15 TEMMUZ’DA MEDYA VE SOSYAL MEDYA: CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLLİYESİNDE KRİZ YÖNETİMİ AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME – Doç. Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz

0
87

15 Temmuz Fetullahçı Terör Örgütü darbe girişimi Türkiye’deki pek çok insan için sürpriz oldu. Oysa 7 Şubat 2012 itibarıyla yakın çevremden pek çok dosta “Çehov’un tüfeği” örneğini vererek Fetullahçı yapının devlet içinde bu denli yerleşmesi, özellikle ordu, emniyet, yargı üçgeninde paralel devlet boyutuna ulaşmasının bir sonucu olaca­ğını söylüyordum. Neydi Çehov’un ünlü kuralı: “Hikâyeye başlarken, mesela duvarda bir tüfek asılı olduğunu söylerseniz, o tüfek ya hikâyenin sonunda ya da daha önce ateş etmelidir” ya da başka bir ifadeyle “Piyesin başında seyirciye dolu bir tüfek gösterir­seniz, onun piyesin bir yerinde mutlaka patlaması beklenir.” Dolayısıyla FETÖ/PDY örgütünün bilhassa darbeci geleneğiyle malûl ordu sistemimiz içerisine 40 yıldan beri militan yerleştirmiş olmasını boş bir tesadüfle açıklamak mümkün değildir. Hele ki yabancı istihbarat örgütlerinin kontrolünde ortaya çıkarak faaliyet gösteren ve bizde belli bir saygınlığı olan “dinî cemaat” kisvesini kullanan bir yapının, sadece Türkiye’de değil, dünyanın farklı coğrafyalarında eğitim, kültür, ticaret başlıkları altında çalış­malar yapması, en azından bu yabancı istihbarat servislerince es geçilecek bir mev­zu olarak görülemez. İşte Türkiye’de liberal, sol, İslamcı, Muhafazakâr, Milliyetçi vb kesimlerden farklı kişiler, FETÖ/PDY örgütünün, kronolojik sırayla dinî cemaat, eği- tim-kültür hareketi, sivil toplum kuruluşu, illegal yapı, terör örgütü, silahlı terör ör­gütü ve nihayet darbeci niteliğini farklı aşamalarda fark edebildiler. Zira herkes aynı anda bir hakikate uyanacak diye bir kaide söz konusu değildir. Fakat 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hâlâ hakikate uyanmak yerine, “senaryo” ve “kontrollü darbe” gibi söylemlerle apaçık hakikati çarpıtmaya çalışmak artık iyi niyetle değil, FETÖ üye­si olmakla telif edilebilir. Çünkü o gecenin dehşetini, o geceyi VİP’te ve “güvenli bir mekânda” bulunanlar değil, tanklarla burun buruna gelen, F-16 uçaklarının ses patla­malarıyla karşılaşanlar, helikopterden üzerine ateş açılanlar yaşadı. Dehşeti yaşama­yanlar ise, FETÖ’cüler ile darbeden kazançlı çıkmayı bekleyen işbirlikçileriydi; onların dehşeti ise millet duruma vaziyet etmeye başladıktan sonra, sabaha karşı başladı.

Türkiye’deki Medya Yapısının Dönüşümü

Darbenin millet eliyle akamete uğratılmasındaki en önemli neden, Türkiye’deki med­ya yapısının teknik ve zihniyet olarak yaşadığı dönüşümdü. 1960’ta radyodan, 1980’de ise radyo ve televizyondan darbe bildirisi okuyup gazetelere manşet talimatı verebi­

