15 TEMMUZ DAVALARINDA ADİL YARGILANMA HAKKI – Av. Cüneyt Toraman

0
40

Av. Cüneyt Toraman

Türkiye, 1960’tan günümüze, birçok defa, askeri darbelere maruz kalmıştır. Ceza hukukunda darbe suçunun ve cezasının çok ağır olması, darbeleri önleyememiştir. Esasen, (ordu, emniyet, yargı, medya, siyaset, Üniversite, STK, sendika, vs. mensubu) örgütlü, on binlerce kişinin iştirakiyle işlenen bu suçun, önlenebilmesi imkânsız denecek kadar zordur. 15 Temmuz darbe teşebbüsü, bu kuralın istisnasını oluşturmaktadır. Türkiye’nin birçok bölgesinde, on binden fazla askerle, Tankla, topla, savuş uçaklarıyla, ağır silahlarla harekete geçen darbeciler, beklemedikleri bir “direnişle” karşılaşmışlardır. Cumhurbaşkanının halkı direnişe davet etmesi, salaların okunması, sivil halka büyük bir moral vermiştir. Akşam saatlerinde başlayan darbe, gece yarısı püskürtülmüş, darbecilerin çoğu kaçmış, birçoğu da halk tarafından yakalanarak güvenlik görevlilerine teslim edilmiştir. O andan itibaren soruşturma süreci başlamıştır. Darbenin etkisiz hale getirilmesi kadar, bu suça iştirak edenlerin yargılaması da önem taşımaktadır. Her suçta olduğu gibi, darbeye teşebbüs suçunun da, “hukuk devletine” yakışır şekilde yürütülmesi gerekir. Darbeye iştirak edenler ve darbenin arkasında olan güçler, yargılama sürecini lekelemeye çalışmakta, soruşturmayı yürütenler, şüphelilerin/sanıkların adil yargılanma hakkına riayet edildiğini öne sürmektedir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmalarında/davalarında, adil yargılanma hakkına riayet edilip edilmediğinin cevabı, bizatihi bu dava dosyalarının içeriğinde bulunmaktadır. Bu iddiaları, (takip ettiğimiz davalardaki) somut olgulardan hareketle cevaplamaya çalışacağız.

Adil yargılanma hakkı, “hukuk devletine” ait bir kavramdır. Ceza yargılamasında, hukuk devleti ile diğer rejimleri birbirinden ayırmak için birçok yöntem bulunmaktadır. Bunlardan biri “şüpheliden delile ulaşma” diğeri ise, “delilden şüpheliye ulaşma” yöntemidir. Birinci yöntemde, şüphelileri gözaltına alırsınız, bu suçla ilgili bildiklerini anlatması için işkence yaparsınız, inkar ederse işkencenin dozunu artırırsınız, yine de sonuç alamazsanız “pardon” diyerek serbest bırakır, suçla ilgili delil elde edinceye kadar, bu yöntemi, diğer şüpheliler üzerinde uygulamaya devam edersiniz. İkinci yöntemde ise, birinin şüpheli olarak kabul edilmesi için, o kişi hakkında, işlenen suçla ilgili ipucu (delil) olması gerekir. Bu ipuçları, olayla bağlantısına yeterli ise, şüphelinin ifadesine başvurabilirsiniz. Bu deliller belli bir yoğunluğa ulaşırsa, şüpheliyi gözaltına alabilirsiniz. Birinci yöntem, çok pratik ve kestirme olduğundan, totaliter rejimler tarafından benimsenmektedir. Hukuk devletleri ise delilden şüpheliye yöntemini benimsemektedir.

Türkiye’de, 2005 yılına kadar, yani, (eski) ceza yargılama usulü kanunu (CMUK) değiştirilinceye kadar, hukuk devletine ve insan haklarına açıkça aykırı olan birinci yöntem (yani, şüpheliden delile ulaşma yöntemi) uygulanmıştır. Şüpheliden delile ulaşma yöntemin en önemli özelliklerinden biri uzun gözaltı süreleridir. Uzun gözaltı süreleri, soruşturma birimlerini, (polis karakollarını, terörle mücadele şubelerini) işkenceye teşvik, en hafifiyle işkenceye göz yumma anlamına gelmektedir. Kolluk kuvvetleri, amirlerinin beklentilerini yerine getirmek için, işkence ile delillere ulaşma yoluna başvurmuşlardır. Şüphelilerin vücudunda iz bırakmayacak işkence yöntemleri geliştirmişlerdir. Gözaltında işkence “devlet politikası” olarak benimsendiğinden, (Mahkemeye sevk edilmezden önce) şüphelileri muayene edecek ve rapor düzenleyecek olan adli tabipler de özenle seçilmiştir. Adli tabiplerin büyük çoğunluğu, işkence izlerini görmezden gelmiş, “darp ve işkence izi yoktur” şeklinde rapor düzenlemişlerdir. Devletin aldığı bütün önlemlere rağmen, her yıl, işkenceye maruz kalanlar veya müdafileri, binlerce kolluk görevlisi hakkında suç duyurusunda bulunmuş, bunlar hakkında soruşturma başlatılmış, birçoğu hakkında kamu davası açılmış ve mahkûmiyet kararı verilmiştir. Beraat kararı verilen güvenlik görevlileri hakkında, işkence iddiasıyla, AİHM’ne binlerce başvuru yapılmış, bu başvuruların çoğu hakkında ihlal kararı verilmiştir. Türkiye, ceza yargılamaması kanununu değiştirdiği 2005 yılına kadar, AİHM’ni ihlal başvuru sıralamasında, ilk üç ülke arasında yer almaktaydı.

Türkiye’de, 2005 yılında, ceza muhakemesi kanunu baştan sona yenilenmiş, gözaltı süreleri 24 saat ve 48 saate düşürülmüştür. Gözaltı sürelerinin kısalmasıyla işkence iddiaları bıçak gibi kesilmiştir. 2005 yılından önce, AİHM’nde, işkence liginin ilk üç sırasında yer alan Türkiye, 2005 yılından itibaren son sıralara gerilemiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmaları ve davaları, işkenceye prim vermeyen ve darbe teşebbüsü davalarına kadar 11 yıldır uygulanmakta olan bu kanuna göre yapılmıştır. Ceza Muhakemesi Kanunundan sonra, önemli bir değişiklik daha yapılmıştır. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu getirilmiştir. İşkence iddialarıyla ilgili inceleme ve yargılama süreçlerinin uzaması, işkenceyle mücadeleyi etkisiz hale getirmektedir. AİHM’nde dosyaların yığılması, Anayasa Mahkemesini etkili bir başvuru yolu haline getirmiştir. Mevzuatımızdaki değişiklikler bütün olarak ele alındığında, Türkiye’nin evrensel hukuk devleti kriterlerine sahip olduğunu söyleyebiliriz. 15 Temmuz darbe teşebbüsü davaları, adil yargılanma ilkelerini kurumsal hale getiren, çağdaş ve modern, yeni ceza muhakemesi kanunu hükümlerine göre yürütülmüştür.

I.15 TEMMUZDA YARGININ DURUMU:

1)-15 Temmuz soruşturmaları kimler tarafından yapıldı?

15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturma ve kovuşturmalarda, adil yargılanma hakkına riayet edilip edilmediğini değerlendirmezden önce, bu soruşturmaların hangi koşullar altında yapıldığına bakmak gerekir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün (FETÖ’nün), sadece silahlı kuvvetlere değil, bütün kamu kurumlarına sızdığını belirtmek gerekir. FETÖ’nün en fazla sızdığı kamu kurumlarının başında yargı gelmektedir. Bu örgütün, ilk operasyonunu (17-25 Aralık) yargı eliyle yapması, yargı kurumlarında ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Darbe teşebbüsünün olduğu akşam, FETÖ örgüt mensuplarının yargı içinde görevli olduğunu belirtmek gerekir. Darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturmalar, böyle bir yargı tarafından yürütülmüştür.

