DARBELER, ORTAK YÖNLERİ VE 28 ŞUBAT DARBESİ*

0
20

Av. Hüsnü Tuna

*İstanbul Üniversitesinde 14 Temmuz 2021 tarihinde düzenlenen 5. Darbe ile Mücadele Sempozyumunda sunulmuştur.

Ülkemizde son gerçekleşen darbenin, 15 Temmuz darbesinin yıl dönümündeyiz. Darbelerin ortak yönleri, nedenleri, darbeci aktörlerin kim ya da kimler olduğu hususlarında değerlendirme yapmaya çalışacağız. Özellikle 28 Şubat darbesi sonrası ülkemizde meydana gelen siyasi ve ekonomik gelişmeler, insan hakları konusundaki müspet değişikliler sonucu “Bu ülkede bir daha darbe olmaz.” düşüncesi yerleşmek üzereyken; 15 Temmuz darbesiyle karşı karşıya kaldık. Darbelerin ve 28 Şubat darbesinin sebeplerine, darbecilerin darbeye hazırlık hareketleri ve darbe sürecindeki uygulamalarına yeniden göz atmak; bütün bunları hatırlamak ve hatırlatarak yaşananlardan ders çıkarmak maksadıyla 28 Şubat darbesini tahlile çalışacağım. 

15 Temmuz darbesi, “darbelerin ve darbecilerin hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerini” gösterdiği gibi, darbelere karşı duruş açısından da milletin tecrübe ve cesaretinin darbecilere karşı nasıl darbe yaptığını gösterdi. 

Bu nedenle “darbelerin bir daha gerçekleşip gerçekleşmeyeceği”ni bir yana bırakıp darbeleri “iyi tahlil” ederek, darbelere karşı duruşla ilgili bilgi ve tecrübeyi artırmak gerektiği ortaya çıktı. Ben de bu zaviyeden bakarak 28 Şubat darbesinin çok konuşulmayan kısımlarına işaret edeceğim. 

1- Darbeler; gerçekleştirildiği ülkenin insanları nezdinde meşruiyetini ilan edebilmesi için bir kısım gerekçelere ihtiyaç hissetmektedir. 

1960 darbesi öncesi “öğrenci hareketleri”nin, 1980 darbesi öncesi de “sağ-sol çatışmaları”nın darbelerin gerekçesi yapıldığını, o dönemleri yaşayanlar bilir. 

2- 28 Şubat darbesinin meşruiyetini sağlamaya dönük olaylar 

28 Şubat darbesini bidayette planlayan ve uygulamaya koyan üst akıl, bu darbenin; 

a) 1980 darbesi sonrası gelişen ve birçok operasyona rağmen durdurulamayan “muhafazakâr ağırlıklı” siyasi yapının önünü kesmek 

b) Muhafazakâr siyasetin önünün kesilebilmesi için geliştirilecek kaos ve istikrarsızlık ortamının müsebbibinin yine bu muhafazakâr dünyayla bağlantılı olmasının gerekliliği plana konmuştur.

c) Bu yönde uluslararası kontrgerilla ve örgüt organizasyonlarını yapan NATO’nun hedef düşman konseptini değiştirmesi ve kırmızının yerine yeşili, yani İslam’ı düşman konseptine koyması da 28 Şubat darbesinin ön açıcı işaret fişeği olmuştur. 

28 Şubat’ın silahlı aktörlerinden Teoman Koman imzalı 19 Aralık 1989 tarihli Başbakanlığa yazılan yazıyla “Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok’un yurt dışından getirtilecek tarikat mensuplarınca öldürüleceği” bilgisi verilmiştir. 

Bu yazının Başbakanlığa ulaşmasından kırk gün sonra; 

31 Ocak 1990 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Muammer Aksoy, Ankara Bahçelievler’de öldürüldü. 

7 Mart 1990 tarihinde Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç İstanbul Suadiye’de öldürüldü. (Olay sonrası Hürriyet’te yayımlanan haberde Emeç’in, Kara Cuma Alarmı ve Yobaza Kurslar başlıklı dini içerikli yazılar nedeniyle öldürüldüğü ilan edildi. Yine gazetelerde cinayeti, Türkiye İslamcı Komandolar Birliği-Şeriatçı İntikam Komandolarının üstlendiği yazıyordu.) 

4 Eylül 1990 tarihinde Üsküdar’da, bir zamanlar müftülük yapan ancak ulusal ve laik yanı ağır basan Turan Dursun, 7.65 çaplı bir silahla öldürüldü. (Olay sonrası cinayeti İslam Mücahitleri adlı örgütün üstlendiği yayıldı.) 

6 Ekim 1990 tarihinde, -başörtüsü karşıtlığıyla bilinen- İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Bahriye Üçok, akşam vakti PTT’den gelen paketteki bombanın patlamasıyla öldürüldü. (Atatürk ilkelerini savunduğu; üniversitelerde kız öğrencilerin başörtüsü takmalarının İslam diniyle ilgisi bulunmadığını, başörtüsünün birtakım tarikatların bayrağı olarak kullanıldığını söylediği için öldürüldüğü yayıldı.) 

