Giriş
Modern dünyada iktidar değişimi çeşitli yöntemlerle gerçekleşmektedir. Demokratik yöntem olarak seçimler, askeri darbeler, toplumsal hareketler ve devrimler ilk akla gelenler. Demokratik seçimler Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında Batı dünyası ve etkisindeki ülkeler için makbul yöntem olarak benimsenmiş olsa da askeri darbeler dünyanın hemen her bölgesinde uygulanan bir yöntem olagelmiştir. Bir başka deyişle askeri darbeler demokratik olsun ya da olmasın, birçok ülkede iktidar mücadelesinde bir yöntem olarak kullanılmıştır. Dikkat çekici olan şey askeri darbelerin her tür rejim tipinin uygulandığı ülkelerde gerçekleşiyor olmasıdır. Otoriter rejimler söz konusu olduğunda sivil-asker ilişkileri daha da girift bir hal alır. Çünkü bu tarz rejimlerde yönetim çoğu zaman askeri darbe ile iktidara gelmiştir ve yönetim ile ordu arasında bir işbirliği olduğu varsayılır. Ancak otoriter rejimle yönetilen bir çok ülkede de askeri darbe gerçekleşmiştir ve bu durumun anlaşılması için aktörlerin rejim içinde sahip oldukları konumun yerli yerince anlaşılması gerekmektedir. Bu durum özellikle Ortadoğu bölgesi için geçerlidir.
1945-2002 yılları arasında, otoriter rejimlerde iktidar değişimlerini 316 örnek üzerinden inceleyen Milan Svolik bu tür rejimlerde ordu-siyaset ilişkisinin neden oldukça önemli olduğunu göstermektedir. Otoriter rejimlerde iktidarını kaybeden 303 liderin yalnızca 32’si barışçıl gösterilerle, bir kısmı demokratikleşme yolunu seçerek, 16’sı dış müdahaleler sonucunda, 20’den fazlası suikastle, 205 lider ise, hükümet içindeki bir grubun -çoğu da ordunun müdahalesi- yani bir darbe soncunda iktidarını kaybetti.[1] Görüldüğü üzere, anayasal olmayan yollarla yaşanan iktidar değişiminin büyük bir kısmı sosyal devrim ya da demokratikleşme sonucunda değil, başarılı askeri darbeler yoluyla gerçekleşmiştir.
Otoriter rejimler söz konusu olduğunda askeri darbeler siyasal lider açısından önemli bir paradoksa işaret etmektedir. Bir çok ülkede otoriter rejimin ana koruyucusu ordunun kendisidir. Ordu siyasal, ekonomik hatta yargısal alana nüfuz eder ve rejimin devamlılığını sağlar. Ancak öte yandan rejimin devamlılığı açısından siyasal elitin “ordunun koruyuculuğuna duyduğu ihtiyaç, ordudan korunmayı da beraberinde getirebilmektedir”.[2] Bu durum otoriter rejimlerde siyaset ile ordu arasında sağlıklı bir mekanizmanın işlemediğini ve siyasi iktidarda bulunan liderlerin orduya karşı güven taşımadığına işaret eder.
Askeri darbe girişiminde bulunan aktörlerin niyet ve hedefleri, başarıya ulaşma potansiyeli ve sonuç, darbenin gerçekleştiği uluslararası konjonktür, sahip olduğu uluslararası destek gibi unsurlar söz konusu ülkede yarattığı değişimin ölçüsünü de belirler. Bu anlamda bazı darbeler yalnızca basit bir iktidar değişimi ile sonuçlanırken bazı darbeler ise ülkenin iç ve dış politikasında uzun süreli ve stratejik düzeyde değişimleri beraberinde getirir. Ortadoğu’da her iki kapsamda askeri darbelerin yaşandığını ifade etmek mümkündür.
Tablo 1: Etkilerine Göre Darbe Tipolojileri
Arabulucular | Koruyucular | Hükümranlar | |
Güç Yayılımı | Veto yetkisi | Hükümet Kontrolü | Rejime nüfuz |
Siyasi/Ekonomik Unsurlar | Statükocu | Statükocu/Sapma varsa düzeltir | Siyasi/ekonomik değişimi kontrol eder |
Arabulucu müdahale, ordunun yönetime el koymadan siyasi iktidarın bazı uygulamaları kaldırması veya uygulamaya koyması noktasındaki müdahalesi anlamındadır. Koruyucu müdahale ise sivil hükümetin ordu tarafından yönetimden indirilmesi ve ordunun 2-4 yıllık bir zaman dilimi için iktidarı elde tutmasını ifade eder. “Hükümran” tipolojisindeki askeri müdahale ise hükümeti alaşağı etmekle kalmaz, rejimi domine eder ve siyasi, ekonomik ve sosyal alanları kontrol altında tutmak amacıyla mobilizasyon yapıları kurar.[3] Mevcut statükoyu tümüyle bozarak yerine bir başka statüko oluşturur. Bu yaklaşım darbelerin sınıflandırılması ve daha iyi anlaşılması açısından bir çerçeve sunsa da darbelerin sebepleri ve sonuçlarını açıklamak bakımından iki açıdan sınırlı olmuştur. Birincisi darbelerin yalnızca iç faktörler çerçevesinde anlaşılması ve dolayısıyla uluslararası aktörlerin etkisini gözden kaçırması, ikincisi de darbelerin dış politika ve ittifak tercihlerinde yarattığı değişimler ya da yeni şartlara adaptasyondur.
