DİJİTALLEŞME SÜRECİ VE MİLLÎ İRADE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA DARBE KAVRAMINI YENİDEN DÜŞÜNMEK – Prof. Dr. Ruhi Ersoy

0
29

“Kültür endüstrisinden darbe endüstrisine geçiş.”

19.-20. yüzyıl aralığındaki bilimsel çalışmalar ulaşım ve iletişim sistemlerinin insan­lık tarihinde olmadığı kadar yüksek bir hızla gelişmesini sağlamıştır. Bu birikim 21. yüzyıla girildiğinde bilgi teknolojilerinin katlanarak büyümesine yol açan çalışmala­rın önünü açmıştır. Böylece bilindik haberleşme, iletişim ve etkileşim yolları kökünden değişerek yeni bir çağa girilmiştir. Bu çağda işin görünen yüzünde insan hayatını bir yanıyla kolaylaştıran ulaşım sistemleri, anlık haberleşme biçimleri, görsel-işitsel mo- bil cihazlar gündelik hayatı yönlendiren medya ortamları gibi sıralanabilecek pek çok yenilik 2000’li yılların başından bu yana etkisini artırmıştır. İnsanlığın yazılı kültür­le tam anlamıyla tanışması için dünyanın farklı coğrafyalarında uzun süre beklenmiş, matbaanın ve diğer baskı makinelerinin yaygınlaşması uzun zaman almıştır. Bugün­kü özellikle kitle iletişimine yönelik teknolojik icatlar ise, neredeyse eş zamanlı olarak dünyada yaygınlaşmaktadır. Batı’da Sanayi Devrimiyle başlayan üretim ekonomisinin dünyayı şekillendirme çabası teknolojik yatırımların önünü açmış ve gelinen noktada bilgi, kültür, siyaset ve ekonominin iç içe geçtiği bir sistem ortaya çıkmıştır.

Bu tespitler genel olarak bu konulara kafa yoran herkesin bilgisi dâhilindedir. Zira aynı iletişim teknolojileri insanla bilgi arasındaki mesafeyi de ortadan kaldırmıştır. Ancak hangi bilgiye nereden ulaşılabileceği ve o bilgiyle ne yapılabileceği sistemin tekelinde olan bir süreçtir. Ulaşım ve iletişim teknolojileri vasıtasıyla insan hayatının akışına, üretim-tüketim kültürüne ve paylaşım modellerine; eğlence ve haberleşme biçimle­rine yaptığı darbeler bütün sosyal bilimcilerin kendi alanları çerçevesinde değindiği meselelerdir. Ancak bireyin ve toplumun gündelik bilgi biçimlerinden felsefe, siyaset, devlet anlayışı ve yönetim tarzına uzanan geniş bir yelpazede algılarını şekillendiren kitlesel anlamda “bilgisi olmayana bilgi, fikri olmayana fikir” kalıplarını hazır sunan yeni iletişim çağında, teknolojileri üretenler söz konusu kalıpları da üreterek o tekno­lojilerin içinden geçirip tüketiciye ulaştırmaktadır. Dolayısıyla üretim, ulaşım ve ileti­şim sistemlerinin değişim hızı, klasik anlamda kapitalizm eleştirilerinin çok ötesinde irdelenmesi ve anlaşılması gereken süreçleri içermektedir. Konumuz olan darbe kav­ramını bu çerçevede düşünmek ve yeniden yorumlamak olan biteni anlamak açısından elzem bir durumdur.