19 Aralık 1989 tarihli plan tıkır tıkır işliyor ve cinayetler, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) gözetiminde seri olarak gerçekleştiriliyor. (Olağan şüpheliler şeriatçılar, dinciler, başörtüsü kullananlar, tarikatçılar vs.) 

Darbe zemini hazırlığı için istikrarı bozacak eylemleri sıralamaya devam ediyoruz:

1991’in son ayları. Yine Müsteşar Teoman Koman’ın –28 Şubat darbesinin önemli aktörlerinden biri-, MİT’in Yenimahalle’deki yerinde toplanan gazetecilere Muammer Aksoy, Bahriye Üçok cinayetlerinden bahisle, “Bu konuda istihbaratı almış, Bahriye Hanım’ı bombalı paket tespiti konusunda eğitmiştik ama yine de kurtaramadık.” dedikten sonra “Yakında yine tek tek bireyleri hedef alan bir terör dalgası yaşanabilir.” ifadelerini kullanması; 

Toplantıda bulunan Uğur Mumcu’nun “Aman Paşam, eğer böyle bir durum varsa şimdiden söyleyin dikkat edelim.” sözüne karşılık, “Evet haklısınız. Yeni terör döneminde bu masanın etrafından birkaç kişi de hayatını kaybedebilir.” demesiyle de ikinci terör dalgasının fitili yakılmış oluyordu. 

1992’de yapılan mahallî ara seçimlerde Refah Partisi ciddi bir gelişme kaydetmiştir. Dolayısıyla cinayetler serisinin ikinci dalgasının başlatılması gerekiyordu: 

24 Ocak 1993 tarihinde Ankara Çankaya’da Uğur Mumcu aracına yerleştirilen C4 patlayıcıyla öldürüldü. Cinayet, İslamcılara yüklendi. 

Uğur Mumcu’yu bilfiil katledenler, Ocak 1993’ten 2000 yılına kadar bulunamadı (!) FETÖ’nün istihbarat birimleri, 2000 yılında imdada yetişti. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbelerinde gerekçe olarak kullanılacak Tevhid Selam Örgütü ihdas edildi. 

1993 Şubat’ında Uğur Mumcu cinayetini gündemden düşürecek Yahudi iş adamı JakKamhi’ye suikast gündeme geldi. Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Turgut Özal’ın öldürülmeleri, cinayetlerin devamını sağladı. 

Her ne kadar münferit cinayetler devam etse de siyasette muhafazakâr gelişmenin önünü kesecek ciddi bir etki oluşmadığı anlaşılınca, toplu katliam planına yönelindi. Alevi-Sünni çatışmasının gerçekleştirilmesi planı yapıldı. Sivas ve Başbağlar katliamları, bu seride gerçekleştirilen olaylardır. 

3 Temmuz 1993’te Özel Kuvvetler Komutanlığı, Emniyet içindeki FETÖ elemanları, PKK, SHP içindeki -THKPC örgütüyle iltisaklı- ve derin yapılarla bağlantılı kişilerin operasyonuyla Sivas’ta 4 kişi silahla öldürülürken 33 kişi dumandan boğularak hayatlarını kaybetmiştir. Alevi vatandaşların yoğun olduğu Tunceli sınırındaki Başbağlar köyünde de 5 Temmuz 1993 günü 33 kişi kurşunlanarak ve yakılarak öldürülmüştür.

Sivas katliamı “Müslümanlar” isimli örgüte, Başbağlar katliamı da THKPC ve PKK ile bağlantılı örgütlere yüklenmiştir. 

1990 yılında başlayan ve Sivas Başbağlar katliamlarıyla devam eden sürecin sonunda 1994 yerel seçimleri yapılarak Refah Partisi yine büyük bir başarı kazanmış; 1995 yılı sonunda da ufukta bir genel seçim gözükmüştür. Seri cinayetler ve toplu katliamlara rağmen muhafazakâr siyaset yükselmeye devam etmektedir. Bu durumda darbe kaçınılmaz hâle gelmektedir. 

Darbe Planı Hazırlıkları Yoğunlaşmalıdır 

Silahlı müdahalenin zemini hazırlanmalı, bunun için Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) Protokolleri zamana uygun hâle getirilmeli (15 Temmuz darbesi öncesi askerin toplumsal olaylara doğrudan müdahalesine imkân veren kanunun 14 Temmuz günü Resmî Gazete’de yayımlanması gibi) 

SYNT kuralları gözden geçirilmeli ve darbe halinde uygulanacak SYNT bölgeleri belirlenerek hazırlıklar yapılmalıdır. 

Diğer taraftan devletin kurumlarında başlayan ve halk kesimlerine doğru yayılan bir biçimde darbenin meşruluğunu savunacak zeminin / algının oluşturulması gerekmektedir: 

1-İrtica tehlikesinin alabildiğine yükseldiği ve giderek önü alınamaz hâle geldiği 

2-Bu nedenle irticayı besleyen kaynakların kurutulması, bunun için imam hatip okulları ve Kur’an kurslarının kapatılması, cinayetlerin sebebi (!) ve tarikatların oyuncağı (!) olan başörtüsünün ortadan kaldırılması, en önemlisi de irticayı palazlandırdığı ve irticai merkezleri arka bahçe olarak kullandığı iddia edilen Refah Partisinin sistem dışına çıkarılması gerektiği planlanmıştır. 