Ortadoğu’da gerçekleşen askeri darbeler kimi zaman açık bir şekilde kimi zaman ise daha örtük bir şekilde uluslararası aktörlerin desteği ile gerçekleşmiştir. Bu durum askeri darbelerin hemen sonrasında yapılan açıklamalara yansımakta ya da darbe sonrasında meydana gelen değişimler bu durumu net bir şekilde göstermektedir. Örneğin 1961’de gerçekleşen darbe sonrasında Mısır-Suriye konfederasyonunun dağılması, Mısır’daki 3 Temmuz askeri darbesine BAE, Suud, ABD’den gelen açıklamalar ve bu darbe sonrasında Mısır’ın iç ve dış politikasında meydana gelen değişimler açık birer örnektir. Türkiye’deki askeri darbelerden hemen sonra mevcut uluslararası ittifak ya da düzene, NATO ve diğer kuruluşlara olan bağlılığın vurgulanması, 1980 darbesinden hemen sonra Türkiye-ABD arasındaki anlaşmaların yeniden düzenlenmesi de açık birer örnektir.
Ortadoğu’da Ordu-Siyaset İlişkisi ve Askeri Darbeler
Ortadoğu’da modern döneme dair tartışmalarının en önemli konularından biri ordunun siyasetle olan ilişkisidir. Bu anlamda ordu-siyaset ilişkisini ve askeri darbelerin serencamını etkileyen bir çok faktörden söz etmek mümkündür: Bu ülkelerin otoriter rejimlerle yönetiliyor olması, modernleşme tecrübelerini ordu üzerinden yaşaması, petrol doğalgaz gibi yer altı kaynaklarından elde edilen gelirlerin önemli bir kısmının savunma harcamalarına ayrılması, siyasi yönetim mekanizmasının ordu üzerinden şekillenmesine rağmen tam anlamıyla askeri bir rejim kurulmaması, ordu-siyaset ilişkisinin demokratik ülkelerden daha farklı ve karmaşık bir formda gelişmesine zemin hazırlamıştır.
TABLO – 2: Ortadoğu’da Ülkelere ve Yıllara Göre Darbeler (1949-1978)[4]
Yıllar | Darbe Girişimi Sayısı | Ülke Sayısı | Başarılı Darbe Sayısı |
1949 – 1952 | 5 | 2 | 2 |
1953 – 1956 | 4 | 3 | 2 |
1957 – 1960 | 7 | 3 | 2 |
1961 – 1964 | 12 | 4 | 3 |
1965 – 1968 | 12 | 6 | 4 |
1969 – 1972 | 8 | 4 | 3 |
1973 – 1976 | 3 | 3 | 1 |
1977 – 1978 | 4 | 2 | 1 |
Tablodan anlaşılacağı üzere 1978’e kadar bölgede elli beş darbe girişimi yaşanmıştır. Ortadoğu’da yaşanan askeri darbeler güç kullanımı, etkileri, hükmetme tipolojisi açısından farklılaşmıştır. Sayısı ve kapsamı ne olursa olsun askeri darbeler, Ortadoğu’da iktidar değişiminin en önemli belirleyici unsuru olmuştur. Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlığını kazandıkları dönemden günümüze kadar sivil alanla askeri alan arasında çok yoğun geçişkenlik söz konusu olmuştur. Dolayısıyla belirli prensipler etrafında işleyen birbirine karşı özerk iki alandan bahsetmek zordur. Bu durumun temel sebebi ordunun bağımsızlık süreçlerinde oynadığı rol dolayısıyla oldukça popüler bir konuma gelen ve bağımsızlık sonrasında da bu popülaritenin siyaset sahnesine taşımış olmasıdır. Ordunun hem en organize güç olması ve iktidara yükselen aktörlerin ordu mensupları arasından gelmesi ordunun siyasetle yakın bir ilişki içinde olmasına zemin hazırlamıştır. Böylece hem ordu ülke içinde oldukça ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuş hem de iktidar elitleri iktidarlarını koruyabilmişlerdir. Bu açıdan on yıllar sonra bile devlet başkanlarının ordu kökenli olması şaşırtıcı değildir. Bu durum, orduların siyaset üzerinde yapısal bir etkisi olmasına ve doğrudan olmasa da siyasal alanı tanzim etmesine yol açmıştır. Siyasi ve sosyal alanlardaki dönüşüm ve taleplere rağmen bu yapısal etki farklı mekanizmalarla devam etmiştir. Ortadoğu’da özellikle otoriter Arap rejimlerinin askeri müdahaleler üzerine kurulmuş olması ülke ordusunu müesses nizamının en önemli aktörlerden biri haline getirmiştir. Ortadoğu’da askeri darbelerin seyri, kapsamı ve etkisi anlamında ordu-siyaset ilişkisi farklı ülkelerde farklı bir seyir izlemiştir.