2020 yılının 12 Eylül’ünde adı Demokrasi ve Özgürlük Adası olarak değiştirilen Yassıada’da çağrılı konuşmacı olarak katıldığımız programda “Geçmişten Günümü­ze Milletin İradesinin Devletin İdaresine Dönüşüm Mücadelesi” başlığında bir sunum yapmıştık. Burada darbe kavramı genel bilgi verdikten sonra yönetim sistemlerinin meşruiyet anlayışının tarih öncesi dönemden bugüne değişimi ve Türk devlet gelene­ğindeki meşruiyet anlayışını ele aldık. Dünyadaki ve Türkiye’deki darbeler konusunda okumalar yaparken darbe mantığının ve anlayışının değişimini, yukarıda genel çer­çevesini çizdiğimiz ulaşım-iletişim sistemlerinin gelişimine paralel olarak dünyada darbelerin mahiyetinin değişmeye başladığını gördük. Klasik anlamda darbeler askerî yöntemlerle yapılan sivil yönetimin çeşitli sebeplerle ortadan kaldırılarak halk irade­sinin yok sayıldığı süreçleri içermekteydi. Ancak yalnızca Cumhuriyet Türkiye’sindeki darbeler tarihine bile bakıldığında 1960’tan FETÖ kalkışmasına uzanan sürece gelin­ceye kadar sivil iradeye karşı pek çok yöntemin geliştirildiği ve uygulandığı görülmek­tedir. Türkiye’de sivil iradeye karşı uygulanan askerî yöntemlerle müdahale biçimleri, dış bağlantıları olsa da iç kaynaklı olmuştur. Bu ise özellikle Batı emperyalizminin za­man ve maliyet bakımından büyük yatırımlar yapmasını gerektirmiştir. Bunun yeri­ne Türkiye gibi kültür değişmelerine ve teknolojik yeniliklere açık ülkelerde algıların biçimlendirilmesi ve buna göre darbe yöntemlerinin uygulanması yoluna gidilmeye başlanmıştır. Bu da sanayi tipi üretimle başlayan ulaşım ve iletişim sistemleriyle şekil­lenen “kültür endüstrisinin”, devletlerin yönetim sistemlerine yön vermek amacıyla halkın algılarını değiştirme esasına dayalı “darbe endüstrisine” dönüşümüyle müm­kün olmaktadır. Bu noktada, Yassıada’da yaptığımız sunumda, darbeler tarihinin iyi bilinmesinin millî iradenin buna göre refleks gösterecek şekilde hazırlıklı olmasının gerekliliğini vurgularken şimdi ve gelecekle ilgili de şu tespiti yapmıştık:

Türk milletinin irade beyanını ve bu süreçteki kesintileri geçmişe dönük okuduğumuz ve değerlendirdiğimiz gibi gelecekte de bu iradenin devamlılığına yönelik tehditleri öngörmek durumundayız. Endüstri 5.0, yapay zekâ, çipli insan ve uzay hukuku gibi ko­nuların tartışıldığı bir dünyada, gelecekte millî iradeyi temsil ve ifade edecek sistem­lerin nasıl oluşturulacağını şimdiden hesaplamak zorundayız. Dijital darbelerle iradesi kontrolünden çıkan insan, hangi demokratik süreçlere eklemlenecektir sorusu, karşı­mızda durmaktadır. Bu yüzden her şeyden önce insana dair bilinç ve eylem felsefesinin yeni sorular ve cevaplar ortaya koyması gerekmektedir. Dijital veya sanal simülasyon- lar tarafından kuşatılmış, yaratıcılıkla yapmacıklık arasına sıkışmış, bunaltı ve bulan­tıları ile flu kalmış, siyasal ve askerî darbelerin maliyetini düşürecek bir insan tipi üre­tilmeye çalışılmaktadır. Ortaya çıkan bu yeni tür insan, kadim örgütlenme kültürünün köklerinden kopmuş vaziyette, küresel trendlerin rüzgârıyla akıbetine razı olacaktır. Bu risk ve tehlikeler, devletin yapı söküme uğratılması gibi, çip ve diğer biyo-tekno- lojik müdahalelerle milletin fertlerinin de kültürel yapı sökümüne yol açabilir. Dolayı­sıyla kendi iradesi olmayan fertlerin oluşturduğu bir toplumda, milletin iradesiyle ida­resinin buluşmasından da söz edilemez. Türkiye Cumhuriyeti askerî, sivil, ekonomik, kültürel ve dijital darbelere karşı daima hazırlıklı ve diri olmak zorundadır.

