DARBE İLE MÜCADELEDE SİVİL TOPLUM KURULUŞU OLARAK İŞÇİ VE İŞVEREN ÖRGÜTLERİ- Av. Hüseyin Öz

0
76

ÖZET

Darbeler Türk siyasi hayatının gerçeklerinden biridir. Meclis, siyasi partiler, hukuk, si­vil toplum kuruluşları ve medya gibi varlığını demokrasiye borçlu olan ve demokratik hayatı korumakla görevli kurumlar, darbeler karşısında genellikle teslimiyetçi bir an­layışla hareket etmişlerdir. Bu bağlamda bir sivil toplum kuruluşu olarak işveren ve işçi örgütleri de bazı istisnalar hariç olumlu bir sınav verememişlerdir. Ancak 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi, sivil toplum örgütlerimiz açısından bir dönüm noktası olmuş ve darbelere karşı ciddi bir direnç ortaya çıkmıştır. Darbenin bastırılmasında milletin fe­raseti ve siyaset kurumunun dirayeti yanında sivil toplum örgütlerinin de yadsınamaz katkıları olmuştur. Tüm olumlu gelişmelere rağmen “artık Türkiye’de darbe olmaz” diyebilecek bir noktaya henüz ulaşabilmiş değiliz. Ülkemizin darbe tehdidinden ta­mamen kurtulabilmesi için demokratik gelişmenin devam ettirilmesi ve özellikle sivil toplumun güçlendirilmesi gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Darbe, 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz, Sivil Toplum, Si­yaset, Sendika, Hak-İş, Hizmet-İş, TBMM, Siyasi Partiler, Hukuk, TSK.

ABSTRACT

One of the realities that shaped Turkish political life is military coups. Institutions such as the parliament, political parties, judiciary, non-governmental organizations, and the media that owe their existence to democracy and are responsible for protec- ting democratic life generally assumed a submissive role in the face of coups. In this context, employers’ and workers’ organizations, as non-governmental organizations, could not pass the test, with some exceptions. However, the treacherous coup attempt of July 15 was a turning point for our non-governmental organizations in showing a serious resistance emerged against the coups. In addition to the foresight of the nation and the acumen of the political establishment, non-governmental organizations also made undeniable contributions to the suppression of the coup. Despite all the positi- ve developments, the point where it can be said that “there will be no more coups in Turkey” has not been reached yet. In order for our country to completely get rid of the coup threat, it is necessary to continue the democratic development and especially to strengthen civil society.

Keywords: Coup, 27 May, 12 September, 15 July, 28 February, Civil Society, Politics, Union, Hak-İş, Hizmet-İş, TBMM (TGNA), Political Parties, Judiciary, T.S.K (Turkish Armed Forces).

Giriş

Türkiye demokrasisi, serbest seçimlerle iktidarın el değiştirdiği 1950 yılından itiba­ren birçok askerî darbe ve müdahaleye maruz kalmıştır. Öyle ki hemen her on yılda bir darbe veya askerî müdahale Türkiye’de âdeta bir gelenek hâline gelmiştir. Çeşit­li nedenlerle başarıya ulaşmamış darbe teşebbüslerini ve vesayet sisteminin dolaylı müdahalelerini bir yana bırakırsak, 27 Mayıs 1960’la başlayan darbe süreci, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 ile devam etmiştir. Demokrasi­yi korumakla görevli kurumlar darbeler karşısında herhangi bir direniş göstermemiş, hatta çoğunlukla darbeyi destekler tutum takınmışlardır. Bu tutum ve darbecilerden hesap sorulmaması darbe heveslilerini cesaretlendirmiş ve darbeci zihniyetin varlığını sürdürmesine neden olmuştur. 15 Temmuz 2016’da ise milletin feraseti, siyaset kuru- munun dirayeti ve sivil toplum kuruluşlarının tepkisi sayesinde demokrasi tarihimiz­de ilk kez bir darbe teşebbüsü bastırılmış ve sorumluları hesap vermek üzere yargıya teslim edilmiştir. Tebliğimizde darbe ile mücadelede sivil toplum kuruluşları ve özelde sendikaların rolü ele alınacak, yaşanan darbe süreçlerinde nasıl bir tutum takındıkları üzerinde durularak bundan sonra demokrasinin daha da güçlendirilmesi için yapılması gerekenlere değinilecektir.