Bu açıdan farklı tipolojilerden söz etmek mümkündür. Bazı ülkelerde çok sık aralıklarla darbe girişimi yaşanırken bazı ülkelerde ise çok az darbe yaşanmıştır. Askeri darbelerin çok sık gerçekleştiği ve dolayısıyla siyasi istikrarsızlığın önüne geçilemediği ülkelere örnek Irak ve Suriye’dir. Ordunun siyaseti kontrol altına alarak istikrarı sağladığı en çarpıcı örnek ise Mısır olmuştur. Her iki örnekte de ortak nokta siyasetin ordu üzerinden şekillenmiş olmasıdır. Suriye’de siyasi iktidar mücadelesi ordu üzerinden yürütülürken, Mısır’da ordu siyaseti vesayet altına almış ve rejimin istikrarını sağlamıştır. Mısır’ın 1952’den 2013’e kadar askeri darbe yaşanmaması, yalnızca dört asker kökenli ve bir sivil Cumhurbaşkanı tarafından yönetilmiş olması, sivil Cumhurbaşkanı’nın yalnızca bir yıl iktidarda kaldıktan sonra askeri darbe ile devrilmesi Mısır’da ordunun etkinliğini göstermesi açısından çarpıcıdır.
Bu farklı tipolojilere rağmen bölgesel düzeyde bir değerlendirme yapıldığında ordu-siyaset ilişkisi tarihsel açıdan üç dönem içinde değerlendirilebilir: Birincisi 1950’lerden 1970’lerin ortasına kadar gelen yaklaşık elli yıllık dönemdir. Bu dönemde ordu bazı ülkelerde ordu kurucu bir rol üstlenmiş bazı ülkelerde ise siyasi iktidar mücadelesinin ordu üzerinden şekillenmiş olmasıdır. Bu dönemde darbe girişimleri bütün ülkelerde aynı aralıklarla yaşanmasa da bölgesel düzeyde çok sayıda darbe yaşanmıştır. İkinci dönem ise 1970’li yıllardan itibaren bölgesel düzeyde sağlanan istikrar dönemidir. Bu dönemde Cezayir, Türkiye gibi ülkelerde yaşanan askeri darbelere rağmen bir önceki dönem nazaran bölgesel düzeyde yaşanan darbe sayısında önemli bir düşüş gözlemlenmektedir. Üçüncü dönem ise 2010 2010 yılından itibaren başlayan halk ayaklanmaları sürecidir. Bu dönemin farklılaştığı temel nokta halk isyanlarının ordu-siyaset ilişkisinde yeni bir parametre olarak ortaya çıkışıdır. Siyasal değişim talepleri ile ortaya çıkan halk hareketleri karşısında ordunun takındığı tavır, yalnızca ilgili ülkedeki isyanların seyrini değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda ülke siyasetinin yeniden dizayn edilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Bir İktidar Mücadelesi Olarak Askeri Darbeler
Tablo-2’den anlaşılacağı üzere askeri darbe ya da darbe girişimlerinin önemli bir kısmı (yaklaşık 70 darbe girişimi) 1945-1980 yılları arasında yaşanmıştır. Bu girişimlerin bir kısmı başarılı olmuşken bir kısmı da başarısız olmuştur. Dolayısıyla bu dönemde üzerinde en çok yoğunlaştığı soru, askeri darbelerin neden gerçekleştiği sorusudur. Bu soruya cevap arayan çalışmalar genellikle tek bir faktöre yoğunlaşmıştır. Kimi araştırmacılar politik kültüre vurgu yaparken kimileri ise sınıfsal unsurları kullanmış kimileri de kurumsal yaklaşımı benimsemişlerdir.
Bağımsızlık mücadelesi ile başlayan süreç Arap dünyasında farklı kesimler arasındaki iktidar mücadelelerini de tetiklemiştir. Başka bir deyişle Osmanlı sonrası dönemde Avrupalı güçlerin etkisindeki Arap toplumları bir yandan bağımsızlık mücadelesi yürütürken öte yandan kendi aralarındaki rekabeti de sürdürmüşlerdir. Bağımsızlık sonrasında ise birçok ülkede kurumsallaşma süreçleri olgunlaşmadığından bu iktidar mücadelesi ordu üzerinden yürümüştür. Özellikle Irak ve Suriye gibi ülkelerde “orduyu kontrol eden siyasi iktidarı da ele geçirir” anlayışı hakim olmuş ve dolayısıyla askeri darbeler iktidarı ele geçirmenin başat yöntemi olarak benimsenmiştir. Ayrıca bağımsızlık mücadelesi yürüten isimlerin önce askeri karakteristiklerinin sonrasında ise siyasi taraflarını ön plana çıkarması bu iki alanın iç içe geçmesine neden olmuştur.
Siyasal arenada birbirleri ile mücadele etmesi beklenen siyasi partilerin –özellikle Baas Partisi’nin- ordu içinde de örgütlenmesi, siyasal mücadelenin ordu içinde de yoğunlaşmasına zemin hazırlamıştır. Baas’ın ‘Askeri Komitesi’ olarak bilinen kanadının fonksiyonu tam da Baas’ın iktidara gelmek için siyasi alanla sınırlı kalmadığını göstermekte ve orduyu siyasal hedefleri açısından araçsallaştırdığını göstermektedir. Böylece ordu, partiler dahil olmak üzere siyasi yapılanmaların örgütlendiği ve birbirleri ile iktidar için mücadele ettikleri bir alana dönüşmüştür.