len darbeciler, 28 Şubat 1997’ye gelindiğinde, karşılarında mülkiyet ve zihniyet yapısı çeşitlenmiş devasa bir özel sektör medyası buldular. Bu nedenle balans ayarı yaparak, havuç-sopa taktiğiyle medyayı kendi taraflarına çekmek için bir ikna sürecine girmek zorunda kaldılar. Oysa geçmişte ikna değil, devlet medyasına ve birkaç özel gazete­ye doğrudan talimat yoluyla isteklerini dikte ettirebilmişlerdi. 2007’de internetin de dâhil olduğu çok karmaşık bir medya yapılanması darbecilerin işini iyice zorlaştırdı; cuma gecesi utangaç bir muhtıra ile Genelkurmay İnternet sayfasından demokrasiye müdahale etmeye çalıştılar. Gezi olayları ve 17-25 Aralık sürecinde özellikle yeni/sos- yal medya, konvansiyonel medyaya ilaveten etkili bir silah olarak darbeciler tarafından kullanıldı. Zira FETÖ darbecileri, sosyal medya kullanımı konusunda hem eğitimliy­di hem de yurt dışı ve içinde organize olabilen bir kitle desteğine sahipti. Bu neden­le, hukuki denetime daha açık olan klasik medya araçları üzerinden sunamayacakları manipülatif argümanlar, görseller ve haberleri daha denetimsiz, çoğunun kaynağı yurt dışındaki korunaklı ülkelerde bulunan sosyal medya üzerinden kitlelere ulaştırmayı denediler. Nihayetinde, anonim hesapların tespit ve kontrol edilemediği, tekzip meka­nizmalarının işlemediği, iftira, hakaret ve yalanın yapanın yanına kâr kaldığı bir mecra olarak sosyal medya, art niyetli kişilerin elinde kullanışlı bir silaha dönüştü. Ancak bu silah, 15 Temmuz gecesi ters tepti; bu kez demokrasi yanlısı geniş kitleler sosyal medya üzerinden örgütlenerek darbecilere karşı ülkeyi savundu. Hatta klasik medya kanalla­rına ulaşmakta sorun yaşanınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FaceTime üzerinden te­levizyon kanalına, oradan da millete seslenmesiyle yeni ve konvansiyonel medyanın bir arada kullanıldığı bir iletişim zinciri kurulmuş oldu.

Sokak sokak direniş ve toplanma mekânları sosyal medya üzerinden organize edilirken, toplumla yüzleşme cesaret ve alışkanlığına sahip olmayan takiyeci FETÖ darbecileri, ByLock ve Eagle benzeri kapalı, şeffaf olmayan ve antidemokratik istihbarat mecraları üzerinden haberleşmeye çalıştılar. Bir tarafta millete ulaşmak için alabildiğine demok­ratik ve şeffaf iletişim araçları kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve halk, diğer tarafta hem bu açık iletişim kanallarını devreden çıkarmaya çalışan, hem de kendi içinde bir tür kapalı, örgütsel istihbarat ağı kullanan FETÖ mensupları… Bu sadece demokrasi ile darbenin değil, aynı zamanda özgürlük ile köleliğin de savaşıydı.

FETÖ darbecilerinin 15 Temmuz gecesi millet karşısında bozguna uğramasının bir baş­ka nedeni de elbette 17-25 Aralık sonrası bu örgüte karşı başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bazı siyasilerin ve az sayıda bürokratın yürütmüş olduğu mücadele çerçe­vesinde gerçekleştirilen yapısal hamlelerdi. Bunlardan o gece, direnişe ilk tesir edeni belki de bir zamanların çok etkili FETÖ medyasının henüz birkaç ay önce önemli ölçü­de tasfiye edilmiş olmasıydı. Bilindiği gibi Bugün, Kanaltürk, Samanyolu, Mehtap ve Irmak TV gibi televizyon kanalları ile Zaman gazetesi ve Cihan Haber Ajansı gibi kla­sik medya mecraları kayyuma devredilmiş ve örgüt sözcülüğü yapamaz hâle gelmişti. Böylece 15 Temmuz darbecileri, arkalarında ciddi bir ulusal medya desteği olmaksızın ellerine silah alıp milletin karşısına çıktılar.