Bu çerçevede kültür endüstrisinin darbe endüstrisine dönüşümünü, bir yanıyla insan hayatını kolaylaştıran ancak kitle iletişimini artırarak yönetmeyi sağlama amacında­ki teknolojiler olduğunu ifade etmiştik. İnsanlığın telgrafla başlayan ve bugün uydu teknolojileriyle geldiği nokta, ses ve görüntünün nakledilmesinden üç boyutlu insan simülasyonunu anlık olarak nakletme seviyesine ulaşmıştır. Ancak bütün sesler ve görüntüler birer veri olarak teknolojik bir aracın içinden geçip bir yerden bir yere ta­şınmaktadır. Dolayısıyla bilgi ve kültür, içinden geçtiği teknolojinin ideolojik-estetik şeklini alır tezinden hareketle bu sürecin hiç de masumane işlemediğini görmek ge­rekmektedir. Aslında yazılı kültürle başlayıp yazıyı kodlayarak nakletme işlevi gören telgraf kendinden sonraki radyo, sinema, televizyon ve internet gibi medya araç ve ortamlarının önünü açmıştır. Bu elektronik/dijital ortamlar ise yazılı kültürde olduğu gibi belirli bir seviye ve bilinç düzeyine gerek kalmaksızın kolaylıkla işitsel ve görsel unsurlarla kitleleri etkisi altına almak üzerine kurgulanmıştır. Medya kültürü orta­mı insanın nasıl yaşaması gerektiğini belirleyip beslenme, giyim-kuşam, barınma ve eğlenme biçimlerine uzanan geniş yelpazede insan hayatını biçimlendirirken aynı za­manda insanın ne düşünmesi ve nasıl düşünmesi gerektiğini de öğretmektedir. Hangi siyasi partiye oy vermesi ya da hangi lideri beğenmesi gerektiği, insanın önüne ko­nulan verilerle şekillendirmektedir. İnsan bilincine ve düşüncesine bu yola yapılan bu müdahale tarzı, uzun süre gözden kaçmış ve medyanın Batı emperyalizminin ürettiği eşya ve malları satma aracı olması seviyesinde bir eleştirel tutumla üzerinde durul­muştur. Ancak mobil teknolojilerin üretilmesi ve internetin insan hayatının tamamını kapsayarak uykudaki kalp ritmini dahi sayıp bir veri ağı oluşturduğu süreçte konunun sadece tüketim kültürüne teşne bir toplum yaratmak olmadığı açıktır. İnsanın yeni bir uzvuna dönüşen teknoloji ürünleri ve uygulamaları, algoritmalarla kişinin beğenile­rini, zevklerini, ilgi alanlarını ve ihtiyaçlarını tespit edip buna göre görsel bir dünya sunacak seviyede insan hayatını şekillendirmektedir.

Bu çerçeve içerisinde Türkiye’deki darbe geçmişine bakıldığında 15 Temmuz 2016 yı­lındaki FETÖ askerî kalkışmasının ardından bu şekilde doğrudan müdahalelerin karşı­lık bulmayacağı bulsa da kalıcı olmayacağı anlaşılmıştır. Bundan dolayı dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de bir çeşit dolaylı darbe sürecine girilmiştir. Askerî yöntemlerin yerine ekonomi başta olmak üzere başka kalemlerin kullanılması, özel­likle ABD ve diğer Batılı devlet yöneticilerini tarafından açıkça dillendirilmiştir. Yine ABD’de bu konulara özel olarak bir bütçenin ayrılması ve Türkiye’de muhalif medya­nın doğrudan veya vakıflar üzerinden desteklenmesi örtük bir sürecin işlediğini gös­termektedir. Türkiye’deki medyaya bakıldığında ise hiçbir ideolojik saik göstermeden iktidara muhalif, kendini sol olarak tarif eden, kesimlerden kimselerin dahi ABD fon­larından beslendiği ifşa olmuş durumdadır.