Her bir askeri darbenin siyasi ve toplumsal bağlamı farklılaşsa da darbelerin ortak/benzeşen özelliklerinden bahsetmek mümkündür: Birincisi darbelerin genel olarak yabancı bir gücün ülkeden çekilmesi sonrasında gerçekleştiğini göz önüne alındığında zamanlaması açısından benzeşmektedir. Savaş hezimeti sonrasında gerçekleşmeleri ikinci ortak yönleridir. Üçüncüsü hükümetin geniş çaplı bir gösteriyi bastırmak için orduya ihtiyaç duyduğu dönemlerde gerçekleşmiş olmasıdır. Dördüncüsü, kitlesel gösterilerin barışçıl hükümet değişimini sağlamadığı ortamlarda ve beşincisi darbeyi gerçekleştirenlerin en kısa sürede sivil yönetime geçileceğine dair vaatleridir.[5] Bu unsurların tümünün her bir askeri darbede birebir gözlenmesini iddia etmek zor olsa da, darbelerin mantalitesini göstermeleri açısından önemlidir.
Ordu hangi sebeple darbe yaparsa yapsın, bir yandan iktidar konsolidasyonu sağlamaya çalışırken öte yandan kitleler nezdinde meşruiyet arayışına girmektedir. Ordu, darbeyi halkın çıkarı için yaptıklarına dair milliyetçi söylemler kullanır ve kendini iktidarın değil halkın hizmetçisi olarak sunar. Siyasal iktidarın çürümüşlüğü ve partilerin siyasi işlevlerini yerine getiremeyecek kadar bölünmüş olması, orduya bir haklılık zemini kazandırır. Bütün bu unsurlar ordunun ya darbe yapma biçiminde ya da başka yöntemlerle siyasete müdahil olma noktasında bir hissiyata neden olur. Sivil-asker ilişkilerinde yalnızca darbelere odaklanmak, -darbelerin sıklığına bakıldığında anlaşılır olmakla birlikte- ordunun rolünü sivil otoriteyi iktidardan indirmesine indirgemek problemli bir yaklaşımdır ve askerin siyaset mekanizması üzerindeki rolünün indirgemeci bir yaklaşımla ele alınmasına neden olur. Halbuki askerin etki alanının darbe dönemleri ve darbelerin etkisi ile sınırlandırılması mümkün değildir. 1970’li yıllardan itibaren Ortadoğu’da ordunun rolü tam da darbe yapmanın ötesine geçmiş ve siyasal rejimi dolayısıyla ülkenin iç ve dış siyaseti üzerinde vesayet sahibi olacak bir noktaya evrilmiştir.
Ordunun Vesayetinde İstikrar
1980 yılına kadar Ortadoğu’da yetmişten fazla darbe yaşanırken, 1980-2010 yılları arasında ise on sekiz askeri darbe yaşanmıştır. Darbe sayısındaki bu düşüş, ordunun siyasetle ilişkisinin normalleştiğine değil başka bir düzleme taşındığına işaret etmektedir. Bu dönemin temel karakteristiği ordunun siyasi iktidarla kurduğu fiili işbirliğinin sorunsuz devam etmiş olmasıdır. Bu yeni vesayet düzlemini Cook yönetmeden hükmetmek olarak tanımlarken, Quinlivan ise darbeyi engelleyici mekanizmalar (coup-proofing) üzerinden değerlendirmektedir.
Her iki açıklama biçimi de rejimin istikrarını baz almakta fakat uluslararası aktörlerin siyasal istikrarın oluşmasındaki etkisini göz ardı etmektedir. Rejimlerin istikrarı ile uluslararası aktörler arasındaki ilişki iki açıdan oldukça önemlidir. Birincisi 1970’lerden itibaren petrolün önemli bir enerji kaynağı olması; ikincisi ise Ortadoğu ülkelerinin önemli birer silah ithalatçısı konumuna gelmeleridir. Petrol gelirleri, Ortadoğu ülkelerinde iktidarı elinde tutan elitler için önemli bir mali kaynak ve 1973 krizinde olduğu gibi siyasal bir silah; Batılı ülkeler için ise enerji kaynağı olmuştur. Elde edilen petrol gelirleri ise Ortadoğu bölgesini Batılı ülkeler için bir silah pazarına dönüştürmüştür. Rejimlerin istikrara kavuşması ile başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin enerji ihtiyacını bölgeden karşılaması birbirini tamamlayan bir döngü oluşturmuştur. Gerek Soğuk Savaş Şartları gerek bölgesel düzeydeki kutuplaşmanın doğurduğu güvenlik riskleri hem insan kaynağı hem de bütçe açısından sürekli büyümesine neden olmuştur. Söz konusu büyüme ise, orduyu ülkelerin temel aktörlerinden biri haline gelmiştir. Başta siyaset ve güvenlik sektörleri olmak üzere, ekonomik ve sosyal alanlarda oldukça etkin konum kazanmıştır. Bu ilişki biçimi söz konusu ülkelerde ne tam anlamıyla bir askeri rejim kurulmasının ne de ordu-siyaset arasında özerk bir ilişkinin önünü açmıştır.