27 Mayıs Darbesi ve Sendikalar

Türkiye’nin yaşadığı ilk askerî darbe olan ve sonraki darbelere de ilham veren 27 Ma­yıs 1960 darbesinde TBMM, siyasi partiler, üniversiteler, basın, yargı ve sivil toplum kuruluşları çok kötü bir sınav vermiş ve millet iradesine karşı açıkça darbeyi destekle­mişlerdir.

Dönemin en büyük emek örgütü olan Türk-İş İdare Kurulu, darbeden birkaç gün sonra kamuoyuna açıkladığı kararlarla darbeyi desteklediğini belirtmiştir. Alınan kararlarla mevcut Türk-İş Genel Başkanı Nuri Başer başkanlıktan düşürülmüş ve devrik Başba­kan Menderes’e darbe öncesi bağlılık telgrafı çektiği gerekçesiyle Haysiyet Divanı’na sevk edilmiştir.

Yine, 27 Mayıs’ın ardından, İstanbul Tekstil Sendikası, Teksif Federasyonu, Oleyis Sen­dikası, Gıda Sanayii Sendikası, Şeker Sanayii Sendikası, Lastik-İş, Maden-İş, Su İşçileri, Tütün İşçileri ve Basın Teknisyenleri Sendikası başkanları İstanbul’da bir araya gelerek “Onlar Grubu”nu oluşturmuşlar, “Millî İnkılap Hareketini” tasvip ettiklerini, orduya bağlılık ve güvenlerini bildirmişlerdir1.

Söz konusu 10 sendikanın başkanının darbeyi “Millî İnkılap Hareketi” olarak değerlen­dirmesi ise ayrı bir garabettir.

1971 MUHTIRASINDA SENDİKALARIN ROLÜ

1971’e gelindiğinde DİSK’in muhtırayı tamamen desteklediğini görüyoruz. DİSK tara­fından yayımlanan bildiride ordunun davranışının “işçi kesiminin devrimci kesiminde büyük bir ferahlık yarattığı” belirtilmiş ve “DİSK, Atatürk devrimlerini ve Anayasa il­kelerinin korunmasında, uygulanmasında, geliştirilmesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyar”[1] [2] denilmiştir.

Muhtıradan iki gün sonra bir açıklama yapan Türk-İş Başkanlar Kurulu, “Memleketimi­zin geleceği bakımından bir dönüm noktası teşkil eden muhtıra ve bu muhtıranın siyasal sonuçları”nın benimsendiği yönünde görüş bildirmiştir.

Muhtıranın memleket çıkarlarının gereği olduğuna inanan Türk-İş, devrim kanunları­nın tam olarak uygulanmasını istemiştir. Türk-İş, muhtıra ile meclisin feshedilmesinin ardından başbakanlığa getirilen Nihat Erim Hükümetine de açık destek vermiştir. Türk- İş Genel Başkanı Seyfi Demirsoy, “12 Mart muhtırası ile demokrasiye geçiş yolunda yeşil ışık yanmıştır” açıklamasında bulunmuştur.

1960 ve 1971 müdahalelerinde muhatabın sağ hükûmetler olması, sol eğilimli örgütlerin müdahalelere desteğine yol açmıştır. 1960 darbesini yapanlar kendilerine sendikaları, bürokratları, basın ve üniversite mensuplarını ortak olarak almış, onlarla ittifak yap­mıştır. 12 Eylül darbesini yapanlar ise daha çok sermaye ile iş birliği yapmayı tercih et- mişlerdir.[3] Bu noktada özellikle TÜSİAD’ın tavrı uzun yıllar tartışma konusu olmuştur.