15 Temmuz darbe teşebbüsünün harekât merkezi olarak kullanılan Akıncı üssünde birçok sivil yakalanmıştır. Bu sivillerin çok önemli kişiler olduğu açıktır. Adil Öksüz de bunlardan biridir. Bu kişinin, FETÖ’nün hava imamı olduğu kabul edilmektedir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ve FETÖ’nün kilit isimlerinden biri olan bu şahsın, soruşturmayı yürüten hâkim tarafından serbest bırakılması, yargının önemli bir kesiminin, hala örgütün kontrolünde hareket ettiğini göstermektedir. Belli bir kişinin veya grubun talimatlarıyla hareket eden bir yargının, adil bir yargılama yapamayacağı ortadadır.

15 Temmuz darbe teşebbüsünden beş gün sonra (20 Temmuz 2016’da) OHAL (olağanüstü hal) ilan edilmiş, darbe teşebbüsünü gerçekleştiren FETÖ terör örgütüyle mücadele gerçek anlamda bu tarihte başlamıştır. OHAL ile birlikte, kamu kurumlarına sızan FETÖ tasfiye edilmeye başlamıştır. En geniş kapsamlı tasfiye, yargıda gerçekleştirilmiştir. Üç bine yakın hakim ve savcı, KHK ile meslekten ihraç edilmiştir. Takip eden KHK’lar ile birlikte bu sayı beş bine ulaşmıştır. Bu sayı yargının stratejik birimlerinde %60 olmak üzere, üçte birinden fazlasının örgütle bağı olan bir yargıdan söz ediyoruz. Yargı, darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturmaları yürütürken, yargı içindeki terör örgütünün unsurlarının tasfiye süreci devam ediyordu. Darbe teşebbüsü soruşturmalarında görev yapan çok sayıda hakim ve savcı, FETÖ ile örgütsel bağı nedeniyle meslekten ihraç edilmiştir. Bu hakim ve savcıların, darbeye iştirak eden sanıkları koruduğu kolladığı, birçok delili yok etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarılı olamayacağı, gecenin ilerleyen saatlerinde ortaya çıkmıştır. Darbe teşebbüslerinin başarısız olduğunu anlayan örgüt mensuplarının, kaçmaya teşebbüs etmesi beklenir. Ancak FETÖ, takiyye konusunda ileri derecede eğitim almış olduğundan, deşifre olanlar kaçarken, deşifre olmayanlar kendilerini gizlemeye çalışmıştır. FETÖ terör örgütü aleyhindeki ateşli söylemleriz nedeniyle, birçok hakim ve savcı, kritik görevlere getirilmiştir.  Şüphelilerin aleyhindeki delilleri yok ederken, bu kişileri tutuklamaktan çekinmemiştir. FETÖ’nün örgüt üyeleri arasındaki iletişim aracı ByLock yazışmaları deşifre edildikçe, hakim ve savcılar da deşifre olmaya başlamıştır. Birçok hakim ve savcı, yargılama sırasında gözaltına alınmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturma ve kovuşturmaları değerlendirirken, bukalemun gibi çevresine uyum sağlayan bir örgütle karşı karşıya olduğumuz unutulmamalıdır.

15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturmaların bir kısmı FETÖ mensubu hakim ve savcılar tarafından yürütülmüştür. Ancak, yargı içindeki FETÖ ile örgütsel bağı olan hakim ve savcıların kısa süre içinde tasfiyesi nedeniyle, 15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmalarında ve davalarında etkileri sınırlı olmuştur. FETÖ’cü hakim ve savcıların çok hızlı tasfiye olmasının nedeni, 2014 HSYK seçimleridir. Örgüt mensupları, bu seçimleri ölüm kalım meselesi olarak gördükleri için, örgütün adaylarının desteklemek suretiyle deşifre olmuşlardır. Bu nedenle, kamu kurumlarında en net temizlik yargıda olmuştur. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden kısa süre sonra, beş bine yakın hakim ve savcı, on binlerce yargı çalışanı meslekten ihraç edilmiş, ciddi bir “kadro açığı” ortaya çıkmıştır. Kısıtlı kadro ile darbe soruşturmaları devam ederken, hakim ve savcı alımlarıyla, açık kapatılmaya çalışılmıştır. Yeni hakim ve savcıların staj süreleri uzunca bir zaman aldığından, görevde bulunan hakim ve savcılar, deyim yerindeyse dört kişinin yaptığı işi yapmıştır.

Durumun vahametini ve ciddiyetini kavrayan çok sayıda savcı, sabahlara kadar çalışarak, iddianameleri hazırlamış, mahkemelere sunmuştur. 15 Temmuz darbe teşebbüsü iddianameleri, savcıların (kısıtlı imkana rağmen) çok iyi bir sınav verdiklerini göstermektedir. Genç hakim ve savcı adaylarının göreve başlamasıyla, hakim ve savcıların omuzlarındaki yük azalmaya, yargılama süreçleri normalleşmeye başlamıştır. Darbe teşebbüsü, ağır cezalık bir suç olup, bu davalarda, tecrübeli hakimler görevlendirilmesi gerekmektedir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü davalarında, yukarıda açıkladığımız nedenlerle, gencecik hakim ve savcılar görevlendirilmiştir. Mesleğe yeni başlayan hakim ve savcıların derin tecrübe gerektiren bu davalarda, olağanüstü bir performans gösterdiğinin altını çizmek gerekir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmalarından bazılarına, FETÖ mensubu hakim ve savcılar da iştirak etmiş olduğundan, (meslekten ihraç edilinceye kadar) bazı delilleri karartmış olabilirler. Delillerin karatılmasıyla, bazı sanıklar hakkında takipsizlik veya beraat kararı verilmiş olabilir. Bu durum sanıklar lehine bir durum olduğundan, adil yargılanma hakkı açısından bir sorun teşkil etmemektedir,

2)-Adil yargılanma hakkı kavramı:

Adil yargılanma hakkı, demokratik toplum düzeninin ve hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarından birisidir. Bu nedenle, bu hak, milletlerarası sözleşmeler ile güvence altına alınmıştır. Bu sözleşmelerin başında, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi vardır. Sözleşmenin 6.maddesi, adil yargılanma hakkını düzenlemektedir. Adil yargılanma hakkı, hem ceza yargılamalarına hem de medeni hukuk yargılamalarına uygulanabilen bir haktır. (…) 6.maddede sayılan tüm haklar tek tek tanımlanarak değerlendirilmektedir. Amaç, Sözleşmeye taraf olan devletlerin, kendi iç hukukundaki kuralları düzenlerken, sözleşmeye uygun davranmak ve taahhüt ettikleri yükümlülükleri hayata geçirmek zorunda olduğunu göstermektir. Bazı yazarlar, bu hak için “adil yargılanma hakkı” ya da “adil yargılama” deyimini kullanırken, bazı yazarlar da “doğru ve güvenlikli yargılama hakkı”; “dürüst yargılanma hakkı” ya da “düzgün yargılama hakkı” deyimini kullanmaktadır.  Örneğin: Zabunoğlu ve Doğru’ya göre; söz konusu hakkın doğru karşılığı “adil yargılanma hakkı”dır. Çünkü “adil yargılama”, öznesi yönünden edilgen bir yapıya sahip olup, belirsizlik taşımaktadır. Dönmezer’e göre; “Yargılamanın sonucunun adil olması İHAS’ın 6.madde ve diğer maddelerinde hedeflenen bir şey olamaz. Ama İHAS’ın ifade ettiği şey şudur: Adil sonuca varırken dürüst yollardan gideceksiniz. Adamı döverseniz, ona söverseniz ve onu söylettirirsiniz; neticede verdiğiniz hüküm adil olur. Ama bu dürüst bir yargılama değildir. Bize göre, “adil yargılanma hakkı” teriminin tercih edilmesi daha isabetlidir.