Yaklaşık kırk yıl boyunca devam eden bu yapıda ülkelerin mali açıdan bir sorun yaşamamaları ve ordu yönetiminin de bu ekonomik çarktan yararlanmaları, orduyu iktidarın bir ortağı ve koruyucusu durumuna getirmiştir. Bu dönemde gelişen toplumsal muhalefetin güç kullanılarak ya da yargısal yollarla bastırılmasında ordunun payı büyüktür. Suriye’de Hama, Irak’ta Halepçe örnekleri ise bu durumların en dramatik örneklerini oluşturmuştur. Mısır’da ise 1954’te Nasır’ın Müslüman Kardeşlere karşı uyguladığı şiddet ve 1977’de Ekmek isyanlarının bastırılmasında ordunun oynadığı rol akla gelen bazı örnekler. 1991’de Cezayir’de muhalefetin seçimler yoluyla iktidara gelmesi üzerine ordunun doğrudan müdahalesi kanlı bir iç çatışmanın fitilini ateşlemiştir. Benzer şekilde Mısır’da yalnızca İslamcı gruplara karşı değil bütün muhalefetin etkisizleştirilmesi orduya tanınan yargısal imtiyazlar büyük bir rol oynamıştır. Normal şartlarda ordu mensuplarının yargılanması işlevi üstlenmesi beklenen Askeri Mahkemelerin muhalifleri yargılaması ordunun şiddet araçları dışında üstlendiği rolü göstermektedir.
Neredeyse kırk yıl boyunca rejim değişimi bir yana iktidar elitlerinin dahi değişmemiş olmasında ordu ile siyasi iktidar arasında kurulan fiili işbirliğinin payı büyüktür. Her bir ülkenin kendine has şartları, ekonomik yapısı, dış politikası olmasına rağmen bu sonuç değişmemiştir. Suriye’de Hafız Esed, Irak’ta Saddam Hüseyin, Mısır’da Sedat’ın devamı olarak Mübarek, Tunus’ta Bin Ali, Libya’da Kaddafi, Yemen’de Salih yönetimleri hemen hemen yakın tarihlerde iktidara gelmiş ve yakın döneme kadar iktidarlarını korumuşlardır. Yine İran rejimi ile Körfez Monarşileri kendine has dinamikleri çerçevesinde farklılık göstermekte fakat iktidar değişimi konusunda diğer ülkelerle benzeşmektedirler. Her bir ülkede ordunun siyasi iktidarla ilişkisi farklılıklar mevcuttur. Kurumsallaşma düzeyi, ordu kademesinin devlet başkanı ile ilişkisi gibi farklılıkları sonuçları değiştirmemiştir. Örneğin Suriye’ye nazaran Mısır’da ordunun daha homojen, diğer ülkelere nazaran daha kurumsal bir yapıya sahip olması, Mübarek’le arasındaki ilişkisini farklılaştırmış fakat rejim değişimi veya muhalefet karşısındaki tutumunu değiştirmemiştir.
Arap İsyanları, ordu ve siyasal iktidar
Başarıya ulaşmış olsun ya da olmasın, bu gün hangi noktaya evrildiği de söz konusu edilmeksizin ifade etmek gerekir ki siyasal değişim talebini açıkça ortaya koyan gösteriler niceliği, niteliği (hedefleri, talepleri, yöntemleri, söylemleri) itibariyle bölgede daha önce benzerine rastlanmayan gösterilerdir. Dolayısıyla ülkenin siyasetini belirleyen en önemli unsurlardan biri olan sivil-asker ilişkileri açısından da bu gösteriler yeni bir değişken niteliğindedir.
2010 yılının sonundan siyasal değişim talebi ile itibaren başlayan ve ülkeden ülkeye yayılan kitlesel gösteriler bir ordunun siyasetle ilişkisini ‘faş’ eden bir gelişme olmuştur. Arap isyanları sürecinde ülke ordularının yegane belirleyici olduğunu iddia etmek elbette mümkün değildir. Ancak kitlelerin sokağa çıktığı andan itibaren akla gelen ilk soru, orduların bu gelişmeye karşı nasıl bir tepki verebileceği sorusuydu. Çünkü kitlelerin siyasi değişim taleplerinde ısrarcı olmaları durumunda –ki öyle oldu- bu duruma müdahale edebilecek en önemli aktör ordu idi. Daha da önemlisi yukarda özetlendiği üzere ordu, ülke siyasetinin kurgulanmasında ve rejimlerin istikrarında on yıllarca rol oynamış ve statükodan beslenen en önemli kurumdu. Dolayısıyla ordunun bu kitlesel isyanlara karşı sessiz kalması beklenemezdi. Dolayısıyla ortaya çıkan soru ordunun tavrını belirleyecek olan temel motivasyon nedir sorusudur.
Bu anlamda ülke orduları on yıllar boyunca nasıl ki rejimin korunmasında ve ayakta kalmasında etkili bir oyuncu oldularsa, isyanlar sürecini de etkileyen bir aktör olduğu gerçeği göz ardı edilemez. 2010 yılının sonundan itibaren iktidar değişimini zorlayan ayaklanmalar karşısında, iktidarın koruyuculuğunu üstlenen orduların, kitlelere müdahale etmesi beklenmekteydi. Ordunun böylesi bir müdahale için kapasiteleri yeterliydi ancak bu noktada belirleyici olan şey bu kapasiteyi harekete geçirme istekleri olmuştur. Orduların, ayaklanmaları bastırmak için istekli olup olmamaları, değişim sürecinin farklı noktalara evrilmesine neden olan en önemli unsurlardan biri olmuştur.