12 Eylül’de İşveren ve İşçi Örgütlerinin Rolü

TÜSİAD, 15 Mayıs 1979’da gazetelerde başlattığı ilan kampanyası sonucu, Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümetin düşmesinde büyük rol oynamıştı. Daha sonra TÜSİAD, yine gazetelere verdiği ilanlarla “güçlü hükûmet” vurgusu ve istikrar çağrıları yaparak, 12 Eylül darbesinin zeminini hazırlayan örgütlerden biri olmuştur. TÜSİAD’ın kurucula­rından Vehbi Koç, darbe sonrası Kenan Evren’e bir mektup yazarak teşekkür etmiştir.

Diğer işveren örgütü TİSK’in başkanı Halit Narin ise 12 Eylül darbesini, “Bugüne ka­dar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” sözleriyle karşılamıştır. TİSK daha sonra 1987’de yayımladığı raporda, darbeyi “milletin kahraman ordusunun tarihi bir görev üstlenerek gerçekleştirdiği harekât” olarak nitelemiştir.

Bir diğer işveren örgütü MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) de 12 Eylül’ü Türk milletinin kurtuluşu, Türk Silahlı Kuvvetlerini de kurtarıcı olarak tanımlamıştır.

Darbe karşısında işçi örgütleri de iyi bir sınav verememiştir. Türk-İş 12 Eylül’e tes­lim olmuştur. Genel Sekreteri Sadık Şide’nin darbe sonrası kurulan hükûmette Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olduğu Türk-İş, 13. Genel Kurulunda darbeyi desteklediğini açıkça ortaya koymuştur.

Aslında burada taraflar arasında bir “kazan kazan” durumu söz konusudur. Darbeden sonra Türk-İş ayrıcalıklı bir konum elde etmiştir. Türk-İş dışında diğer konfederas­yonlar ve üye sendikalarının faaliyetleri durdurulmuş, 12 Eylül yönetimine teslimiyet karşılığı faaliyetlerine izin verilen tek konfederasyon olmuştur.

Diğer darbe dönemlerinde olduğu gibi 12 Eylül’de de çalışanlar aleyhine birçok düzen­leme yapılmıştır. 1980-1983 yılları arasında toplu sözleşme görüşmeleri yapılmamış ve toplu sözleşmeler askıya alınmıştır. Çalışma hayatını alt üst eden 2821 sayılı Sendi­kalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, Türk-İş ile darbecilerin ortaklaşa çıkardığı kanunlar olmuştur.

Diğer emek konfederasyonlarının kapatılması ve peşpeşe çıkan kanunlarla bazı hak­ların geri alınması karşısında Türk-İş sessiz kalmış, herhangi bir itirazda bulunma­mıştır. Çünkü kendisi mevcut düzenden memnundu. Türk-İş aynı tavrını, onca refe­randum ve değişikliğe rağmen hâlâ kurtulamadığımız 1982 darbe anayasasının yapım aşamasında da sürdürmüştür. Türk-İş Başkanı sıfatıyla Şevket Yılmaz, “Anayasa’ya Evet” kampanyasına katılmaktan geri kalmamıştır.

HAK-İŞ’in Anayasa’nın hazırlandığı dönemde “Yeni Anayasa Çerçevesinde Çalışma Hayatı” konulu sempozyum çalışması, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından iptal edilmiştir. Buna karşın darbe anayasasında en çok TİSK ve Türk-İş’in görüşlerine yer verilmiştir.

28 Şubat’ta İşveren ve İşçi Örgütlerinin Rolü

27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerini açıkça destekleyen ve 12 Mart Muhtırasına onay veren Türk-İş, geleneksel darbe yanlısı tavrını koruyarak 28 Şubat’a da açık destek vermiş­tir[4]. Türk-İş Genel Sekreteri Şemsi Denizer’in sarf ettiği “Darbe gerekiyorsa destekle­riz” sözü, hafızalardan silinmiş değildir.