Adil yargılanma hakkı, suç isnadından hüküm kesinleşinceye kadar geçen süreç içinde, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin, sanıkların haklarını kısıtlamayacak şekilde yürütülmesi anlamına gelmektedir. Kamu görevlileri, bireyin suç işlediğinden kuşkulandıkları anda başlayıp yakalama, tutuklama, yargılama, karar, ceza ve infaz ile temyiz süreçlerinde devam eden adil bir yargılama sonucu karar vermek zorundadır. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında, adil yargılanma ilkeleri ihlal edildiğinde, adil bir sonuca ulaşmak imkânsız denecek kadar zordur. Adil bir sonuca ulaşmak için adil yargılanma hakkına riayet etmek gerekir. Ancak, adil yargılanma ilkelerine riayet edilmesi, adil bir sonucun garantisi değildir. Bu çalışmanın konusu, 15 Temmuz davalarında verilen kararların adil olup olmadığı (yargı kararlarının içeriği) (verilen mahkûmiyet kararlarının isabetli olup olmadığı) (delillerin mahkûmiyet kararı için yeterli olup olmadığı) değil, soruşturma ve kovuşturma aşamasında, adil yargılanma ilkelerine riayet edilip edilmediğidir.  Bu nedenle biz de, AİHS’nin 6.maddesinde yazılı olan adil yargılanma hakkı ve bu hakkı takviye eden Ek Protokol hükümleri kapsamında değerlendirme yapacağız.

II. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ:

Adil yargılanma hakkının temel dayanağı, çok sayıda devletine taraf olduğu, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesinin 6.maddesidir. Bu maddede, adil yargılanma hakkının temel esasları belirlenmiştir. Bu sözleşmeye taraf olan devletler, imzaladıkları sözleşmedeki esasları kendi iç hukuklarına aktarmışlardır. Türkiye de, bu sözleşmenin bazı maddelerine çekince koymuş, ancak daha sonra onaylamıştır. AB uyum yasaları kapsamında, Türkiye, bu sözleşmenin bütün hükümlerini kabul etmiş ve onaylamıştır. Adil yargılanma hakkıyla ilgili temel metin, AİHS olduğundan, bu sözleşmenin 6.maddesini ele almak gerekir.

AİHS Adil Yargılanma Hakkı: Madde-6)-(1)-Adil Yargılanma İlkesi ve Alt Ayrıntı İlkeler Sözleşmenin 6. maddesinde- “ 1- Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda açıklanır; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar davanın tamamı süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir. 2-Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. 3-Her sanık başlıca aşağıdaki haklara sahiptir: (a)-Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek; (b)-Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; (c)-Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek; (d)-İddia tanıklarını sorguya çekmek ve çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek; (e)-Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşmadığı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak” kuralına yer verilmiştir. 

İHAS’ın 6.mad/1.Fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının temel unsurları şu şekilde sıralanmaktadır: 1. Yasayla Kurulmuş Yetkili, Bağımsız ve Tarafsız Mahkeme Önünde Yargılanma Hakkı, 2. Makul Süre İçerisinde (Gereksiz Gecikme Olmaksızın) Yargılanma Hakkı, 3. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı, 4. Aleni Yargılanma Hakkı (Davaların Aleni Surette Görülmesi ve Kamuya Açık Yargılama)İHAM içtihatlarında, yargılama sürecinin bütününe bakılarak her somut olayın özellikleri göz önüne alınıp, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde yürütülüp yürütülmediği araştırılmakta, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı geniş bir biçimde yorumlanmakta ve hakkın kendi içerisinde bir takım zımni unsurlar barındırdığı kabul edilmektedir. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı içerisinde, Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı içerisinde, a. Masumiyet karinesi, b. Avukat tayini, c. Kötü muamele yasağı, d. Susma ve kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkı, e. Duruşmada hazır bulunma hakkı, f. Silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama ilkesi, g.Delil kuralları, h. Gerekçeli karar hakkı, ı. İtiraz hakkı, gibi unsurlara yer verilir.

1)-Yasayla Kurulmuş Yetkili, Bağımsız ve Tarafsız Mahkeme Önünde Yargılanma Hakkı, Görevli ve yetkili bir mahkeme:

Adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden biri, suç isnadında bulunan kişinin/kişilerin, kanunla tayin edilmiş, yetkili, bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde yargılanma hakkıdır. Darbe soruşturması, görevli ve yetkili makamlar tarafından mı yürütülmüştür? Yoksa, yürürlükteki kanunlar geçici bir süre askıya mı alınmıştır? Onbinlerce kişinin iştirakiyle işlenen darbeye teşebbüs suçunun soruşturulması hem çok zor hem de risklidir. ABD, 11 Eylül terör saldırısından sonra, yüzlerce kişiyi gözaltına alarak, Amerika dışındaki topraklarda (Quantanamo) cezaevlerine hapsetmiştir. Esasen, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, 11 Eylül terör saldırısıyla kıyaslanamayacak kadar kapsamlı ve vahimdir. 11 Eylül eylemi, sınırlı sayıda teröristin gerçekleştirdiği ve hedefleri sınırlı bir terör eylemi olduğu halde, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, onbinlerce terör örgütü mensubunun iştirakiyle işlenen, ülkenin anayasal düzenini hedef alan, ülkenin tamamını kapsama alanına alan bir terör eylemidir. 11 Eylül terör eylemi ABD’nin sembollerine, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ise Türkiye’nin kendisine yönelmiştir.

Bazı ülkelerde, siyasal iktidarlar, darbe teşebbüsünü savuşturduklarını düşünürken, ikinci bir grup harekete geçerek yarım kalan darbeyi tamamlamıştır. Türkiye’de de, darbeye iştirak eden şüphelilerle ilgili soruşturma yürütülürken, ikinci bir grubun harekete geçmesinin ihtimal dâhilinde olduğu unutulmamalıdır. Böyle bir durumda, ikinci grubun yapacağı ilk iş, gözaltında bulunan arkadaşlarını serbest bıraktırmak olacaktır. Darbeciler başarılı olduğunda neler yaptıklarını/yapabileceklerini çok iyi biliyoruz. 1960 darbesinde, dönemin başbakanını ve bakanlarını Yassıada’ya hapsetmişler, göstermelik bir yargılamadan sonra idam etmişlerdi. 12 Eylül 1980 darbesinde ise, siyasi parti liderlerini (iktidar muhalefet ayırımı yapmaksızın) Zincirbozan’da toplamışlardır. 15 Temmuz gecesinin ilerleyen saatlerinde “darbenin başarısız olacağı” anlaşılmaya başladıktan sonra, darbeciler, (bazı ülkelerde yaptığı gibi) ikinci bir grubu sahaya sürebilirdi. Devlet, ikinci bir grubun darbe teşebbüsünde bulunma ihtimaline karşı önlemler alabilir, gözaltına alınan şüphelilerin ikinci grupla birleşmelerini önlemek için yüksek güvenlikli “tek bir merkezde” toplayabilirdi. Darbeye teşebbüs suçunun “tek suç” olduğu dikkate alındığında, soruşturma makamlarının (savcıların),ikinci bir kalkışmayı (darbeyi) önlemek amacıyla, şüphelileri tek merkezde toplaması, adil yargılanma hakkının ihlali olarak görülmezdi. 15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmalarında, bütün bu risklere rağmen, yetkili makamlar, (CMK) “yetki kurallarına” titizlikle riayet etmiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne iştirak iddiasıyla gözaltına alınan şüpheliler, Guantanamo benzeri mekânlara götürülmemiş suç öncesi kanunla kurulan yasal mahkemelerin huzuruna götürülmüştür. 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturmalar, görevli ve AİHS’de belirtilen kanunla kurulmuş (yetkili), tarafsız ve bağımsız mahkemeler tarafından yürütülmüştür.