Bütün ülkeleri tek tek ele almak bu çalışmanın kapsamını aşsa da ordunun ilk tepkisinin kitlesel isyanların evrimini etkilediğini bir çok ülke açısından değerlendirmek mümkün. Örneğin Tunus’ta ordu kendini siyasal iktidardan ayrıştırarak değişimin önünü açmıştır. Suriye’de ise isyanların başladığı andan itibaren yalnızca ordu değil bütün güvenlik birimleri kendi kaderlerini siyasi iktidarın kaderi ile ortak gördüğünden gösterileri bastırma noktasında tereddüt etmemişlerdir. Mısır’da ise bütünlüğünü koruyan ordu önce kendisini Mübarek iktidarından ayrıştırmış ve Mübarek’in düşüşünde önemli bir pay sahibi olmuştur. Ancak daha kapsamlı bir siyasal değişim riskini göze alamamış ve 3 Temmuz askeri darbesi ile iktidarını yeniden kurmuştur.
Bir Dönüm Noktası Olarak 3 Temmuz Darbesi
Hürriyet ve Adalet Partisi’nin 2012’deki parlamento seçimlerinden birinci parti olarak çıkması ve yine İhvan kökenli Muhammed Mursi’nin 2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması oldukça ilginç bir gelişmeydi. Wickham’ın deyişiyle varlığının önemli bir bölümünü devletin baskısına maruz kalarak ve yasal bir statü bile elde edemeyen bir örgüt (İhvan), mücadele ettiği düzenin kontrolünü seçimlerle ele aldı. Ne var ki Mursi ve hükümetin iktidarı yalnızca bir yıl sürdü. Uluslararası tepkiler çeşitlilik gösterse de Mısır’ın siyasal yapısına etki edebilecek ABD’nin tavrı 25 Ocak’tan 3 Temmuza uzanan süreçte statükonun devamı lehine işlemiş ve özellikle 3 Temmuz darbesinin meşrulaştırılması ve rejimin kendini tahkim etmesinde önemli bir role sahip olmuştur.
Darbenin Aşamaları
3 Temmuz askeri darbesini hazırlık, uygulama ve darbe sonrası sürecin yönetimi olarak üç aşamada analiz etmek mümkündür.
Hazırlık aşaması: Mısır ekonomisinin uzun yıllardır yapısal bir kriz içinde olduğu bilinmekteydi. Ancak bu krizler Mursi döneminin son aylarında benzinlerde oluşan kuyruklar elektirik kesintileri ve bütçe açığı şeklinde görünür olmaya başladı. Bunun yanında 3 Temmuz’dan birkaç ay öncesinden Mursi ve İhvan’a karşı başlayan sosyal mobilizasyon, darbe aktörlerinin meşruiyet dayanaklarından birisi olmuştur. 26 Nisan 2013’ten itibaren Mursi’nin istifa etmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yenilenmesi talebiyle Temerrüd hareketinin organize ettiği eylemler 27 Haziran’dan itibaren büyük kalabalıkların başta Tahrir olmak üzere meydanlara akmasına zemin hazırladı. 30 Haziran’da ise Mursi destekçileri Rabia meydanında toplandı. Mısır medyası bu görüntüyü bloklaşma ve iç savaş tehlikesi olarak işledi. 1 Temmuz’da Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin “halkın taleplerinin karşılanması durumunda kendi yöntemleriyle sorunu çözeceklerine” yönelik ifadeler içeren bildiri, askeri darbenin halkın talebi doğrultusunda gerçekleştiği söylemini beslemiş oldu.
Uygulama Aşaması: Bu zemin üzerinde başlayan darbenin, sözkonusu ilk bildirinin 1 Temmuz’da yayınlanması ile başladığı söylenebilir. 1-3 Temmuz arasında ordunun içinden darbeye karşı herhangi bir direncin gelmemesi yine hazırlık aşamasının iyi planlandığını göstermekte ve ordunun emir komuta zincirinde kontrol altında tutulduğunu göstermektedir. Yine bu iki günlük süre zarfında Cumhurbaşkanı Mursi’nin kamuoyunda görünmemesi, Cumhurbaşkanlığı sarayında alıkonulduğuna yönelik önemli bir işaret. 2 Temmuz’da Mursi’nin darbeye karşı direnmeye çağıran görüntüsü de bu durumu destekler nitelikte. Böylece sosyal ve siyasal alandan darbeye karşı başlayacak olan direnç lidersiz bırakılmış oldu. 3 Temmuz günü ise Silahlı Kuvvetler eş zamanlı olarak attığı adımlarla askeri darbeyi gerçekleştirdi. Tanklar Mursi taraftarlarının doldurduğu meydanları çevirirken, Cumhuriyet Muhafızları Komutanı, Cumhurbaşkanı Mursi’yi tutukladı. Sisi darbe bildirisini okurken yanında El-Ezher Baş İmamı Ahmed El-Tayyip, Kıpti Patriği II. Tavadros ve muhalefet lideri Muhammed El Baradey vardı. Bu isimlerin yanında Temmrrüd liderleri ve Selefi Nur Partisi sözcüsü de darbeye destek verirken Sisi’nin açıkladığı yol haritasına sadık kalacaklarını açıkladı. Bu tablo, hem darbenin meşrulaştırılması hem de İhvan’ın dini, sosyal ve siyasi alanlardan tasfiyesi için önemli bir destek sağlamış oldu.