Üç Tarz-ı Darbe: Klasik, Müdahaleci, Terörist

Şüphesiz 15 Temmuz darbe girişimi ile öncekiler arasında bariz farklılıklar bulunuyor. Bunların başında, elbette milletin duruma el koyması geliyor. Peki, bugüne kadar dar­beciler göründüğü zaman sessizce kenara çekilen millet 15 Temmuz gecesi neden tam tersi bir tepki ortaya koydu ve böyle destansı bir direnişe imza attı? Öncelikle bu soru­ya cevap arayıp ardından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi özelinde yaşananlar etrafında 15 Temmuz’u ele almaya çalışalım.

Türkiye’nin daha önce karşılaştığı darbe ve darbe girişimlerini kabaca klasik ve müda­haleci darbeler diye tasnif etmek mümkündür.

Buna göre, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri klasik/konvansiyonel birer darbedir. Bu tür darbeler, siyaset kurumu, yerleşik bürokratik devlet aygıtının güdümü ve talimat­ları dışında hareket etmekte ve basit bir yönlendirme ile denetim altına alınamayacak durumda ise, askerî hiyerarşi içinde genellikle karar birliği çerçevesinde ve cebren, silah zoruyla yönetime el koyma şeklinde gerçekleştirilir. Sonuçta, yeni bir siyaset tasarımı ve yönetici sınıf teşekkül ettirilirken, eskiler yasaklama, sürgün veya idam yoluyla tasfiye edilir. Klasik darbeler fiili olarak sert güç kullanımını içerir; doğrudan hedefi devlet yö­netimidir, dolaylı olarak milleti de ikna etmek için hedef olarak görür. Bunun için radyo, televizyon, sinema, gazete, dergi vb klasik medyayı etkili biçimde kullanır.

Müdahaleci darbelerde ise, muhtıra, mesaj, mevzuatta keskin düzenlemeler veya bası­na demeç verme gibi birtakım uyarı mekanizmaları kullanılarak siyasetçileri tedip etme veya istifaya zorlama girişimleri söz konusudur. Doğrudan sert güç kullanımı yoktur an­cak “balans ayarı” deyiminde kendisini gösteren bir hizaya sokma çabası vardır. 12 Mart 1971, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 müdahaleleri bu cümleden olup yine klasik darbeler gibi hiyerarşik emir-komuta mutabakatı çerçevesinde icra edilir. Hiyerarşi dışı, Talat Aydemir veya Cemal Madanoğlu örneklerinde yaşanan darbe girişimleri mahiyetleri iti­barıyla klasik darbe olmakla birlikte, sonuçları itibarıyla başarısız kaldıkları için etkileri müdahale boyutuna dahi ulaşmamış, daha çok ordunun kendi iç sorunu gibi algılanmış­tır. Belki askerî bürokrasi içinde birtakım düzenlemeler yapılmasına ve tedbirler alınma­sına yol açmıştır. Müdahaleci darbenin doğrudan hedefi devlet yönetimidir; milleti ikna etmek için de klasik medyanın gücünden yararlanmaya çalışır.