Soruşturmanın ve yargılamanın, (suç işlenmezden önce) yasayla kurulmuş, yetkili bir mahkeme tarafından yapılması, yargılamanın tarafsız ve bağımsız olduğunu göstermez. Yargılamayı yapan makamın (mahkemenin) da, tarafsız ve bağımsız olması gerekir. Türkiye’deki anayasal sisteme bakıldığında, yargının, tarafsızlık ve bağımsızlık kriterlerine sahip olduğu görülmektedir. AİHM’nin, (15 Temmuz davalarıyla ilgili olarak) adil yargılama hakkının ihlaline yönelik on binlerce başvuruyu reddetmesi, bu davalarda adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğini göstermektedir.

Ceza yargılama sisteminde, soruşturma Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülmekte olup, soruşturmanın nasıl yürütüleceği, CMK da belirlenmiştir. Savcıların nasıl hareket etmesi gerektiği, 31 Mayıs 2005 tarihinde, Budapeşte’de Avrupa Savcılar Konferansında kabul edilen, Budapeşte İlkeleri’dir. “Savcılar için etik ve davranış biçimlerine ilişkin Avrupa Esasları”’nda, savcılar için de ilkeler belirlenmiştir. 15 Temmuz soruşturmalarında, şüphelilerin savcılara yönelik bir şikâyetinin olmaması, savcıların görevlerinin gereklerine riayet ettiğini göstermektedir. AİHM, mahkemenin tarafsız olmasının yanında tarafsız bir görüntü vermesi gerektiğini de belirtmektedir.  Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili önemli belgelerden biri, Birleşmiş Milletlerin, 2000 yılı Nisan ayında, Hindistan’ın Bangalore şehrinde gerçekleştirilen ve Bangalore Yargı Etiği İlkeleridir. BM İnsan Hakları Komisyonu, 23.04.2000 tarihli oturumda Bakanlar Komitesine tavsiye kararı vazetmek üzere önermiştir. 15 Temmuz davalarında mahkemeler, Bangalore Yargı Etiği İlkelerine riayet etmişlerdir.

2)- Makul Süre İçerisinde (Gereksiz Gecikme Olmaksızın) Yargılanma Hakkı, Makul süre içinde yargılanma:

Ceza yargılamasında, soruşturma ve kovuşturma sürecinin makul bir süre içinde tamamlanması gerekir. Bu ilke aynı zamanda adin yargılanma ilkelerindendir. 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilgili soruşturma ve kovuşturma süreçleri makul süre içinde mi yapılmıştır? Darbe teşebbüsü davalarının içeriğine bakıldığında, soruşturma süreçlerinin, oldukça kısa bir süre içinde tamamlandığı, savcıların iddianameleri hazırladığı, mahkemeye sunduğu görülmektedir.  Soruşturmaları yürüten savcılar, iddianamelerin hazırlanmasında, olağanüstü bir özveride bulunmuşlardır. İddianamelerde, çok sayıda tanığı dinledikleri, binlerce delili topladıkları, elde edilen delilleri bireyselleştirmişler, (hangi sanığın ne ile suçlandığının) açık açık göstermişlerdir. Ağır Ceza Mahkemeleri, kendilerine tevdi edilen iddianameleri incelemişler, iddianamenin kabulü kararıyla kovuşturma süreci başlamıştır. Mahkeme, duruşma günü tayin ederek, sanıklara, müdafilerine ve davanın diğer taraflarına bildirmiştir. AİHS’nde, yargılama süresi için belli bir süre öngörmemiştir. AİHM içtihatlarında da yargılama süresi, somut olayın özelliklerini dikkate almıştır. 15 Temmuz davalarında, soruşturma ve yargılama süresiyle ilgili değerlendirmede, şüpheli ve sanık sayısını dikkate almak gerekmektedir. On binlerce şüpheli ve sanıkla ilgili işlemler, oldukça kısa bir süre içinde tamamlanmıştır.

3)- Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı

Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı içerisinde, a. Masumiyet karinesi, b. Avukat tayini, c. Kötü muamele yasağı, d. Susma ve kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkı, e. Duruşmada hazır bulunma hakkı, f. Silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama ilkesi, g. Delil kuralları, h. Gerekçeli karar hakkı, ı. İtiraz hakkı, gibi unsurlara yer verilir.

(a)-Masumiyet karinesi:

Yukarıda AİHS’de de görüleceği üzere, ceza soruşturmalarının en önemli unsurlarından biri, masumiyet karinesidir. Yine yukarıda açıklandığı üzere, bir kişinin ceza soruşturmasının süjesi olabilmesi için, aleyhinde yeteri kadar delil elde edilmiş olması gerekir. Soruşturmanın ve kamu davasının temeli, şüpheli ve sanıktır. Şüpheli(suçun faili) doğru olarak tayin ve tespit edilemediği takdirde, bundan sonra yapılacak işlemlerin hiç birinin önemi yoktur. Yeni CMK için, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, önemli bir test işlevi görmüştür. Bu yasayı uygulayanlar “darbecilerle mücadele etmenin” engin hoşgörüsüne sığınarak, şüpheliden delile ulaşma yöntemine dönebilirdi. Darbe teşebbüsünden beş gün sonra ilan edilen OHAL ortamında, cebir ve şiddet (işkence) yöntemine başvurabilirdi. Binlerce darbe soruşturması dosya içeriği, soruşturma görevlilerinin böyle bir yola başvurmadığını, şüpheliden delile ulaşma yöntemini uygulamadığını göstermektedir.

15 Temmuz akşamı, darbe teşebbüsü olduğunu anlayan halk, şüphelilerin görevlendirildikleri merkezlere (Atatürk havalimanı, Sabiha gökçen havalimanı, Boğaziçi-Şehitler köprüsü, Fatih Sultan Mehmet köprüsü, Ak Parti il merkezi, İstanbul valiliği, TRT Radyo-Harbiye, Taksim, CNN) toplanmaya başlamıştır. Şüpheliler halk tarafından kuşatıldığından, halkı etkisiz hale getirmeye çalıştıklarından, büyük çoğunluğu olay yerinde kalmıştır. Emniyet görevlileri ve halk tarafından görevli oldukları yerde “suçüstü” yakalanmıştır. Olay yerinde yakalananlar, darbeye iştirak karinesi kapsamındadır. O akşam, darbenin başarılı olamayacağını anlayan bazı askerler, görevlendirildikleri yerden kaçmışlardır. Bu şüpheliler, olay mahallinde yakalanan şüphelilerin beyanlarıyla ve görev listeleriyle tespit edilmiştir. 15 Temmuz iddianamelerinde, belli noktaları kontrol amacıyla gönderilen askerlerin isimlerinin liste halinde belirlendiği görülmektedir. Hedef noktaya, kimin komutasında gidileceği, kimlerin görevli olduğu tek tek belirtilmiştir. Şüphelilerin üzerinde çıkan bu listelerde, hedef noktalarda kimlerin görevli olduğunu eksiksiz olarak ortaya çıkarmıştır. Bu soruşturmalarda askeri disiplinin, askerlerin her hareketi kayıt altına alması, önemli bir katkı sağlamıştır. Ele geçirilmesi planlanan hedeflerde görevli asker listelerinin soruşturma ve yargılama aşamasında tartışma konusu olmaması, suçun failleriyle ilgili olarak doğru kişilerin tespit edildiğini, soruşturmaya dahil edildiğini göstermektedir. 