27 Mayıs ve 12 Eylül’de apoletli hükümet isteyen işçi ve işveren örgütleri, 28 Şubat’ta askerden bir adım öne çıkarak, bizzat kendileri “Sivil İhtilal Kuvvetleri”ne dönüştüler.

Beşli Çete diye şöhret bulan TİSK, TESK, TOBB, TÜRK-İŞ ve DİSK 28 Şubat’ın en güçlü “darbe zemincileri” oldular. Beşli Çete, Refah-Yol Hükûmetini devirmek için oluştur­dukları grubun adıydı. Yani 1980’de 5 kuvvet komutanının yaptığını, 28 Şubat’ta bu 5 örgüt yaptı.

TÜSİAD’ın şu iki önerisi hâlâ hafızalarımızdadır: Bunlardan biri, “Gerekirse Meclis kapatılmalı” tavsiyesi, diğeri ise; TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Feyyaz Berker’in “1979 yılında Ecevit’i düşürdüğümüz gibi gazetelere ilan verelim, Refah-Yol Hükümetini düşürelim” önerisidir.

Ancak öneri noktasında da durmamış, fiilen harekete geçmişlerdir. TÜSİAD üyesi pat­ronlar Refah-Yol hükûmetini devirmek için 11 Aralık 1996’da Atina ABD Büyükelçi­liğinde toplantı düzenlediler. Bu toplantıya Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral de katıldı. Türk-İŞ, DİSK ve TESK kendilerini darbe rüzgârına o kadar kaptırdılar ki, sivil toplum örgütünden çok askerî kuruluş görüntüsü verdiler[5].

İşçi konfederasyonları içinde MGK Kararlarına karşı çıkan ve bu konuda tavır sergi­leyen tek emek örgütü HAK-İŞ olmuştur. HAK-İŞ olarak, toplumsal barışa katkı sağ­lamak için söz konusu kuruluşlara “Demokrasi İzleme Komitesi” kurulmasını teklif ettik. Bu teklife yanaşmayan TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK, “MGK Kararlarını Uygulama İz­leme Komitesi” kurdular[6]. Tam da burada Türk-İş üyesi Sağlık-İş Sendikası Başkanı Mustafa Başoğlu’nu rahmetle anmak gerekir. Başoğlu demokratik tavrından taviz ver­medi, çözüm merkezi olarak hükümeti gösterdi. Buna karşın halkı hükümet düşünceye kadar mücadeleye davet eden Türk-İş’e bağlı Teksif Sendikası Başkanı Zeki Polat’ı da hatırlıyoruz.

Biz HAK-İŞ olarak MGK Kararlarını doğrudan eleştirdik. 100’den fazla sivil toplum örgütü ile birlikte inisiyatif alarak Sultanahmet Mitingini gerçekleştirdik. Orada, rant kavgası ile Türkiye’yi kalkınma yarışından ve demokrasiden uzaklaştırmaya kimsenin hakkı olmadığını haykırdık. Askeri de STK’ları da uyardık.

Darbeye çanak tutan, destek veren örgütlere sivil toplum örgütü olmanın sorumlu­luklarını hatırlattık ama dinlemediler. Refah-Yol hükûmetine karşı ‘sivil’ bir platform oluşturan TÜRK-İŞ, TİSK, TESK, TOBB, TÜRK-İŞ ve DİSK’in üyeleri, bugün farklı dü­şünüyor, pişmanlıklarını ifade ediyorlar.

15 Temmuz’da STK’ların ve Sendikaların Tavrı

Büyük STK’ların darbe yanlısı tavrına rağmen, ilk defa 28 Şubat’ta sivil toplum örgüt­leri içerisinde darbe karşıtı sesler de çıkmaya başlamıştı. Söz konusu seslerin daha gür çıkmaya başlaması ve tepkiye dönüşmesi ise 15 Temmuz’la birlikte gerçekleşti.