Terörist darbe kavramını ise ilk kez FETÖ/PDY örgütünün 15 Temmuz’da teşebbüs et­tiği darbe için kullanıyoruz. Tanım olarak, “sözlü-yazılı müdahale yöntemleri ile bir­likte fiili güç kullanımının da gerçekleştiği; devleti, milleti ve aynı zamanda kamu gü­venliğini hedef alan darbe türüdür.” Ön işaretleri 7 Şubat 2012 MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanması, Haziran 2013 Gezi olayları, 17-25 Aralık Emniyet-Yargı dar­besi gibi hiyerarşi dışı müdahalelerle verilen terörist darbe girişimi pek çok bakımdan öncekilerden ayrışmaktadır. Evvela, klasik ve müdahaleci darbe girişimleri doğrudan devlet yönetimini hedef alırken, 15 Temmuz gecesi FETÖ’cüler aynı anda hem devleti hem de milleti, esasında da kamu güvenliğini hedef alarak daha önce hiçbir darbecinin gerçekleştiremediği bir katliama ve terörist eyleme de imza atmıştır. Bu aşırı şiddet kullanımının temel sebebi, o güne kadar gizlenerek tedbir ve takiye yoluyla var olan bir örgütün mensuplarının ilk kez bunlardan vazgeçerek eline silah alıp sokağa, yani insanların karşısına çıkmak zorunda kalmasıydı. Yanıldıkları nokta ise, önceki darbe girişimlerinde olduğu gibi askeri tankı, uçağı, helikopteri ile sokakta gören milletin evine kapanıp sokağa çıkma yasağına uyacağını zannetmeleriydi. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neredeyse bütün siyasi hayatı boyunca ısrarla bu millete öğrettiği bir kav­ram vardı: Millî irade. Bu kavram, Rousseaucu ve soyut bir düşman tanımına dayalı bir genel irade olarak değil, bizzat Türkiye’nin demokrasi tecrübesi boyunca çeşitli fa­sılalarla milletin seçtiği siyasetçilerin karşısına çıkan demokrasi düşmanı bir vesayet sistemine karşı Erdoğan tarafından topluma deyim yerindeyse on yıllar içinde aşılandı. Erdoğan, bir bakıma, millete, kendi iradesini hatırlattı. İşte bu durum, takiyeyi itikat edinen FETÖ darbecilerinin o gece direnen millet karşısında şaşkınlığa uğramalarına ve planlarının bozulmasına yol açtı.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde 15 Temmuz Gecesi

15 Temmuz’dan birkaç gün önce “Güvenlik sektörü ve medya” ilişkisi üzerine dok­torasını tamamlamış ve artık akademik üsluptan bir süre uzaklaşmayı planlayan biri olarak, o gecenin haleti ruhiyesini ve darbecilerin yenilmesinde iletişimin rolünü ak­tarmaya çalışacağım.

O akşam saat 22.00’ye doğru, uzun zamandır görüşemediğimiz bir arkadaşla çorba iç­mek üzere buluşmuştuk. İstanbul’dan arkadaşım Yalçın Arı arayıp Boğaziçi Köprüsün­de askerlerin yolu kestiğini ve terör saldırısı ihbarı nedeniyle köprüyü ulaşıma kapat­tıklarını söylediğini aktardı. Biz telefonda konuşurken, uçakların Atakule ve Çankaya Köşkü üzerinde alçak uçuş yapmaya başlaması üzerine, durumun anormal olduğunu değerlendirip hızla mekândan ayrıldık. FETÖ yanlısı askerlerin bir darbe girişiminde bulunduğu anlaşılmıştı ama asıl konu Cumhurbaşkanımızın güvende olup olmadığı ve ekip olarak bizim ne yapacağımızdı. Bu husustaki talimatı almak üzere, başta Ge­nel Sekreter Fahri Kasırga Bey olmak üzere, Cumhurbaşkanlığı ekibinden arkadaşlara ulaşmaya çalışıyordum. Fahri Bey’in telefonu birkaç kez çaldıktan sonra meşgule düştü ve sonrasında tamamen kapandı. Sonradan tam o sırada kendisinin darbeciler tarafın­dan alıkonduğunu öğrendik. Bir yandan sosyal medya ekibindeki arkadaşlarla telefon­laşıp bütün şifrelerin ve Cumhurbaşkanlığı internet sayfasının güvenlik altına alınma­sını sağlarken, diğer yandan evden silahımı alıp arkadaşla TRT civarına geçtik. Çünkü darbecilerin evvela iletişimi kesmek ve sonra kontrol altına almak için devlet kanalı­na el koyacaklarını düşünmüştüm. Biz intikal ettiğimizde henüz TRT’de bir hareket­lilik yoktu. Mustafa Varank Beyle telefonda konuşurken, tam o sırada bir helikopter TRT bahçesini taramaya başladı. Kendisine Cumhurbaşkanlığı Külliyesine geçeceğimi ve ulaşabildiğim arkadaşları oraya çağıracağımı söyleyerek kendi kullandığım resmî araçla hızla Cumhurbaşkanlığı Külliyesine doğru hareket ettim. Bir yandan da sosyal medya ekibiyle görüşmeye devam ediyorduk. Geçebilenlerin Cumhurbaşkanlığına git­meleri; imkân bulamayanların ise, güvenli bir yerde sürekli değiştirilen şifrelerle Cum­hurbaşkanlığı sosyal medya hesaplarını kontrol altında tutmaları için, ekipteki arka­daşlarla “online” olarak iş bölümü yaptık.