28 Şubat Darbesi 

28 Şubat “postmodern” değil doğrudan bir darbedir. “Postmodern” tanımlaması, 28 Şubat darbesini hafifletme ve masum gösterme gayesine matuftur. 

Kişiler maruz kaldıkları zulümleri unutabilirler ya da öbür dünyaya havale edebilirler. Ancak darbeler –28 Şubat darbesi– unutulmamalı ve öbür tarafa havaleyle geçiştirilmemelidir.

Niçin unutulmamalı? 

1-Darbecilerin yaptığı zulümler 

2-Belirli aralıklarla tekrarlanan ve uzun süre devam etmesi arzulanan darbe süreçlerinin tekerrür etmemesi için ders çıkarmak -ibret alma da diyebiliriz- amacıyla tekrar tekrar anlatılmalıdır. 

Darbenin yıl dönümünde birçok yerde darbenin etkileri, yapılan zulümler dile getirilmektedir. Ancak darbelerin hazırlık aşamaları, arka planında cereyan eden olaylar, darbenin kamuoyunca bilinmeyen ortakları ve darbeler arası bağlantılara değinilmemektedir. Biz bu kısmına değinmek istiyoruz. 

1980 darbesiyle inşa edilen sistemin uzun süre devam etmesi planlanmış ancak süreç planlandığı gibi sürmemiştir. 

1980 darbesinin başı Kenan Evren üzerinden siyaseti dizayn etme çabaları aksi tesir etmiş ve 1983 seçimleriyle yeniden Turgut Özal Başbakanlığında muhafazakâr bir yönetim gelmiştir. 

1987’de siyasi yasaklar kaldırılarak yasaklı partiler, siyasi arenaya dahil olmuştur. 

Ceza Kanunu’ndaki 163. madde kaldırılmıştır. 

1990’lı yılların başında, Sovyet Rusya’nın dağılması nedeniyle NATO’da düşman konsepti değiştirilmiştir. 

Kırmızı düşman kuvvetleri yerine yeşil – İslam, Müslümanlar, siyasal İslam – yaftasıyla düşman konseptine konulmuştur. 

1984 Eruh ve Şemdinli katliamlarıyla terör faaliyetlerine yeniden başlayan ve dozunu artırarak devam eden PKK terörü tehlikesine rağmen NATO konseptine uygun olarak iç düşman belirlemesinde yeni bir konsept tespitine yönelinmiş; Türkiye’de “irtica tehlikesi” üzerinden Müslüman halkın -dindar kesimin- birinci tehlike olduğu kararı alınmıştır.

28 Şubat MGK’sında üyelere sunulan iç tehdit değerlendirilmesinde “elinde tespih, başında takke bulunan sakallı bir vatandaş” figürünün, “elinde silah taşıyan bir PKK örgüt mensubu”na göre daha tehlikeli ve bu nedenle de birinci öncelikli tehdit olduğu vurgulanmıştır. 

İrtica, cinayetlerle iç tehdit değerlendirmesinde “birinci öncelik sırasına” çıkarılırken, muhafazakâr siyasilerin de siyasi arenada dışlanması, yer alamaması için tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bu hususun gerekçesi nasıl hazırlanmış? 

1994 mahallî seçimleri öncesi Refah’ın oylarını düşürecek olaylar gerçekleşmesine karşın İstanbul, Ankara büyükşehir belediyelerinin Refah Partisine geçmesi darbecileri, 1995 genel seçimlerinde Refah’ın birinci parti çıkmaması için tedbir almaya zorlamıştır. 

28 Şubat darbesinde ilk kez “Psikolojik harekât-psikolojik işkence” metodu uygulanmıştır. 

-Hükûmet üyelerine yönelik tehditler ve bir kısmına siyasi rüşvetlerle, önce koalisyon kurulması engellenmeye çalışılmış; koalisyon kurulduktan sonra koalisyonu bozma operasyonları yapılmıştır. 

-MGK toplantıları, hükûmeti itibarsızlaştırma toplantılarına dönüştürülmüş, darbenin sivil destekçileri (Beşli çete) hazırlanmış, dindar vatandaşlar üzerinde etkili güçler (FETÖ gibi) devreye alınmıştır. 

-Başbakanlığın kontrol altına alınması ve darbenin otomatiğe bağlanabilmesi için “Kriz Yönetim Merkezi” ismiyle bir merkez kurulmuş; Süleyman Demirel, 17 Ocak 1997’de Genelkurmay’a çağrılarak darbeye onay alınmıştır.

-22 Ocak 1997 tarihinde Genel Kurmay’daki İnönü Salonunda Amerikan Jınsa (Jewısh Isntitute For National Security Affairs) heyetine darbeyle ilgili bilgi verilmiş ve taahhütlerde bulunulmuştur.

-23-25 Ocak 1997 tarihlerinde Gölcük Donanmada darbenin “harp oyunu” şeklinde “uygulaması” yapılmıştır.

-28 Şubat 1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısıyla darbe resmen ilan edilmiştir.

