelime edemediği ve durumu kurtarmak istediği için böyle bir cevap vermişti. Neyse, aradan bir süre geçtikten sonra, yine bir seyahat sırasında Mesut Yılmaz uçakta yanıma geldi, “Soru sormayı öğrendin mi?” diye sarıldı. Dolaylı yoldan özrünü diledi. 

Bir başka olay: 

Mustafa Kahramanyol Demirel’in Başbakanlığı sırasında Balkanlar danışmanıydı. Asker kökenli kulak burun boğaz profesörüydü. Bosna’nın kurtuluşunda büyük başarılar göstermiş, ciddi mücadelelerin içine girmiş önemli bir isimdir. Yaptıklarını anlatsam herhâlde Lahey yargılamalarında kullanılacak çokça veri ortaya çıkar. Demirel’in o dönemde böyle bir faydası olmuştu, Kahramanyol’u yanına danışman alarak. Mustafa Kahramanyol göreve başladığında, “Aman beni karıştırma, ne yaparsan yap” yetkisini vermişti. Bu yetki sayesinde Kahramanyol, Demirel döneminde büyük başarıların altına imza attı ve Sırplar onu millî düşman ilan ettiler. Daha sonra Demirel, Cumhurbaşkanı olduğunda Mustafa Kahramanyol’un irticadan ordudan atılması kararnamesini onayladı. Çok ilginçtir gizli yazıyı ben gördüm. Mustafa Kahramanyol benim dostumdur. Orada suç olarak ne yazıyor biliyor musunuz, evinin kalorifer kazanının dönüşümünde boşa çıkan kalorifer kazanını camiye hibe etmesi ve eşinin başörtülü olması yazıyor. Ben aile dostuyum, eşi başörtülü falan değildi. Tamamen bir kumpastı. Kendisine bir kulp takılıp ordudan ihraç edilmişti. Demirel de kendisinin kim ve nasıl bir insan olduğunu bilmesine rağmen, o kararnameyi imzalamak zorunda bırakılmıştı. 

Sonuç olarak, Erol Özkasnak’lar, Çevik Bir’ler ve 28 Şubat’ın askerî kanadından isimler cezalandırıldı. Fakat o dönemde suça iştirak edenler, generalleri tahrik eden gazeteci kesimi cezalandırılmadı. Maalesef onlar ve 28 Şubat destekçisi siyasi aktörler, bugün “toplumu kurtarma” iddiasıyla yine halkın karşısındalar. Bir illüzyon, yanıltma, algı operasyonu devam edip gidiyor. Biz de gazeteci olarak bunları millete anlatmaya çalışıyoruz.