Konya yolundan Beştepe istikametine döndüğümde saat 23.00’ü henüz geçmişti. 100­150 kadar, çoğunluğu gençlerden oluşan bir grup Külliyeye doğru tekbirler eşliğinde yürümekteydi. Onlarla selamlaşıp aralarından geçtikten sonra Jandarma Genel Komu­tanlığı önüne yaklaştığımda bir tankın yolu kestiğini ve etrafındaki askerlerin barika­tın arkasında beklediğini gördüm. Darbecilerden biri silahıyla araca doğru yürüyerek eliyle dur ihtarında bulundu. Durduğum takdirde, en iyi ihtimalle kimlik kontrolü yapıp alıkoyacaklardı. Gaza yüklenip hızla Millet Camii yönüne döndüm. Bu sırada darbeci asker önce havaya ateş açtı, ben Cumhurbaşkanlığı korumalarına kendimi tanıtmak için resmî aracın çakar ışıklarını açınca da arkamdan peş peşe ateş açtılar. Ancak zaten Cumhurbaşkanlığı polislerinin Millet Camii önünde kurdukları kontrol noktasına var­dığımda, yaklaşık 160 km’lik bir sürate ulaşmış bulunuyordum. O an Ayet’el- Kürsi’nin sonuna geldiğimi, dudaklarımdan “Velâ yeûduhû hıfzuhumâ…” kısmı dökülünce fark ettim. Muhtemelen dur ihtarına uymayıp gaza bastığımda başlamıştım ama ne zaman ve nasıl başladığımı değil, sadece bitirdiğimi hatırlıyordum.

Polislerin ikazı üzerine hızla yola devam ettim ve Külliyenin 3 no’lu kapısına, yol orta­sına yan biçimde park ettiğim aracın arkasına siper aldım. Bu arada ateş, cılız da olsa devam etmekteydi. Sonrasında Cumhurbaşkanlığı koruma polislerinin kurduğu seyyar sipere geçtim. 7-8 polis hafif silahlarla mevzi almış bekliyordu.

Bu sırada Jandarma binasının bulunduğu bölgeden FETÖ’cüler ateş açmaya devam edi­yordu. Her yerde karartma uygulandığı için göremediğimiz ama tam tepemize yakla­şınca birden sesini duyduğumuz iki F-16, bulunduğumuz kapının olduğu bölgeye peş peşe alçak uçuş ve “sonic” patlama gerçekleştirdi. Ortalık toz duman olurken, zaten hassas olan kulaklarım tiz bir frekansta çınlıyor, ardından geçici sağırlık yaşıyordum. Koruma polisleriyle kendi aramızda konuşurken bir helikopterden, sonradan tanksa­var mermisi olduğunu öğrendiğim bir şey atıldı. Mermi, biraz arkamızdaki Külliyenin demir parmaklıklarına hasar verdi. Karşıdan açılan ateş ve uçakların tacizi hafifleyin­ce, koşarak önce odamın bulunduğu güney binaya, ardından yanımda ekibimden Buğra Ayan’ı da alıp Cumhurbaşkanlığı Kriz Merkezine geçtim. Buğra, Alanya’ya izne gider­ken, ilk dakikalarda darbe girişimini duyunca Polatlı’da otobüsten inmiş ve beni ara­mıştı. Külliyeye geçmesini söyleyince hemen intikal etmiş ve telefonla verdiğim tali­matları uygulamıştı. Ben Külliyeye, darbecilerin kapattığı Jandarma Genel Komutanlığı önünden girmeye çalıştığım için yaklaşık 1,5 saat süren bir mücadeleden sonra içeriye girebildim. Saat 00.15’ten itibaren Pazartesi günü sabahına kadar neredeyse uyumak­sızın ve sıvı gıda dışında bir şey yemeksizin, yoğun bir tempoda ve aralıksız olarak sos­yal medya yönetimi sürecinde çalıştık. Bazısı TRT’ye, bazısı Genelkurmay Başkanlığı önüne giden arkadaşlarımızdan bir kısmı sabaha doğru ve ertesi gün öğle saatlerinde Kriz Merkezine ulaştılar. Bazıları ise, yedek kuvvet olarak dışarıdan bizimle irtibat hâ­linde medya ve sosyal medya koordinasyonunda çalıştılar.