İletişim teknolojileri üzerinden millî kimliklere yapılan saldırılar ve örtük olarak işleti­len “yapı söküm” süreci, sosyal medya unsurlarının kullanılmaya başlamasıyla ileri bir boyuta taşınmıştır. Sosyal medyanın darbe unsuru olarak kullanılması konusunda açık bir örnek “Arap Baharı” denilen süreçtir. Özellikle Facebook uygulamasının yaygınlaş­masının akabinde pek çok ülkede sokak gösterileri başlamış ve yönetim değişiklikleri zorlanmıştır. Toplumların bilgi sistemlerini ele geçirerek istediği veriler bu sistemler üzerinden aktaran Batı emperyalizmi, bu yöntemin daha kalıcı olduğunu ve yıkıma sebep olmadığını fark etmiştir. Türkiye’de içinden geçilen süreç de dâhil olmak üzere özellikle seçim dönemlerinde ve önemli dış politika hamleleri öncesi dezenformasyon yoluyla bilgi kirliliğine yol açarak kitlesel yönlendirmeler yapılmaktadır.

Darbeler bilindik yöntemlerin aksine ülkelerin iç dinamiklerinde “gri alanlar” oluştu­rarak amacına gitme şeklinde güncellenmiştir. Bugün sosyal medya düzenlemeleri ko­nusunda yapılan tartışmaları da bu çerçevede okumak gerekmektedir. Sosyal medyada dolaşımda olan güncel siyaset konusundaki bilgi ve haberin ne kadarı gerçek hesaplar­dan ya da yurt dışı kaynaklı olduğu konusu analiz edildiğinde daha açık bir resim ortaya çıkacaktır. Bilgisayar teknolojilerinin ortaya çıkardığı internet bir “ağ toplumu” yarat­mıştır. Bu toplum yapısında amaç, ekonomik ve kültürel ayağı tamamlanan küreselleş­me sürecinin askerî-politik ayaklarını dizayn etmek şeklinde işlemektedir. Devletlerin yasa çıkartarak interneti engellemesi teorik olarak demokrasinin temel prensiplerini tartışmaya açmaktadır. Ancak, zaten bunu kesin olarak yapmak da artık mümkün de­ğildir. Dünyanın bir kısmı kara sınırlarını paylaşmanın savaşını yaparken o kara par­çaları belirli bir yüksekliğe kadar ilgili ülkeye ait durumdadır. Belirli bir yükseklikten sonrası başka devletler ve şirketler tarafından paylaşılmış durumdadır. Dolayısıyla devletlerin sınırlarını silahlar değil teknoloji belirlemektedir. Uydu teknolojileriyle bir ülkeye internet başka bir ülke ya da şirket tarafından sağlanabilmektedir. Bunun anla­mı, ağ toplumunun vatandaşlık hakları internet sağlayıcıları tarafından verilmesidir. Batı’nın temel yaklaşımı olan, demokrasi benim istediğim sonucu vermiyorsa demok­rasi değildir, anlayışı. Bu yeni tür darbe yöntemini üretmiş ve elektronik/dijital ortam­lar üzerinden uygulanmaktadır.

Yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılarak ifade edilen değerlendirmeler ışığında, “Di- jitalleşme Süreci ve Millî İrade Bağlamında Darbe Kavramını Yeniden Düşünmek”; milletimizi oluşturan her bir vatandaşımızın cinsiyeti, görevi, ünvanı, eğitim seviyesi, memleketi vs gibi kavramlara bakılmaksızın öncelikli sorumlulukları arasına girmiştir.

Gelişen teknolojiye bağlı olarak, milletlerin ve devletlerin kaderlerine müdahale etmek, bireyleri ve dolayısıyla milletleri de yönlendirmek ve yönetmek kolaylaşmıştır. Tek­nolojide dışa bağımlı olan devletler, buna bağlı olarak her türlü olumsuz ve art niyetli teşebbüs uygulamalara karşı da dirençsiz kalmakta ve karşı koyma imkânı zayıflamış olarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda devletlerin en önemli görevlerinden biri, öncelikli olarak milletini millî değerlere bağlı olarak eğitmek ve gelişimini sağ­lamaktır. İlköğretimden başlamak üzere kademeli ve sistemli bir şekilde millî bilinçle yetişen bireyler, toplumun en küçük birimi olan aile başta olmak üzere genel manada bütün milleti “millî” değerlere sahip hâle getirecektir. Millî bir bilinçle yetişecek bi­reyler, üretim noktasında da ülkesini ve milletini önceleyen değerlerle yoğrulmuş bir şekilde katkı sunarak görevini yerine getireceği muhakkaktır.