28 Şubat Darbesinin Şerikleri:

1-Silahlı Kuvvetler: 

a) Silahlı kuvvetler içinde örgütlenen -Teoman Koman, Çetin Doğan vs. liderliğindeki- Batı Çalışma Grubu kod adlı örgüt 

b) Polisler; emniyet ve istihbarat biriminde darbe hazırlığı için gerçekleştirilen eylem ve olayları soruşturma ve algı operasyonlarıyla muhafazakâr vatandaşlara yükleme işini üstlenen yapı -ki ilerleyen günlerde ortaya çıkan ismi FETÖ-

1990’lı yıllardaki darbe hazırlığı cinayetlerde soruşturmalar, bu örgüt tarafından yürütüldü. Kamuoyunda bilgi, “Dinci örgütler İran kontrolünde cinayet işliyor.” algısıyla yayılıp paylaşıldı. 

-C5 Kumpas Bürosunun mucidi Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink cinayeti soruşturmasında verdiği ifadede “1996’da tarikatlar ve cemaatler konulu kitap yazdım. 28 Şubat döneminin askerî makamlarından gelen taleple kitap tekrar basıldı. 28 Şubat döneminde C Şube Müdürü, Daire Başkanı toplantılara katılamazken ben başkomiser olarak katılırdım. Millî Güvenlik Akademisinde devlete karşı dini motifli tehlike konusunda ders verdim.” diyor. 

2-Silahsız Kuvvetler: 

– Malum beşli çete (işçi ve işveren sendikaları) 

-Üniversite yöneticileri ve sahipleri (“Ordu göreve” pankartı açarak gösteri yapan o dönemin YÖK’çüleri ve bazı rektörler) 

-Bazı basın mensupları (Strateji dergisi, Hürriyet, Sabah, Zaman vs.; Uğur Dündar, Tuncay Özkan gibi operasyon gazetecileri) 

-Dindar kesim üzerinde etkin, onların direncini kıracak kişi ya da topluluklar (FETÖ ve Fethullah Gülen) 

Bunun yanı sıra FETÖ, Zaman gazetesinin sahibi ve FETÖ’nün temsilcisi Alaaddin Kaya’yı Çevik Bir’e elçi olarak göndererek darbede iş birliği önerisi yapmıştır. Nitekim 1997’de uygulamaya konan başörtüsü yasağında öğrenci ve memur örgüt üyelerine FETÖ tarafından başörtüsü çıkarttırılmak suretiyle Çevik Bir’le anlaşmanın bir gereği yerine getirilmiştir. Bu çerçevede; 

-Üniversitelerde ve memuriyette başörtüsü kullanan hanımlar, FETÖ’nün talimatı gereği başörtüsünü atmıştır.

-FETÖ, imam hatiplerin kapatılması yönünde lojistik destek vermiş; Tansu Çiller’le Mesut Yılmaz’a imam hatip okullarının kapatılması için telkinde bulunmuş; imam hatip okullarının kapatılmaması için yapılan gösterileri algı operasyonları ve polis darbeleriyle etkisiz hâle getirmiştir. 

Ayrıca asker içindeki FETÖ’cüler, darbecilere fiilen ve fikren desteklerini sürdürmüştür. 

Asker içindeki FETÖ’cülerin ihraç edilmemesi için darbecilerle ittifak kurmuş ve özellikle 1997, 98, 99 yıllarında Harp Akademilerine yoğun olarak FETÖ’cü askerleri aldırmışlardır. Nitekim 15 Temmuz darbesine katılan üst rütbeli askerlerin çoğunluğunun 28 Şubat darbesi sürecinde Harp Akademilerine girerek yükseldikleri ortaya çıkmıştır. 

Darbenin Dış Destekçileri: 

1-İsrail İstihbarat Başkanı 20.12.1996 tarihinde Çevik Bir’le görüşerek darbeye desteklerini belirtmiştir. 

2-ABD ve ABD kaynaklı JINSA üyeleri 22.01.1997 tarihinde, ASC-Amerikan Yahudi Kongresi üyeleri de 04.06.1997’de yine Çevik Bir’le görüşerek darbeyi desteklediklerini bildirmiştir. 

3-21.03.1997 tarihinde Avrupa Parlamentosundan gelen bir heyete, Refah Partisinin iktidardan nasıl uzaklaştırılacağı tafsilatlı olarak anlatılmıştır. 

4-Masonların Türkiye Mason Locası üzerinden, Refah Partisinin masonluk cemiyetine karşı koyduğu tavır gerekçe gösterilerek “Refah Partisini iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli tedbirlerin alınması” talimatı verilmiştir.

28 Şubat-15 Temmuz Darbesinin Ortak Yönleri: 

1-MİT 

a) 28 Şubat süreci, merhum Özal’ın MİT müsteşarını sivilleştirme girişimiyle ivme kazanmıştır. Nitekim Teoman Koman’ın MİT müsteşarı olur olmaz ilk açıklaması, “İrtica PKK’dan tehlikelidir.” şeklinde olmuştur. 

b) 15 Temmuz darbesinin hazırlık çalışmaları, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti hükûmetinin başına geçmesi sonrası 2004 yılında başlatılmış; 2009 yılında “One Minute” olayıyla operasyon başlatılmış, 2010 yılında MİT Müsteşarlığına Hakan Fidan’ın atanmasıyla ivme kazanmıştır. Çünkü uluslararası güçler, özellikle İsrail’in emrinde çalışan Ramazan Akyürek’in MİT müsteşarı olmasını istiyordu. 