Cumhurbaşkanlığı Kriz Merkezinde Genel Sekreter Yardımcıları Nadir Alpaslan ve Metin Kıratlı ile bazı başkan, başdanışman, müdür ve uzman arkadaşlar vardı. Ayrı­ca bizim hemen ardımızdan Emniyet Genel Müdürü, Ankara Valisi ve Ankara Emniyet Müdürü geldiler. Genelkurmay ve diğer stratejik kurumlar birer mücadele alanı olduğu için oralardan bilgi akışı kesilmişti. Sadece telefonla ve medya üzerinden bilgiler ala­biliyorduk. Zira Kriz Merkezi hariçten gelecek bir düşman veya terör saldırısına göre tasarlanmıştı, düşmanın damarlarımızda dolaştığını o gece kesin bir şekilde kavradık! Bütün ekip yaklaşık 50 kişi, Nadir Alpaslan Bey’in organizasyonunda görev paylaşımı yaparak ordu ve üst düzey bürokrasi içindeki stratejik kişilerle bağlantıya geçip darbe karşıtı tavır almaları için görüşmeler yapmaya başladık. Burada detaylarını zikrede- meyeceğim askerlerden ve kritik düzeydeki yöneticilerden çok faydalı işler yapanlar oldu. Bu arada bir yandan da sosyal medya ekibi üyeleriyle içerik hazırlığı konusunda organize olduk. Cumhurbaşkanımızın açıklama yapacağı bilgisi gelince, açıklamada öne çıkan stratejik unsurları sosyal medya hesapları üzerinden paylaşmaya başladık. Kişisel Twitter hesabından, Cumhurbaşkanımızın “Milletimizi demokrasimize ve millî iradeye sahip çıkmak üzere meydanlara, havalimanlarına davet ediyorum” açıklaması paylaşıldıktan sonra kurumsal hesaplardan da aynı mesaj yayımlandı. Ardından top­luma moral verecek ve güvenilir kaynaklarca teyit edilen haberleri paylaşmaya baş­ladık. Mesela, Külliyeye saldıran darbecilerin ele geçirilme görüntüleri, Ankara ve İstanbul’dan teslim olan darbecilere ait görseller… Ağırlık ise elbette Cumhurbaşkanı­mızın mesajlarındaydı. Zira milletimizin en fazla dikkat kesildiği konu Cumhurbaşka­nımızın güvende olması ve duruma hâkim olduğunun bilinmesiydi.

O gece kurumsal iletişim birimi olarak önceliğimiz, başta kurumsal internet sayfası ve sosyal medyadaki hesaplar olmak üzere, şifrelerin güvence altına alınmasıydı. Ayrıca ekibin iletişiminin sağlanması da önemliydi. Birbirimize ulaşmak için alternatif yol­ları önceden belirlediğimizden erişim konusunda sıkıntı yaşamadık. Sonrasında resmî haber kaynakları ile sürekli irtibat hâlinde bulunarak bilgi aldık ve teyit edilen faydalı haberleri hemen paylaştık, bir kısmını ajans ve televizyon kanallarına ilettik. Ayrıca Beştepe Millet Camiinde görev yapan fotoğraf ekibini vazifeye çağırdık, sonraki gün­lerde de 24 saat kesintisiz çalışmaya devam ettiler. Sabah saatlerinde Millet Camii ya­kınına düşen bomba dâhil pek çok görüntü bu ekip tarafından kayda alındı.