15 Temmuz darbe teşebbüsü soruşturmalarında, şüphelilerin beyanlarıyla yetinilmemiş, beyanları, çaprazlama olarak doğrulanmaya çalışılmıştır. 15 Temmuz gecesi, darbenin başarılı olamayacağını anlayan bazı subaylar, (astlarına) ellerini plastik kelepçeyle kelepçelettirerek kendilerini odaya kapattırmıştır. Soruşturma yürüten emniyet görevlilerine de, “darbe yapanların bileğini kelepçeleyerek bu odaya kapattığını” söylemiştir. Bu kişinin HTS kayıtları üzerinde yapılan incelemede, cep telefonun (hapsedildiğini söylediği saatlerde) uzak noktalardaki baz istasyonlarından sinyal aldığı, hapis altında olmadığı, buna ilaveten, darbe teşebbüsüne iştirak eden sanıklarla yoğun bir görüşme trafiği olduğu ortaya çıkmıştır. Hedef noktalara götürülen erler de, komuta kademesinde bulunan üstlerinin isimlerini tek tek açıklamak suretiyle, gerçeğin ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır. Soruşturma makamlarını aldatmaya çalışan kişiler soruşturmaya dahil edilmiştir.

Sonuç olarak, 15 Temmuz soruşturmalarında, adli merciler, basit bir zan ile hareket etmemiş, o akşam görevlendirilenleri soruşturmaya dahil etmiştir. Yani şüpheliden delile değil, şüpheliden delile yöntemini uygulamıştır. 15 Temmuz akşamı her askeri birlik, kendilerine görev verilen yeri ele geçirmek için görevlendirilmiştir. Bu görevi yerine getirmek için harekete geçen askerlerin (subayların, astsubayların, erlerin, askeri öğrencilerin) bu eyleminin, darbeye teşebbüs suçuna iştirak kapsamında değerlendirilmesi, masumiyet karinesinin ihlali dolarak görülemez. Masumiyet karinesi, sadece soruşturma aşaması için değil, kovuşturma aşaması için de geçerlidir. Sanıklar, soruşturma aşamasındaki delilleri çürütmeye çalışmış, sanıkların bir kısmı başarılı da olmuştur. Bu davalarda verilen kararlar, mahkemelerin dayandıkları deliller, mahkemelerin önyargı ile hareket etmediğini göstermektedir. Dolayısıyla, 15 Temmuz soruşturmalarında ve davalarında, masumiyet karinesi ihlal edilmemiştir.

(b)-Avukat yardımı:

AİHS’nin 6.maddesinin (c) fıkrasında, sanığın; “Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. “Şüpheli veya sanıkların haklarını düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu m.147/1-c’de; şüpheli veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde müdafi seçme hakkının bulunduğu ve avukatın hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorguda hazır bulunabileceği hususlarının şüpheli veya sanığa bildirileceği, şüpheli veya sanığın müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediğinde baro tarafından şüpheli veya sanığa müdafi tayin edileceği öngörülmüştür.” 5271 sayılı CMK’nın 150/3.Maddesinde, “alt sınırı 5 yıl hapis cezasını gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması” öngörülmüştür. Ceza Muhakemesi kanununun bu hükümleri, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından resen uygulanmak zorundadır. 15 Temmuz dava dosyaları incelendiğinde, soruşturmanın başından yargılama sonuçlanıncaya kadar, sanıklara bu haklarının hatırlatıldığı, sanıkların da müdafi tayin etmiş, (müdafi tayin edecek maddi imkana sahip olamayanlar) müdafi talep etmiştir. Emniyet, savcılık ve sulh ceza hakimi huzurundaki ifade tutanaklarında, müdafilerin de imzaları bulunmaktadır. Bu tutanaklar, hukuki yardım talebinde bulunan sanıkların bu haktan yararlandıklarını göstermektedir. Özetle, 15 Temmuz davalarında, hukuki yardım talep eden her sanık, bu haktan yararlanmıştır. Ödeme imkanı olmadığını bildiren sanıklara ücretsiz müdafi tayin edilmiştir. Sanıkların, (ücretsiz) avukat talep ettiği halde kendisine avukat tayin edilmediğine yönelik bir şikayeti söz konusu olmaması, bu kapsamda bir ihlalin olmadığını göstermektedir.

(c)-Kötü Muamele(işkence):

AİHS’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.maddesinde sayılmamakla birlikte, sözleşmenin maddesinde düzenlenen, onur kırıcı muamele, kötü muameleyi (işkenceyi), adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmek gerekir. AİHS, Madde 3: İşkence Yasağı: Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı cezâ veyâ işlemlere tâbi tutulamaz.” 15 Temmuz davalarında, sanıklar, mahkeme huzurunda yapmış oldukları savunmalarında, sadece safahattaki (kolluk, savcı ve hakim huzurundaki) ifadelerini inkar etmekle yetinmemişler, işkenceye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir. Sanıkların bu iddiaları titizlikle incelenmelidir. Eğer ifade tutanakları sanıklara zor altında (işkence ile) imzalatılmış ise, bu ifade tutanakları geçersiz olacaktır.

Gözaltına alındığı andan, kamu davası açılıncaya ve hatta duruşma gününe kadar, işkence iddiasında bulunmayan sanıkların, (aylarca suskun kaldıktan sonra) duruşma sırasında böyle bir iddiada bulunmuş olması ilginç bir durumdur. 15 Temmuz darbe davalarının duruşmaları başlamadan önce, FETÖ terör örgütü lideri, sanıklara “suçlamaları inkar edin” talimatı göndermiştir. Bu talimat, sanıkların savunmalarının belli bir merkez tarafından hazırlandığını göstermektedir. Beş bine yakın kıdemli hakim ve savcının, örgüt mensubu olduğunu, birçoğu firari olan bu kişilerin, tutuklu olan örgüt mensuplarına hukuki destek verdiğini unutmamak gerekir. Sanıklara, “işkenceye maruz kaldıkları yönünde savunma yapmaları” için talimat verildiğini varsayalım. Niçin böyle bir tavsiyede bulunmuş olabilirler?  İşkenceye maruz kaldığını gösteren adli tabip raporu olmayan, Kolluk, savcı ve hakim önünde, ve müdafi eşliğinde veren sanıklar, soyut inkarla, ifadelerinin geçersiz olmayacağını çok iyi bilmektedirler. Sanıkların işkence iddialarının, inkar ettikleri safahattaki ifadeleri geçersiz kılmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Somut hiçbir olgu ile desteklenmeyen, soyut işkence iddiaları, kolluk, savcılık ve hakim önündeki ifadelerini geçersiz hale getirmez. 15 Temmuz davalarında verilen mahkûmiyet kararları, sanıkların inkar ve işkence iddialarının mahkemelere inandırıcı gelmediğini göstermektedir.