2-Darbeleri Meşrulaştırmaya Yönelik Cinayetler 

a) Teoman Koman’ın Başbakanlığa yazdığı ve haberdar olduklarını söylediği cinayetler serisi 1990 yılının başında başlayıp 1997’ye kadar devam etti. (Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Özal, Sivas, Başbağlar, Sabancı cinayetleri öne çıkanları) 

b) 15 Temmuz’un yapı taşları 2004’ten itibaren döşenmeye başladı. Danıştay cinayeti, Hrant Dink, Muhsin Yazıcıoğlu, Uludere, 2010-2011 ve devamı yıllarda İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Şırnak’taki cinayetler 15 Temmuz’un meşruiyet zemini için gerçekleştirilen cinayetlerdir. 

3-İrticai Örgütler 

28 Şubat darbesi muhafazakâr insanlar, muhafazakâr siyasiler, vakıflar, dernekler ve kuruluşlara karşı yapılmış bir darbedir. Onun için 1990-2000 yılları arası işlenen cinayetlerde ya ölen ya da öldürülen kişilerin dinci olduğu iddia edilmiştir. 

Darbeciler, irticai örgüt olarak muhafazakâr kesimin örgütlendiği siyasi parti, vakıf, dernek ne varsa hepsini yasa dışı gibi göstermek istemiştir.

28 Şubat darbesinin uygulamasına yönelik hazırlanan psikolojik harekât planında darbenin hedef kitlesinin, “Cami cemaati, Diyanet, ilahiyat fakülteleri, imam hatip okulları, Kur’an kursları ve cemaatlerin vakıflarıyla dernekleri” olduğu açıkça belirtilmektedir. 

b) 15 Temmuz hazırlık cinayetlerinden Danıştay cinayetinde öldürülen hâkimin “başörtüsü aleyhinde karar verdiği için öldürüldüğü” algısı yayılarak laik – anti laik çatışması tırmandırılmak istenmiştir. 28 Şubat darbesinin hazırlığı için öldürülen Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu cinayetleri gerekçe yapılarak başka cinayetler işleyebilir gerekçesiyle Selam Tevhid örgütü ihdas edilmiştir. 2012 MİT operasyonu, 17-25 Aralık operasyonları ve MİT Tırları operasyonu, 15 Temmuz darbesi hazırlığı kapsamında yapılmış operasyonlardır. 

c) İran, 28 Şubat darbesinde Türkiye içi dinci örgütleri organize etmekle suçlanarak, diğer taraftan laik düşünceli kişilerin öldürülmesi İran’ın yönlendirmesiyle işlenmiş cinayetler gibi gösterilerek uluslararası cinayet şebekeleri gizlenmiştir. İlginç bir örnek: Çetin Emeç, 1990 yılında öldürülmüş bir gazetecidir. O zamanlar “İran destekli örgütler tarafından öldürüldü.” diye ilan edildi. Çetin Emeç’in eşi, 2010 yılında yaptığı açıklamada “Çetin Emeç’i devletin içindeki yapı öldürdü, o zaman İran öldürdü demek işimize geldi.” demiştir. Darbeciler tansiyonu yükseltmek için işledikleri cinayetleri başkalarına yükleyerek bir taşla birkaç kuş vurmayı hedeflemiştir.

Diğer taraftan 24 Ocak 1993 tarihinde Uğur Mumcu’nun İsrail’den gelen ekipler tarafından öldürüldüğüne dair MİT yazısı var. 28 Şubatçılar ve FETÖ’ye göre Uğur Mumcu’yu İran yanlısı Tevhid Selam örgütü öldürdü. Halbuki devletin resmî kurumu MİT, Uğur Mumcu’nun İsrail ajanları tarafından öldürüldüğünü söylüyor. 

d) 15 Temmuz darbesinin de ana ekseninde yine İsrail var. 

Sayın Cumhurbaşkanı’nın 2009’un Ocak ayında Davos’ta yaptığı “katil İsrail” çıkışı üzerine 15 Temmuz darbesinin fitili ateşlenmiştir. Nitekim İsrail’in öldürdüğü Uğur Mumcu cinayetini işlediği algısı oluşturulan Selam Tevhid örgütüyle ilgili istihbari çalışmalar 2009’da yeniden başlatılmış; 2010’da İsrail’in ve ABD’nin talimatıyla adli takibe geçilmiş; 17-25 Aralık’ta A planı, yargı – polis darbesine teşebbüs edilmiş, 15 Temmuz’da silahlı askerî ve polis gücüyle nihai darbe vurulmak istenmiştir. 