Normalde kurumsal sosyal medya hesaplarında Cumhurbaşkanımızın programına göre, günlük 4-5 mesaj ortalamasına denk düşen bir mesaj paylaşım yoğunluğu olur. Ancak 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece yarısından itibaren başlayan süreçte, demokrasi nöbetleri boyunca bütün sosyal medya hesaplarından günlük ortalama 30 civarında paylaşım yapıldı. Mesela ilk gece kurumsal Twitter hesabından 32 tivit atılır­ken, kurumsal ve kişisel Facebook, Instagram hesapları ile internet sayfası ve bunların İngilizce, Arapça versiyonları sürekli olarak canlı tutuldu. Topluma moral verme ama­cıyla darbecilerin ele geçirilme görüntüleri Cumhurbaşkanlığı hesaplarından düzenli olarak paylaşıldı.

Darbe Girişimi Sonrası Dezenformasyonla Mücadele

Bilindiği üzere, kriz dönemlerinde dezenformasyonun engellenmesi adına yapılabi­lecek en önemli şey enformasyonun yayılmasıdır. Biz de ekip olarak bunu yapmaya çalıştık. 15 Temmuz gecesi ve devam eden birkaç günlük süreçte Cumhurbaşkanlığı kurumsal Twitter hesabından atılan her mesajın yaklaşık 2 milyon kişiye erişimi ger­çekleşti. O günlerde 3,5 milyon takipçisi olan bir hesabın mesajlarının 2 milyon kişiye erişmesi özellikle o gece doğru bilgiye ihtiyacın ne kadar kıymetli olduğunu bize gös­termektedir. Bir bakıma insanlar, meydanların yanı sıra âdeta Cumhurbaşkanlığının resmî hesaplarında da nöbet tuttu. İlk günlerde, daha çok gözaltına alınan darbecilerle ilgili kesin bilgiler ve Cumhurbaşkanımızın mesajları paylaşılırken, sonrasında yine Cumhurbaşkanımız ve demokrasi nöbetlerinden vatandaş manzaraları ağırlık kazandı. Bizdeki hareketlenmeye bağlı olarak vatandaşlarımızdan bize yönelen mesaj trafiğin­de de ciddi bir yoğunluk oldu. Gelen mesajlar, ekibimiz tarafından takip edilerek ilgili birimlere hızlı bir biçimde iletildi.

Sonraki günlerde, sosyal medyada yapılanlara ek olarak darbe girişimiyle ilgili Türkçe ve İngilizce 2 ayrı kitap hazırlandı. Bunlardan biri görsel ve kronolojik olarak darbe giri­şimi ve sonrasını detaylı anlatan 125 sayfalık bir çalışma; diğeri ise FETÖ’nün 1970’ler- den günümüze oluşum ve devlete sızma süreci ile darbe girişimini anlatan daha teo­rik sayılabilecek bir kitapçıktır. Her ikisinin de Türkçe, İngilizce ve Arapça baskıları 7 Ağustos’ta yapılan Yenikapı Mitingine yetiştirildi. Bugün ilaveten Fransızca, Rusça, İs­panyolca, Almanca, Çince, Boşnakça ve Arnavutça olmak üzere, toplam 10 dilde yayım­lanan bu kitaplar, Cumhurbaşkanımız tarafından yabancı devlet adamları ve konuklara takdim edilmekte, ayrıca dünyanın önde gelen ülkelerinin parlamenterleri ile gazeteci, kanaat önderi, sivil toplum mensupları ve akademisyenlerine gönderilmektedir.

Ayrıca darbe girişimine dair bütün fotoğraf, video, kahramanlık hikâyeleri ve utanç kö – şesinin yer aldığı içerikler Türkçe ve İngilizce yayın yapan 15temmuzdirenisi.com ve coupfacts.com internet sayfaları üzerinden paylaşılmaktadır. Yine Cumhurbaşkanlığı Külliyesine yapılan saldırılar ve o gece etrafta yaşananları konu alan 30 dakikalık bir belgesel Türkçe ve İngilizce olarak hazırlandı. Twitter’da demokrasi nöbetleri boyunca yaptığımız İngilizce TT çalışmaları düzenli olarak dünya gündeminde üst sıralarda yer buldu. Bu süreçte, darbe girişiminin iç kamuoyundan ziyade dış kamuoyuna anlatılma­sı önem kazandı.