Bu kapsamda, millî duygularla üretilen ve geliştirilen bir tohum, millî duygulara sahip bir el tarafından toprakla buluşturulacak ve yine millî duygularla bezenmiş bir toplu­mun tüketimine sunulacaktır. Benzer şekilde millî duygularla yetişmiş bir ekibin ge­liştirdiği savunma sanayi ürünü, yine millî duygularla ve milletine ve devletine bağlı insanımız tarafından kullanılıp, ülkesinin ve milletinin geleceğini teminat altına ala­caktır. Bu bağlamda ülkemizin son yıllarda ürettiği ve geliştirdiği İHA’lar ve SİHA’lar bu durumun en somut göstergeleri olarak karşımıza çıkmıştır. Millî bir yazılım ve tek­noloji ile ürettiğimiz bu ürünler, başta terörle mücadele olmak üzere pek çok alanda kullanılmaya başlanmış, geçmişte dışarıdan temin ettiğimiz muadil ürünlerle karşı­laştırma yapıldığında her anlamda müspet yönde farkını ortaya koymuştur.

Bu örnekten yola çıkarak, millî bir arama motoru, millî iletişim ağı gibi günlük hayat­ta milyonlarca insanımızın sıklıkla kullandığı teknolojik altyapıları geliştirmenin ne kadar elzem bir hâl aldığı gerçeğini de hatırlatmaktadır. Yakın geçmişte “WikiLeaks” adlı yapılanma dünyanın pek çok ülkesinde milyonlarca kullanıcının belgelerini izinsiz olarak ele geçirip yayımlamıştır. Doğruluğu veya gerçekliği tartışmalı olan bu bilgi ve belgeler ile de meşru iktidarların baskı altına alınmaya çalışıldığı ülkeler olmuş ve millî irade zorda bırakılmak istenmiştir. Dijitalleşme sürecinin geldiği aşama itibarıyla bu ve benzeri örneklerin millî ve güvenli yazılımlara ihtiyacı hatırlatması açısından önem­lidir. Benzer şekilde bugün ülkemizde de çok yaygın olarak kullanılan “WhatsApp” uygulamasının yine “WikiLeaks” tarzı bir durumla karşı karşıya kalması hâlinde ül- kemizdekiler dâhil pek çok kullanıcısının bilgi ve belgelerinin izinsiz bir şekilde pay­laşılması hâlinde karşı karşıya kalınacak durumda bu konuda ki “millî” ihtiyacı yine gözler önüne sermesi açısından önemlidir.

Ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişiminden sonra tespit edilen ve darbecilerin kullanımı için geliştirilip örgüt mensupları arasında kullandıkları tespit edilen “ByLock” adı verilen uygulamanın da dijitalleşmenin “Millî İrade”yi zaafa düşürme anlamında geldiği nokta açısından çok önemlidir. Ülkemizde, demokrasinin bir gereği olarak ülke vatandaşlarının büyük çoğunluğunun hür iradele­riyle seçtikleri iktidarı ortadan kaldırmak için, gelişen teknolojiyi kullanarak üretilen yazılımla kendi aralarında iletişim kurarak, darbeye hazırlık yaptıkları görülmüştür. Bu açık ve somut örnekte de görüldüğü üzere, gelişen teknoloji ve dijitalleşme, millî iradeye kast ve darbe için önemli bir manivela olarak kullanılabilmektedir. Yine bu bağlamda yukarıda da zikredildiği üzere, çeşitli sosyal medya mecraları, toplumları yönlendirmek ve yönetmek, hakikatleri dezenforme ederek millî iradeye sekte vurma amacına yönelik kullanılabilmektedir.