4-Dış Kaynaklar 

a) 28 Şubat darbesi ABD, Avrupa Birliği ülkeleri ve İsrail tarafından desteklenen bir darbedir. Bunlarla ilgili görüşme tutanakları ile mevcut detaya girmiyoruz. Ancak Refah Partisinin saf dışı ve irtica tehlikesinin bertaraf edilmesi yönünde telkin / tavsiye -bize göre talimatlar- verilmiştir. 

b) 15 Temmuz darbe sürecinde ABD Elçiliği üzerinden yapılan yönlendirmelerin gizli bir tarafı kalmadığı bilinmektedir. İncirlik Üssünden kalkan tanker uçakların darbecilere havada yakıt takviyesi yapması, Cumhurbaşkanı’nın uçağının rotasının ABD’li kuruluşlar tarafından yayımlanması, ABD’nin doğrudan darbenin içinde olduğunu teyit etmektedir. Avrupa ülkelerinin Gezi kalkışması ve sonrasında verdikleri desteklerse gizli değil. Selam Tevhid kumpası, 17-25 Aralık kumpaslarının arkasında İsrailli yöneticilerin yaptıkları açıklamalar olduğu hususu da bir sır değildir. 

5-Yerli İşbirlikçiler 

a) 28 Şubat’ta; silahlı güç olarak asker ön plana çıkmıştır. Beşli çete sivil kurumlar, FETÖ, İzzet Baysal gibi bir kısım kişiler de lojistik ve maddi destek vermiştir. 

b) 15 Temmuz darbe süreci silahlı asker ve polisin öncülüğünde özellikle de FETÖ iltisaklı sivil kişi ve kuruluşların desteklediği bir darbedir. 28 Şubat’ta tüm okullar, televizyonlar ve diğer 

kuruluşlarıyla darbeye destek veren FETÖ, 15 Temmuz’da yargı güçleriyle silahlı güçlerini öne sürmüş; sivil yapıları da darbenin halk üzerinde etkisini artırmasına dönük çalışmaya destek vermiştir. 

28 Şubat 1997 Darbesinde Ortaya Çıkan Sonuçlar: 

Bu dönemde uygulanan zulümlere birkaç örnekle değinmek gerekirse; 

a) Kılık kıyafet üzerinden sosyal ve psikolojik zulümler icra edilmiştir. 

b) Yıllarca görev yaptıkları kurumlarda “ideolojik ve siyasi amaçla huzur bozucu” olarak nitelenen -kadın ve erkek- binlerce insan, yöneticilerin kararıyla aşından, işinden edilmiştir. 

c) Herkesten daha iyi çalıştığı ve onlarca ödül aldığı halde kendisinin ya da ailesinin kılık kıyafeti yüzünden şehirden şehre ya da belirli kurumlar arasında sürgün hayatı yaşayanlar. 

d) 11-12 yaşlarından itibaren polis-jandarma ve benzeri güvenlik birimlerinin coplarıyla, biber gazlarıyla tanışan ve zaman zaman da 4-5 polisin kas gücü karşısında direnme gücünü kaybeden küçücük kız çocuklarına yapılanlar. (Zeytinburnu İHL, Eyüp İmam Hatip Lisesinde olanlar, Bakırköy İmam Hatip Lisesi öğrencisinin 3 erkek 1 kadın polis tarafından başının açılması. Güngören ve Tuzla [Pendik İHL] öğrencilerinin minibüslere alınarak okuldan ve evlerinden kilometrelerce uzak mahallere bırakılan kız öğrencilerin olayları.) 

e) İdareciliğinde başarılı olsa dahi eşi başörtülü olduğu için idareciliğe layık görülmeyip müdürlük görevinden alınanların olayları 

f) Kılık kıyafet -başörtülü olmak-, vatandaşlık haklarının kullanılmasında engel kabul edilmiştir. Can yakıcı uygulaması, Medine Bircan isimli hanımın hastanede tedaviye alınmamasıyla yaşanmış ve olay, kadının ölümüyle sonuçlanmıştır.

Bu dönem; bedenen yaşayan ancak ruhen öldürülmüş insanların yoğun olduğu bir dönemdir. 

Bu dönemde alabildiğine hırçınlaşan yargının, vatandaşları “kan emici vampirler olarak” niteleyecek kadar gözünü kan bürümüştür. Refah Partisi kapatma davasında, vampir ruhlu başsavcı, -Vural Savaş isimli kişinin- darbecilerin verdiği görevi layıkıyla yaptığını göstermek için olsa gerek Refah Partisine oy veren milyonları “vampir” olarak niteleyebilmiştir. 

Fazilet Partisinin kapatılması ve AK Partinin kapatılma girişimi aynı süreç ve düşüncenin devamıdır. 

Yine güdümlü ve talimatlı yargıyla, yıllarca hapse mahkûm edilerek hapse tıkılan “suçsuz-günahsız insanların” var olduğu bir süreçtir. 

28 Şubat darbesi süreci birinci tehdit irtica algısına dayandırılmış, irtica nitelemesinde de başörtülü olanlar birinci hedef haline getirilmiştir. 

Darbe, 28 Şubat kararlarının alınmasından itibaren hedef kitle üzerinde etkisini göstermeye başlamıştır. 

Her biri, yıllardır kamu görevi yapan -öğretmen, doktor, memur vs.- yüzlerce başörtülü, bu süreçte yavaş yavaş ölüme zorlanan bir hasta konumuna sokulmuştur. 