Sanıkların, (safahattaki) kolluk, savcılık ve hakim huzurundaki ifadelerini inkar etmesi, bu ifadelerinin işkence altında alındığını iddia etmeleri, bu savunmaların, “Amerika patentli” olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere, ceza yargılamasında, Anglo-Sakson ve kara Avrupası olmak üzere iki sistem uygulanmaktadır.  Türkiye’nin de içinde bulunduğu kıta Avrupası sisteminde, hakimin geniş takdir yetkisi vardır. Hukuka aykırı olarak elde edilmemek kaydıyla, her türlü delili değerlendirebilir. Anglo-Sakson sisteminde ise, yargılamayı yapacak hakim, dava dosyasını inceleyemez. Hakikatin duruşma salonunda ortaya çıkması gerekir. Sanıkların savunmaları (inkar, işkence) kıta Avrupası sistemine mensup hukukçu veya hukukçular tarafından hazırlanmış olsa, soyut inkarın ve işkence iddiasının hiçbir geçerliliğinin olmayacağını bilirdi. Sanıkların böyle savunma yapmalarını istemezdi. Anglo-Sakson sisteminde, sanıklar önceki ifadelerini inkar edebileceğinden, işkence iddiaları, safahattaki ifadeleri geçersiz hale getirebilir. 15 Temmuz sanıklarının inkar ve işkence savunmalarının, Anglo-Sakson sistemine mensup olan hukukçular tarafından hazırlandığını göstermektedir. Sanıkların, sonuç alınması mümkün olmayan inkar ve işkence savunmaları, FETÖ’nün firari hukukçu kurmaylarının iki hukuk sistemi arasındaki farkı bilmediklerini veya darbe yargılamaları konusunda hiçbir etkilerinin olmadığını, sanıkların savunmalarının bile Amerika’da hazırlandığını göstermektedir.

Sanıkların işkence iddialarını, mevzuat ve dava dosyası kapsamında ele almak gerekir. Sanıklar “darbeye teşebbüs suçuna iştirak” ile suçlandığından, suçun niteliği gereği sanığa müdafi tayini zorunludur. Sorgulamanın her aşamasında müdafiin görev yapması, işkence ihtimalini en aza indirmektedir. Kolluk güçleri sanığa işkence yapmış olsa, sanık bunu müdafiine söyleyecek, bu da emniyet ifade tutanaklarına geçecekti. Sanığın, emniyet görevlilerinden korktuğunu ve kendisine yapılan işkenceyi söyleyemediğini varsayalım. Sanık, ifade verdikten sonra, (kendisine kötü muamele yapılıp yapılmadığının tayin ve tespiti için) adli tabibe götürülmektedir. Adli tabip, sanığı muayene etmekte, ayrıca, kötü muameleye (işkenceye) maruz kalıp kalmadığını sormaktadır. İşkence izi tespit edilemese bile, sanığın iddiası (beyanları) adli tabip raporuna yazılmaktadır. Adli tabip raporlarına bakıldığında, sanıklarının işkence iddiasının olmadığı görülmektedir. Muayene edilen sanıklar, savcının huzuruna çıkarılmaktadır. Emniyette korkan sanık, savcıya işkenceye maruz kaldığını söyleyebilir. Sanıkların savcılık ifadelerinde de, işkence iddiasında bulunmadıkları görülmektedir. Sanıklar, savcıdan sonra hakim (sulh ceza hakimi) huzuruna çıkarılmakta, kendisine yöneltilen suçlamalar açıklanmakta, bu suçlamalara karşı diyecekleri sorulmaktadır. İşkenceye maruz kalan bir sanık, bu iddiasını hakim huzurunda açıklayabilir. Sanıkların hakim önündeki ifade tutanaklarına bakıldığında, hiçbir işkence iddiasında bulunmadıkları görülmektedir. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne iştirak ettiği konusunda kuvvetli şüphe bulunan sanıklar, Sulh Ceza Hakimi tarafından tutuklanmıştır. Maruz kaldığı işkenceyi, kollukta, savcılıkta ve hakim huzurunda dile getiremeyen sanık için, başka fırsatlar da vardır. Tutuklu sanığın avukatıyla görüşme hakkı olduğundan, bu iddialarını avukatına bildirip, kendisine işkence yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunmasını isteyebilir. İşkence iddiasını sadece avukatına değil, kendisini ziyarete gelen aile efradına da söyleyebilir.

15 Temmuz dava dosyaları incelendiğinde, sanıklar, tutuklandıktan sonra da, ne kendileri, ne avukatları ve ne de aile fertleri böyle bir iddiada bulunmamıştır. Dava dosyalarında, sanıkların işkence iddialarını destekleyecek tek bir kanıt olmadığı gibi, sanıkların ifadeleri müdafi eşliğinde alındığından sanıklara işkence imkanı da bulunmamaktadır. Sanıkların işkence iddiaları, örgüt liderinin “suçlamaları inkar edin” talimatıyla birlikte değerlendirildiğinde, bu tavır, sanıkların, (kovuşturma aşamasında da) örgüt liderinin emir ve talimatlarıyla hareket ettiğinin kanıtı olabilir. İşkence iddiasının somut olgularla desteklenmesi gerekir. Sanıklar, bu iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt sunamamıştır. Esasen sunabilmesi de mümkün değildir. AİHM de, soyut işkence iddialarına itibar etmemektedir. 15 Temmuz dava dosyalarının içeriğine bakıldığında, sanıklara onur kırıcı, kötü muamele yapılmadığı görülmektedir.

(d)-Duruşmada hazır bulunma hakkı:

Sanığın duruşmada hazır bulunması, adil yargılanma hakkı kapsamındadır. Ceza Muhakemesi Kanununun, “sanığın yokluğunda yargılama yapılamayacağı” hükmü, sanığın duruşmada hazır bulunmasını gerektirmektedir. 15 Temmuz davalarında, sanıklar, duruşmaya katılma konusunda oldukça istekli olduklarından, (hastalık gibi mazeretleri hariç) duruşmaya katıldıklarından, bu hakkın ihlalinden söz etmek mümkün değildir.

(e)-Susma ve kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkı:

Adil yargılanma ilkelerinden biri susma hakkı ve kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkıdır. Sanık savunma yapabileceği gibi, susma hakkını da kullanabilir. Sanık susma hakkını kullanmak istediğini beyan ettiğinde, sanık konuşmaya zorlanamaz. 15 Temmuz davalarında, sanıkların çok azı susma hakkını kullanmıştır. Büyük çoğunluğu, o gece yaşananları ayrıntılı olarak anlatmıştır. Susma hakkını kullanan sanıkların mevcudiyeti, susma hakkını kullanmayıp savunma yapan (suçlamalara cevap veren) sanıklardan birinin bile savunma yapmayacağını söylediği halde zorla ifadesinin alındığına ilişkin tek bir iddianın olmaması, sanıkların susma hakkı önünde bir engel olmadığını göstermektedir. Sanıklar susma hakkını sadece soruşturma aşamasında değil, kovuşturma aşamasında da kullanabilir. Sanıkların susma hakkı, suçlamaların tümünü inkar anlamına gelmektedir. Sanıkların suçlamaları inkar etmesi, ispat yükünün mahkemeye ait olduğu anlamına gelmektedir. Esasen, sanık suçunu inkar etmese bile ispat yükü iddia makamına (savcıya) aittir. Ceza yargılamasında, sanığın ikrarı dahi, tek başına yeterli kabul edilemez. Somut olguların bu ikrarı teyit etmesi (doğrulaması) gerekir.