Darbe Sonrası Sürecin Yönetimi: Darbe yönetiminin ne ordu içinden ne de diğer güvenlik güçlerinden bir dirençle karşılaşmaması rejim içi bir çatlağın önüne geçmişti. Dolayısıyla ordu yönetimini bekleyen en önemli meydan okuma bir yandan protesto gösterilerinin bastırılması öte yandan ilan edilen yol haritasının uygulanarak rejimin yeniden adaptasyonunu sağlamaktı. Güvenlik güçleri, uzun süre direnmeye kararlı olan protestoları ağır bir şekilde bastırdı. Farklı rakamlar telaffuz edilmekle birlikte bu süreçte hayatını kaybedenlerin 4-5 bin; tutuklananların ise 15-20 bin aralığında olduğu tahmin edilmektedir. Dahası askeri darbeye destek veren bir çok aktivist, gazeteci, STK yöneticisi ve siyasi parti mensuplarının da öldüğü ya da tutuklandığı bilinmektedir. Rejim bu süreçte medya kontrolünü de sağlayarak söylemsel üstünlüğünü korudu. Askeri darbe beklendiği üzere bütün siyasal alanın yeniden tanzimini beraberinde getirdi. Geçiş sürecinden sonra Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Sisi’yi Cumhurbaşkanlığına taşıyan seçimler, Ordunun kontrolünde yeni Anayasa ve parlamento seçimleri yapıldı.
3 Temmuz darbesi yalnızca Mısır için değil, ayaklanmaların görüldüğü bir çok ülke için bir dönüm noktası olmuştur. Bu anlamda Mısır darbesi ülke iktidarının değişimi gibi bir etki ile sınırlı kalmamış ve bölgesel ittifak denkleminin merkezine oturmuştur. 3 Temmuz Mısır darbesi bir çok açıdan önemli sonuçlar doğurdu. Bu sonuçları siyasal muhalefet, iktidar ve uluslararası siyaset açısından değerlendirdiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır.
25 Ocak’ta rejime karşı kenetlenen muhalif kesimler Mübarek’in devrilmesiyle yeni bir ivme kazanmıştı. Mübarek sonrası geçiş süreci ve özellikle Yeni Anayasa’nın oluşturulması etrafındaki ihtilaflara rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mursi’ye sağlanan destek müesses nizam karşısında güçlü bir koalisyonun oluştuğuna dair önemli bir işaretti. Askeri darbe ile muhalefet güvenlikleştirildi. İhvan ise terör örgütü ilan edilerek hareketi yok etmeye yönelik stratejiler uygulandı. Kısacası darbe muhalefet arasındaki güçlü koalisyonu dağıtmakla kalmadı, sosyal alanda on yıllardır biriken ve iktidarı zorlayacak potansiyel gücü işlevsiz kıldı. Bu tabloya bakıldığında kapsamlı bir kriz ya da uluslararası bir kırılma yaşanmadığı takdirde Mısır’da kısa ve orta vadede iktidarı zorlayacak bir muhalefetten söz etmek oldukça zor. Rejimin ise askeri darbe ile kendini yeniden tahkim ettiğini söylemek mümkün. Ekonomik elit-polis-ordu gibi rejim içi güç odakları arasındaki dengenin ordu lehine yeniden kurulduğunu darbe sonrasında ordunun bütün alanları domine etmesinden anlaşılıyor. Daası ordu yönetimi, Sisi’nin yaptığı yeni atamalarla birlikte yeni jenerasyonun yönetimine geçmiş ve dolayısıyla ordu içindeki kuşak çatışması da bertaraf edilmiş durumda. Yine ordunun kontrolünde oluşturulan yeni Anayasa ile yeni rejimin hukuki alt yapısı güncellenmiş oldu.
Darbeyi sorunsallaştırması beklenen ABD ve AB gibi uluslararası aktörler nezdinde kabul görmesi bölge kamuoyunun bu aktörlere bakışını değiştirdiğini söylemek mümkün. Özellikle darbe sürecinde aktif destek sağlayan Suudi Arabistan ve BAE’nin darbe sonrasında yaptığı finansal destek, yeni yönetimi oldukça rahatlattı. 1990’lı yıllardan itibaren demokratikleşme tazyiki yapan ABD’nin Dışişleri Bakanı Kerry ise darbeyi “demokrasinin restorasyonu” olarak tanımladı. Dahası darbeci rejimlere herhangi bir yardım sağlanmaması yönündeki yasanın etrafından dolanarak Mısır’a sağlanan yardımlara devam etti. AB Güvenlik ve Dış Politika temsilcisi Ashton’un darbe sonrası ziyareti ve Sisi yönetiminin ABD ve Avrupa ülkelerinden yaptığı silah alımları, bölge kamuoyunda bir hayal kırıklığı yarattı. Demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi söylemleri bir dış politika aracı olarak kullanan bu aktörlerden beklenen doğrudan askeri darbenin kendisini, aktörlerini ve yöntemlerini sorunsallaştırmasıydı. Ancak Mısır darbesinin Türkiye’deki siyasi iktidar dışında uluslararası aktörlerden önemli bir tepkiyle karşılaşmaması hem yeni iktidarın darbenin getirdiği zorluklarla baş etmesi hem de orta ve uzun vadede iktidarını tahkim etmesi açısından önemli bir avantaj sağlamıştır. Bu durum Ortadoğu ülkelerinin kamuoyuna rağmen Batılı aktörlerin otoriter yönetimlerle işbirliği halinde olmaya devam edeceklerini göstermiştir.