Meslekten çıkarılan başörtülü öğretmen hanımların darbenin sürüklediği haletiruhiyelerini hiç unutamayız. On beş yıla yakın zamandır öğretmenlik yapmışken görevden atılan bir öğretmen hanımla ilgili açılan idari davalar reddedildiği haberini kendisine verdiğim zaman bana söylediklerini hiç unutamam: Avukat Bey lütfen bana bir yol gösterin. Müslümanca yaşayabileceğim bir yer arıyorum. Gidebileceğim bir yer varsa kendi ülkemdeki büyükelçiliğine gidip iltica talep edeceğim. Nefes alacağımız bir alan bırakmayan bu ülkede daha ne kadar dayanabilirim? Mesleği elinden alınmış, rızkını kazanması engellenmiş insanlar olarak dayanacak gücümüz kalmadı! 

İlahiyat fakültesinde öğrenim gördüğü halde başı örtülü olduğu için okula alınmayarak kaydı yapılmayan 3. sınıf bir hanım öğrencinin davasını açmak üzere bize bilgi verirken gönderdiği mektup, yıllarca unutulamayacak nitelikteydi. Öğrenci kendisinin üç yıldan bu yana öğrenci olduğu ilahiyat fakültesinde bir anda yabancı hâle sokulduğunu, fakülteye giden yol üzerinde bulunan evlerinin penceresinden okula devam eden öğrencileri seyreden bir konuma getirildiğini, 

her sabah okula gidip her akşam okuldan evlerine dönen öğrencileri izleyerek gözyaşı döktüğünü ifade eden mektup, başörtülülere yaşatılan işkencenin ve imha politikasının örneğidir. 

Tabii ki darbe sürecinin mağdurları sadece başı örtülüler değildir. 1990’lı yılarda askerî birlikten ihraç edilmiş bir Müslümanın yaşadıkları da oldukça ilginç, acıtıcı ve inciticidir. Bu kişiler, askerlikten ihraç edildikten sonra sivil hayatta da takip edilmekte, onlara herhangi bir yerde iş verilmesi de engellenmektedir. 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Recep Tayyip Erdoğan, askerlikten ihraç edilmiş birçok kişiyi belediyenin muhtelif birimlerinde işe aldığı gibi bu kişiyi de işe almıştır. 28 Şubat darbe sürecinde Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan’ın hapse atılmasından sonra belediye üzerinde oluşturulan baskıyla, askerlikten ihraç edilmiş olup belediyede işe alınanların işten çıkarılması istenmiştir. 

Nadir Abay da askerlikten ihraç edilmiş biri olarak belediyenin bir biriminde ailesinin ve çocuklarının rızkını temin etmek üzere çalışıyorken sabahleyin evinden işe gitmek üzere eşi ve çocukları tarafından uğurlanır ve akşama kazasız belasız dönmesi için dua edilir. 

İş yerine geldiğinde, bölüm şefi tarafından işine son verildiğine dair eline bir yazı tutuşturulur. Yazıda belediyedeki işine son verildiği bildirilmektedir. Ne olduğunu, hangi gerekçeyle işine son verildiğini sorsa da herkesten “Bir şey bilmiyorum” cevabını alması, olayı daha da gizemli kılmıştır. Ancak bu yazı üzerine Abay, uzun süre işsiz güçsüz dolaştığı günlere geri döndüğü endişesiyle soluğu bizim büroda aldı. Yazıyı okuyup yorumlamamızı beklerken diğer taraftan “Rızıklarını kazanarak akşam eve dönüşümü bekleyen eşime ve çocuklarıma ne diyeceğim şimdi?” diyordu. O kişinin gözyaşları içinde anlatmaya çalıştığı olay anlaşılabilir değildi? Hem işten çıkarılıyorsunuz hem de herhangi bir gerekçe göstermiyorlar. Ya da belediye yöneticileri, darbecilerden gelen baskı nedeniyle işten atma gerekçesini bile açıklayacak gücü kendilerinde bulamıyor. 

Bakırköy Sağlık Meslek Yüksekokulunda öğrenci bir hanım, İstanbul Üniversitesinin yasağıyla birlikte okula alınmaz olmuştur. Okula girmekte ısrar etmişse de bilcümle yönetici ve güvenlikçi iş birliğiyle okula alınmayan bu öğrenci adına, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına okul idaresi ve güvenlikçiler tarafından öğrencinin “eğitim hakkının engellendiği” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunduk. İfadeler alındıktan sonra bir de ne görelim? Eğitim hakkı engellendiği iddiasıyla suç duyurusu yapan öğrenci hakkında “okula girmeye çalışması nedeniyle okulda eğitim yapılmasını engellediği” gerekçesiyle dava açılmış!

28 Şubat darbe süreci bunlar gibi yüzlerce belki de binlerce olaya, acıya, ızdıraba ve akıl almaz uygulamalara neden olmuştur. Bu uygulamaların birçoğu insanlar üzerinde uzun süre atamayacakları psikolojik etkiler bırakmıştır. 

Darbe sürecinde; 

1. Asker içinde özellikle Deniz Kuvvetlerinin başını çektiği yasa dışı bir örgütlenme oluşturulmuştur. Bu örgütlenmeye de “Batı Çalışma Grubu” kod adı verilmiştir. 

2. 28 Şubat darbesinin, psikolojik harekât üzerine bina edilmesi kararlaştırılmış; geçmişte askerî hiyerarşi içinde bulunmayan bu psikolojik harekâtları planlayıp uygulayacak ve takip edecek “Psikolojik Harekât Dairesi” kurulmuştur. 