İlk günden itibaren fotoğrafçılarımız hem bombalanan yerlerde hem de vatandaşları­mızın nöbet tuttuğu alanlarda görev yapmaya devam etti. Ayrıca Millet Camiinde her gün yatsı namazı sonrası şehitlerimiz için Kur’an-ı Kerim tilaveti gerçekleştirildi ve alandaki vatandaşlarımızın yiyecek, içecek vb. ihtiyaçlarının karşılanması için gayret edildi.

Bütün bu süreçte, darbe girişiminin engellenmesi bakımından hem geleneksel med­ya hem de sosyal medya ilk defa belki de bu ölçekte olumlu bir rol oynadı. Teorik ve eleştirel çalışmalarda, genellikle sosyal medyanın yıkıcı/bozucu etkisinden söz edilir. Fakat bu kez, FETÖ mensubu cuntacıların da hiç hesap etmediği şekilde hem Cumhur­başkanımız hem de milletimiz iletişim teknolojilerini ve sosyal medyayı yoğun biçimde kullanarak kısa zamanda kenetlendi. Bu süreç bize temelde iki şey öğretti: İlki, bir araç bizatihi tek başına iyi veya kötü olarak tanımlanamaz. Onun iyiliği veya kötülüğü, başta onu kullanan insan unsuru olmak üzere, pek çok psiko-sosyal faktöre göre değişebi­lir. İkincisi ise, artık gençlerden yakınmanın gereksiz ve boş bir iş olduğu görüldü. Bu konuda hep ümitvar olan biri olarak diyebilirim ki, bu gençler dedelerinin 1960’ta, ba­balarının 1980’de ve ağabeylerinin 1997’de yapamadığını yaptı; darbeye karşı dimdik durdu. Bunu da evvela darbecileri teknolojik bakımdan yenerek, sosyal medya orta­mında örgütlenerek ve darbecilerin cürümlerini kayda alıp onları dünyaya ifşa ederek yaptılar.

Sonuç: Duvardaki tüfek duruyor mu?

Bir Arap atasözü “Bir olan asla iki olmaz. İki olan ise mutlaka üç olacaktır” der. Türkiye’deki klasik, müdahaleci ve terörist darbe girişimlerinden öğrendiğimiz en temel şey, paranoyaya yol açmayacak kadar şüpheyi her zaman yedekte bulundurup tedbirli ve müteyakkız hâlde bulunmanın önemidir. Şu an FETÖ darbe davalarında yar­gılanması devam eden sabık Başyaver Ali Yazıcı’ya Ocak 2016’da “Kemalist görünümlü bir paralel darbe girişiminden kuşkulandığımı” söylediğimde, “Merak etmeyin Mücahit Bey, siyasetin bu kadar güçlü, ekonominin dünyayla iç içe geçmiş olduğu bir ülkede darbe yapılamaz” diye cevap vermişti. Ben de kendisine “Darbeciler de bu tür argü­manlarla geçmişte siyasetçileri rehavete sevk etmiş” diyerek duvardaki tüfek örneği ile yukarıdaki atasözünden bahsetmiştim.

Bu kanaatim bugünün Türkiye’si için de geçerliliğini korumaktadır. Lakin küçük bir farkla; Türkiye’de darbe girişimi olabilir, sonrasında kriz ve kaos yaşanabilir, ancak darbe olması zor bir ihtimaldir. Zira bu ülkenin vatandaşları, darbe heveslilerine belki de dünya tarihinde eşi görülmemiş bir ders vererek Türkiye’de bir darbenin başarılı olma ihtimalini ortadan kaldırdı. Duvardaki tüfek hâlâ yerinde duruyor, fakat patladığı zaman, önce tetiği çekeni vuracaktır.