Sanığın duruşmalarda kendini savunmaktan vazgeçmesi (susma hakkını kullanması), adil yargılanma ilkelerinden biri olduğundan, bu hususun açılığa kavuşturulması, çok açık bir şekilde tutanağa geçirilmesi gerekir. Zira, savunma olgusunun adil yargılama ilkesi içerisinde önemi dikkate alındığında, vazgeçme tereddüde mahal bırakmayacak açıklıkta kayda geçmelidir. (Colozza/İtalya, T/İtalya) Bununla birlikte sanık kendisini bir avukatın veya ulusal mevzuatı elveriyorsa bir savunmacının yardımını alabilmektedir. Bir hükümlünün avukat ile görüştürülmemesi dava hakkını kullanamaması sonucunu doğuracak düzeyde hak ihlali olmaktadır. Sanık avukatını serbestçe belirleyebileceği gibi Mahkemece re’sen de avukat görevlendirilebilecektir. (Lala/Hollanda, John Murray/İngiltere)[1]15 Temmuz darbe teşebbüsü davalarında, mahkemeler, sanıklara, savunmaya başlamadan önce, susma hakkını hatırlatmış, sanıklar savunma yapacağını söylemiştir. Dolayısıyla bu davalarda, susma hakkıyla bir ihlalden söz etmek mümkün değildir.

15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, bu darbeyi kimlerin organize ettiği tartışılmaya başlamıştır. Hemen her platformda, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün Amerika tarafından planlandığı, FETÖ’nün taşeron olarak kullandığı dile getirilmiştir. Türkiye’de gerçekleştirilen bütün darbelerin arkasında Amerika’nın olması, FETÖ liderini ve darbeye iştirak eden üst düzey yöneticileri Amerika’nın himaye etmesi, bu iddiaları güçlendirmektedir. Amerika’nın Nikaragua hükümetini devirmeye çalıştığı, BM kararıyla, kayıtlara geçmiştir. Soruşturmanın, Amerika vatandaşları ve konsolosluk çalışanlarına uzanması, Amerika’yı önlem almaya itmiştir. FETÖ örgütü lideri Fethullah Gülen, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile Amerika arasındaki bağlantıyı koparabilmek amacıyla, darbe teşebbüsüyle yargılanan sanıklara, “suçlamaları inkar edin” talimatını vermiştir. (Örgüt liderinin bu talimatı, çok sayıda haber sitesinde yayınlanmıştır.) Örgüt liderinin bu talimatından sonra, duruşmalar başlamıştır. Sanıklar, (örgüt liderinin talimatına uygun olarak) soruşturmanın başında, kollukta, savcılıkta ve hakim önünde vermiş oldukları ifadelerini inkar etmeye başlamışlardır. Türkiye’nin farklı mahkemelerinde yargılanan sanıkların, (hep birlikte) soruşturma aşamasındaki ifadelerini inkar yoluna gitmesi, hayatın olağan akışına aykırıdır. Sanıkların kolluktaki, savcılıktaki ve hakimönündeki savunmalarını inkar etmesi, bu ifadeleri kendiliğinden geçersiz hale getirmez. Sanığın, kolluk, savcı ve hakim önündeki ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını kanıtlaması gerekir. Sanık bunu kanıtlayamadığı takdirde, mahkeme, sanığın, somut olgularla örtüşen kolluktaki, savcılıktaki ve hakim önündeki ifadelerini hükme esas alabilir. 15 Temmuz soruşturmalarında, özel müdafisi olmayan sanıklara, mahkeme tarafından müdafi tayin edilmiştir. Kollukta, savcılık ve mahkeme huzurunda müdafi eşliğinde ifade vermiştir.

(f)-Silahların eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesi:

Çelişmeli yargılama ilkesi (adversarialtrial), bir davada tarafların, mahkemenin kararını etkilemek amacıyla karşı tarafın sunduğu delil veya dosyada yer alan mütalaalar (observations) hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkanına sahip olması demektir. Bu ilke, yargılama faaliyetine katılan bütün süjelerin düşüncelerini karşılıklı olarak birbirilerine bildirmeleri, birbirlerinin fikirlerini öğrenmeleri amacını taşımakta ve çok defa sanıldığının aksine bir çekişme, bir mücadele, hele tenakuz anlamına çelişiklik değil, bir fikir alışverişi, bir kolokyum olarak ifade edilmektedir. Bir başka söyleyişle, karşılıklı görüşlerin iki veya daha fazla kişilerce ortaya konmasıdır. Bu nedenle, bazı yazarlar tarafından, çelişkili yargılama yerine çelişmeli yargılama ilkesi tercih edilir177. “Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke İHAM kararlarında, birbirini tamamlar nitelikte kullanılır. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi, savunma hakkı bakımından davanın tarafları arasındaki dengeyi bozabilir.”[2] 15 Temmuz darbe teşebbüsü davalarında sanıklar ve müdafileri, yargılama sırasında, mahkemeye deliller, belgeler, video görüntüleri vs. sunmuşlar, (mahkeme huzurunda dinlenen) sanıklara, tanıklara sorular sormuşlar, bazı delillerin celbini talep etmişlerdir. Mahkeme, davanın esasıyla ilgili taleplerinin kabulüne karar vermiş, davayı uzatmaya yönelik veya davaya katkısı olmayacak talepleri kabul etmemiştir. Sangın mahkemeye delil sunma hakkı, mahkemenin, sanığın her talebini yerine getireceği anlamına gelmez. Mahkemenin kararları itiraz ve temyize (denetime) tabi olup, kararın yanlış olduğunu düşünen sanık ve müdafileri, itiraz ve temyiz yoluna başvurabilir. Özetle, sanıkların bu temel hakkı kısıtlamaya maruz kalmamıştır.

(g)-Delil kuralları:

Sanıkların çoğu, kovuşturma evresinde (mahkeme huzurundaki) savunmalarında, soruşturma evresinde emniyette ve savcılıkta verdiği ifadeleri inkar ettiğinden, soruşturma evresindeki ifadelerinin geçerliliği konusu büyük önem taşımaktadır. “AİHM, Avusturya’ya karşı Asch kararında, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin hazırlık soruşturması sırasında verdiği ifadeye dayanarak verilen mahkumiyet kararının AİHS m. 6/3d’ye aykırı olmadığı soncuna ulaşmıştır. Başvurucu, birlikte yaşadığı kişinin jandarmada verdiği ifadeye dayanarak, söz konusu kişinin duruşmada tanıklıktan çekinmiş olmasına rağmen, müessir fiil suçundan mahkûm edilmiştir. AİHM’e göre başvurucu, duruşmada tanıklıktan çekinmiş olmasına rağmen, AİHS m. 6/3d anlamında tanık olarak ele alınmalıdır (tanık kavramı otonom olarak yorumlanmalıdır). Mahkemeye göre, bir delil aracının kabul edilebilirliği, ilk planda ulusal yasa koyucu tarafından düzenlenebilir ve normal olarak onun delil olarak değerlendirilmesi ulusal mahkemelere aittir. Hazırlık soruşturmasında elde edilen bir beyanın kullanılması, AİHS 6/1 madde ve 6/3-d ile bağdaşmaz değildir; yeter ki, savunmanın haklarına riayet edilmiş bulunsun. Kural olarak bu hak, sanığın tanığa soru sorma ve karşı koyma konusunda uygun ve yeterli olanaktan yararlanmasını gerekli kılar; bu olanağın ifadenin alındığı anda veya muhakemenin daha sonraki bir aşamasında tanınmış olması önem taşımaz.”[3] 15 Temmuz davalarında, sanıklar ve müdafileri mahkemeye delil sunmuşlar, muhtelif yerlerden delil toplanmasını talep etmişlerdir. Mahkemeler, sanıkların ve müdafilerinin (davaya katkı sağlayacak) taleplerini kabul etmiştir. Kabul edilmeyen talepleriyle ilgili üs mahkemeye başvurma hakları bulunmaktadır. Dava dosyalarında, sanıkların delil sunma hakkının ihlal edildiğine yönelik bir engel görülmemektedir.