3. Darbeciler, siyasi iktidarı etki ve baskı altına alabilmek ve mütemadiyen kontrol etmek için Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği’ni hazırlamış ve Demirel’in de baskısıyla Başbakan Erbakan’a imzalatmıştır. Bu yönetmelik basına “Darbe otomatiğe bağlandı.” şeklinde yansımıştır. Nitekim bu yönetmeliğe bağlı olarak MGK darbecilere teslim edilmiş, Başbakanlık’ta başbakanı ve bakanları kontrol etmek üzere “Başbakanlık Takip Kurulu” oluşturulmuştur. 

11 Ocak 1997 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe sokulan Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği’nin darbe öncesinden imzalatılmış ve yayımlanmış olması, darbenin daha önceden planlandığını göstermiştir. 

4. Batı Çalışma Grubu (BÇG) örgütüne bağlı olarak istihbarat ağı oluşturulmuştur. Askerî şahıslar, silahlı kuvvetler personeli, asker aileleri, bazı STK temsilcileri ile muhtelif iş adamları bu istihbarat ağında haber elemanı olarak kullanılmıştır. 

5. BÇG örgütü darbeyi gerçekleştirmek, iftira, aşağılama, itibarsızlaştırma; uyuşturucu kullanımını teşvik ve sahte belge hazırlama gibi yasa dışı birçok eylemi meşru kabul ederek uygulamaya koymuştur. 

1993 yılında Bingöl yolunda 33 erimizin katledilmesi emrini veren Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık’ın, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığında verdiği ifadeye ekleme ve çıkarma yapılarak şekillendirilen Refah/Fazilet Partisinin PKK ile iltisaklı ve irtibatlı olduğuna dair beyanları, Refah/Fazilet aleyhine kapatma davalarında kullanılmıştır.

6. Yargı erkinin yetkilileri, başkanlar, başsavcılar, Yargıtay, Danıştay, AYM üyeleri ve birçok hâkim ve savcı, Genelkurmay’da toplanarak darbecilerden gelen emirlere harfiyen riayet etmeleri gerektiği, aksi hâlde silah bile kullanılabileceği belirtilerek tehdit edilmiş; darbe sürecinde darbeye maruz kalanların açmış olduğu davaların tamamının reddi sağlanmış, birçok insana hapis cezaları verdirilmiştir. 

7. Mezuniyet töreni yapılan Sivas Hürriyet Meslek Yüksekokulunda birinci olan başörtülü hemşireye yemin ettirilmemiş; hemşire, başından tutulup ağzı kapatılarak ve sürüklenerek salondan atılmıştır. 

8. Darbeci BÇG örgütü, toplum üzerinde baskı oluşturulmasının yanı sıra İslami kural ve kaynakların nasıl bozulabileceğine dair çalışma da yapmış, bu nedenle “Kur’an’ın Türkçe okunması, tesettürün dinde yer almadığı, dinde zorlama olmadığı, tesettür kullananların şeriatçı olduğu” gibi konuları tartışma konusu yaparak toplumun kafasının karıştırılmasını istemiştir. 

Bu amaçla Faik Bulut isimli kişiye irtica, başörtüsü, tesettür gibi konularda görüş hazırlatılarak bunun YÖK’e, Millî Eğitim Bakanlığına, Başbakanlık Takip Kurulu üzerinden tüm bakanlıklara ve illere gönderilip toplum üzerinde uygulanması sağlanmıştır. 

Bu kapsamda kamuda çalışan başörtülü memurelerin işine son verildiği gibi Elezher Üniversitesi mezunlarından herhangi bir kamu kurumunda yer alanların diplomaları iptal edilerek “istihdam edilmeleri” engellenmiştir. 

“Siyasi İslam’la mücadele” adı altında özellikle imam hatip okullarına karşı “birçok psikolojik harekât planı” uygulanmıştır. 

Sonuç olarak; 

Bugün darbecilerin, çetelerin, mafyanın ve derin yapıların hesap verdiği bir sürece gelinmişse de bu, kolay olmamıştır. 

Bizler, milletimiz, yapılanları unutursak darbeciler ve derin yapılar tekrar uyanacaktır. 

On yedi yıllık iktidar sürecine rağmen AK Partiye operasyon yapılması, millete karşı 15 Temmuz darbe girişimi, bu sürecin devam ettiğinin ve darbecilerin hâlâ ayakta olduğunun açık delilidir.

Darbeci Çetin Doğan ne diyor? “Bunlara -dindar kesim- merhamet yok, acıma yok; tepeleme var, ezme var.” 

15 Temmuz darbesinde milletin evine, özel harekâta ve meclise bomba yağdıran darbecilere “Eline sağlık” diyen FETÖ’cü darbeciler; dindar kesim üzerinde etkin olarak onların direncini kırmada görev alan Fetullahçı Terör Örgütü 28 Şubat darbesinin de ortağıdır. 

Tepelenmek ve ezilmek istemiyorsak yapılanları unutmayacağız ve unutmadığımız müddetçe onlar da darbe yapmaya teşebbüs edemeyeceklerdir.