Bu durum bölgesel düzeyde bir değişim yaratması beklenen isyanların kaderini de etkilemiştir. Bir çok ülkede rejim taraftarlarının cesaret kazandığı, değişimden yana olan muhalif kesimlerin güç kaybetmeye başlaması tesadüf değildir. Bu darbenin ABD, AB ve statükodan yana olan bölgesel güçlerin desteğini kazanmış olması bir dönüm noktası oluşturmuştur.
Sonuç
Tarihsel açıdan bakıldığında Ortadoğu’da ülkelerin bağımsızlığını kazandığı dönemden itibaren ordu-siyaset ilişkisi kabaca, üç dönem içinde değerlendirilebilir: Birincisi iktidar mücadelesinin ordu üzerinden şekillendiği ya da ancak ordunun siyaseti domine ederek bir istikrar sağlandığı 1970’lere kadar gelen dönemdir. Bu dönemde darbe girişimleri bütün ülkelerde aynı aralıklarla yaşanmasa da bölgesel düzeyde çok sayıda darbe yaşanmıştır ve söz konusu ülkelerde ciddi bir siyasi istikrarsızlığa neden olmuştur.
1970’lerden itibaren bölgesel düzeyde bakıldığında askeri darbe sayısında çarpıcı düzeyde bir azalma söz konusudur. Bunun temel sebebi, askeri darbe ile iktidara gelen aktörlerin rejim güvenliğini sağlamada gösterdikleri performans ile küresel ekonomi politiğin istikrara duyduğu ihtiyaçtır. 1970 ve 80’li yıllarda iktidara gelen bir çok ismin (Bin Ali, Hafız Esed, Kaddafi, Saddam Hüseyin, Sedat/Mübarek, Ali Abdullah Salih v.s.) on yıllar boyunca iktidarda kalabilmesi bu durumla doğrudan ilgilidir.
Arap isyanları ile birlikte ordu-siyaset ilişkisine yeni bir bileşen katılmıştır: Kitlesel hareketler. Bu durum karşısında ülke orduları rejimle sahip oldukları ilişkiye göre pozisyon almışlardır. Fakat hangi tavrı benimsemiş olursa olsun, ordunun bu süreçte en önemli aktör haline geldiğini unutmamak gerekir. Ayrıca ordunun kendi pozisyonunda herhangi bir risk gördüğü durumda askeri darbe yapmaktan kaçınmamıştır. Mısır’daki 3 Temmuz darbesi de bunun çarpıcı bir örneğidir.
Bütün bu tarihsel süreç göz önüne alındığında Ortadoğu’da ordu-siyaset ilişkisinin bir parçası olarak askeri darbelerin, yalnızca ülkelerin iç siyasetini şekillendiren bir faktör değil, aynı zamanda bölgesel siyasetin ve küresel güçlerin bölge siyasetine etki etme yöntemleri olarak da ön plana çıktıkları görülmektedir. Bölgede gerçekleşen her bir askeri darbe ülkenin kim tarafından yönetileceğini belirlemekle kalmamış aynı zamanda ülkenin siyasi stratejisi ile dış politikasının belirlenmesinde önemli bir faktör olmuştur. Başka bir deyişle askeri darbeler gerek soğuk savaş döneminde gerek sonrasında yalnızca bir birleri ile mücadele eden iç aktörler için değil küresel aktörlerin de bölge üzerindeki mücadele yöntemlerinin bir parçası olagelmiştir. Bu durum ülke ordularının ülke içinde önemli bir siyasi aktör olmasının önünü açmıştır. Ordunun bu konumu bazı ülkelerde daha fazla görünür iken, bazı ülkelerde ise daha az fark edilmiştir.
[1] Milan Svolik, “Power Sharing and Leadership Dynamics in Authoritarian Regimes”, American Journal of Political Science, Vol.53, No.2, April 2009, 477 – 494.
[2] Peter D. Feaver, “The Civil-Military Problematique: Huntington, Janowitz and the Question of Civilian Control”, Armed Forces&Society, Vol.23, No.2, Winter 1996, s.151 ve 152.
[3] Eric Nordlinger, Soldiers in Politics: Military Coups and Governments, (Prentice-Hall, Englewood Cliffs, N.J.: 1977), s. 22-26.
[4] Eliezer Be’eri, “The Waning of the Military Coup in Arab Politics,” Middle Eastern Studies, Vol.
18, No. I, January 1982, p.71-72.
[5] Dankwart A. Rustow, “The Military in Middle Eastern Society and Politics”, Ed. Sydney Middleton Fisher, The Military in the Middle East, Colombus, Ohio University Press, 1963, s.9-13.