(h)-Gerekçeli karar hakkı,

Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, anayasa hükmüdür. Anayasanın, “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı m.141/3’e göre “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 230.maddesi, gerekçenin kapsamını düzenlemektedir. Bütün kararların, kolay anlaşılır ve gerekçeli olması gerekir. 15 Temmuz davalarında, bu hakka riayet edildiği görülmektedir. Mahkûmiyet kararlarında, hangi sanığın ne ile suçlandığı, leh ve aleyhindeki deliller, beraat veya mahkûmiyet kararının dayanakları (gerekçe) tek tek gösterilmiştir. Mahkemelerin bu hakka özenle riayet ettiği görülmektedir.

(ı)-Kararlara itiraz hakkı:

Adil yargılanma ilkelerinden biri, şüphelilerin veya sanıkların, kendileri hakkında verilen kararlara itiraz etme hakkının olmasıdır. Bu hak, EK 7 numaralı protokol ile getirilmiştir. “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 7 Numaralı Protokol, Sözleşmenin 6’ncı maddesinde yer verilen Adil Yargılanma İlkesine ek olarak yeni ilkeler getirmiştir. Bunları şu şekilde belirtebiliriz. 6.1-EK 7 No’lu Protokol’ün 2.Maddesi – İki Dereceli Yargılama Protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılama hakkı” başlıklı 2. maddesinde; “1. Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkûm edilen her kişi, mahkûmiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle az önemli suçlar bakımından, ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatını müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” ilkeleri getirilmiştir. Yukarıdaki bölümlerde incelediğimiz gibi AİHS’nin 6. maddesi tek dereceli yargılama sistemine yoğunluk vermiş, iki dereceli yargılama zorunluluğu üzerinde durmamıştır. Ancak Ek 7’nolu Protokol ile ceza davalarında 2 dereceli yargılama sistemi zorunluluğu getirilmiştir. Bununla birlikte suçun hafif cinsten olması, sanığın ilk derece olarak yüksek yargı yerinde yargılanmış olması gibi durumlarda bu zorunluluk aranmayacaktır.”[4] 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile suçlanan şüpheliler açısından bakıldığında, gerek soruşturma aşamasında ve gerekse kovuşturma aşamasında, itiraz ve temyiz başvurusunda bulunma hakkına sahiptir.- 15 Temmuz sanıkları, bu haklarını etkili bir şekilde kullanmışlardır.

4)-Aleni Yargılanma Hakkı (Davaların Aleni Surette Görülmesi ve Kamuya Açık Yargılama):

Adil yargılanma ilkelerinden biri de, yargılamanın aleni (kamuya açık) olmasıdır. Bu ilkenin amacı, yargılamanın şeffaf olması, kapalı kapılar arkasında yargılama yapılmasının, hak ihlallerinin önüne geçmektir. Yargılamanın şeffaf olması, sanık yakınlarının da müşteki ve mağdur yakınlarının da yargılamayı izleyebilmesi,(yargılamanın halk tarafından denetlenmesi) anlamına gelmektedir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü davaları, suçun işlendiği yerleri esas alınarak, sanıklar küçük gruplara ayrılmış ise de, bu davalardaki sanık ve müşteki/mağdur sayısı yine de çok fazladır. Her birinin eşi, çocukları, akrabaları düşünüldüğünde, (adliyelerin) 15-20 kişilik duruşma salonlarının, alenilik ilkesinin yerine getirilmesinde yetersiz kalacağı açıktır. Sanık sayısı az olan darbe teşebbüsü davalarının yargılaması, adliye binasında yapılmış, sanık sayısı fazla olan davalar için, (yargılamanın yapıldığı ilin) “spor salonları” tahsis edilmiştir. 15 Temmuz davalarını, sanık yakınları da müşteki ve mağdur yakınları da duruşma salonuna girip duruşmaları takip etmiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü davalarının yargılamaları, yüzlerce sanık ve müşteki/mağdur yakınlarının gözleri önünde (aleni olarak) yapılmış, alenilik ilkesi yerine getirilmiştir.

SONUÇ:

15 Temmuz darbe teşebbüsü davalarının en önemli özelliği, bu davaların, Türkiye’de, “ilk” darbe yargılaması davası olmasıdır. Türkiye’de birçok darbe yapılmasına rağmen, bu darbelerin failleri yargılanmamış/yargılanamamıştır. Türkiye’de darbe yargılamaları için ilk adım 12 Eylül 2010 tarihli referandumda atılmıştır. Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasıyla 12 Eylül 1980 darbesiyle ilgili “soruşturma engeli” kaldırılmış, bu darbenin 5 kuvvet komutanından hayatta olan ikisi hakkında kamu davası açılmıştır. Temyiz aşamasında iken sanıkların vefat etmesi üzerine kamu davası düşürülmüştür. 1980 darbesiyle ilgili yargılama, (bu darbenin bileşenlerinden hiçbiri bu davaya dahil edilmediğinden) semboliktir.28 Şubat darbesiyle ilgili soruşturma, kamuoyunun yoğun talebi üzerine başlatılmış, bu dava da, 28 Şubat darbesinin komuta merkezi olan BÇG ile sınırlı tutulmuştur. Her iki dava, (yargılama süreçlerinden geçerek kesinleşmemiş olduğundan) (sembolik bir niteliğe sahip olduğundan) 15 Temmuz darbe teşebbüsü davaları için, emsal bir niteliği yoktur. Türkiye, darbe davaları tecrübesine sahip olmadığı (bu suçla ilgili emsal Yargıtay kararları olmadığı) için, yargı, Türkiye’deki, çok sanıklı dava tecrübelerinden yararlanarak bir rota belirlemiştir.

15 Temmuz 2016 tarihine kadar, halkın hiçbir darbeye direnişi söz konusu olmadığı halde, 15 Temmuz akşamı, darbe teşebbüsüne karşı, toplumun bütün kesimleri, geniş kapsamlı bir direniş başlatmıştır. Savcılar da bu suça karşı harekete geçmiş, şüphelilerin önemli bir kısmı olay yerinde (suçüstü hali), bir kısmı ise, “yakalama kararlarını” istinaden yakalanmıştır. Soruşturmanın başladığı andan kamu davası açılıncaya kadar, kamu davası açıldıktan hüküm verilinceye kadar, sanıkların, adil yargılanma hakkına titizlikle riayet edilmiştir. 15 Temmuz dava dosyaları, bu haklara riayet edildiğinin en somut kanıtıdır. 15 Temmuz darbe davaları sadece Türkiye’de değil, Dünyada da “en geniş kapsamlı darbe yargılaması örneği”’dir. Türkiye, sadece darbeyi püskürtmekle kalmamış, hukuk dünyasına, darbe yargılamasının nasıl yapılacağını da göstermiştir. 15 Temmuz darbe yargılamaları, hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak, dünyanın önde gelen hukuk fakültelerinde bilimsel araştırmalara konu olacaktır.


[1]http://www.danistay.gov.tr/upload/3_adilyargilamahakki.pdf

[2]http://i-rep.emu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11129/331/1/Sanivar.pdf

[3]http://www.hukukmedeniyeti.org/haber/9128/adil-yargilama-ilkesi-nedir/

[4]http://www.danistay.gov.tr/upload/3_adilyargilamahakki.pdf