Bu noktada 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi, sivil toplum örgütlerimiz için bir kırıl­ma noktası olarak kabul edilebilir. 15 Temmuz’da STK’ların darbecilerden yana tavır alma eğilimlerinin değiştiğini ve yumuşadığını gözlemliyoruz. Bununla birlikte içle­rinde emek örgütlerinin de bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının bazıları “Darbeye de Erdoğan’a da karşıyız” söylemiyle tepkisiz kalmakta sakınca görmediler. Böyle bir durumda tarafsız ya da tepkisiz kalmak aslında darbeye dolaylı destek anlamına gel­mektedir.

HAK-İŞ ve HİZMET-İŞ darbe ve işgal girişimi esnasında daha ilk saatlerden itibaren meydanlardaydı. Genel Başkanımız Mahmut Arslan, 27 gün süren demokrasi nöbet­lerinde il il gezerek konuşmalar yaptı. Alanları diri tuttuk. Daha önceki darbelerde ta­rafını militarizmden yana seçmiş olan bir kısım sivil toplum örgütleri, alanlarda yer almadılar. HAK-İŞ Genel Başkanı dışında hiçbiri de meydanlara hitap etme gereği duy­madı. Darbeye karşı direnmediler, direnmek isteyenleri de engellemediler ya da öyle bir konjonktür oluşmadı.

Fakat ne olursa olsun, 15 Temmuz’un püskürtülmesinde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın cesaretli ve kararlı duruşu ile halkımızın demokrasiye sahip çıkışı yanında sivil toplum örgütlerimizin katkısını da yadsıyamayız.

Bu iradeli, kararlı duruşundan dolayı Cumhurbaşkanımıza, milletimize ve sivil toplum örgütlerimize minnettarız. Geçmişe bakınca bugün çok büyük mesafe aldığımızı be­lirtmek gerekmektedir.

Aslında darbeyi ayak seslerinden tanıyoruz. Ama bazen sol kulağımızı kapatıp tanıyo­ruz bazen de sağ kulağımızı kapatıp tanıyoruz.

Darbelerin bir soyut bir de somut gerekçeleri vardır: Darbeler, iç savaşa dönüşen terörü önlemek, anayasal rejimi korumak, irticayı önlemek, sağ-sol kavgasını önlemek, baskı rejimini ortadan kaldırmak, demokrasiyi hâkim kılmak vb. soyut gerekçelerle yapılır. Somut gerekçe ise iktidarı devralmaktır.

İşçi örgütleri darbe döneminde hukuk, adalet, insan hakları ve demokrasiyle ilgilen­mediler. İşveren örgütleri ise darbenin sadece ekonomik boyutuyla ilgilendiler.

Biz toplum olarak soyut olan üzerinden kavga ettik, somut olana başkaları ulaştı. 1960 yı­lından itibaren kalkınmakta olan ülkelerle örneğin Kore, Tayvan, Malezya vs. Türkiye’yi mukayese ettiğimizde, nerede olmamız gerekirken nerede olduğumuz ortadadır.

HAK-İŞ’in Darbeler ve Muhtıralara Karşı Tavrı

HAK-İŞ Konfederasyonu olarak, emekçi kardeşlerimizin hakkını, hukukunu gözetme­ye ve genişletmeye çalışırken, ülkemizin demokrasisini geliştirme, çıkarlarını koruma görevimizi de asla ihmal etmedik.

Ülkemizin ekonomisine katkı vermeyi, adaleti geliştirmeyi, milletimizin özgürlük ala­nını genişletmeyi görev edindik. Bu bağlamda; 12 Eylül’de, Hak’tan ve halktan yana tavır aldık. 1987’de, 12 Eylül yasaklarının kalkması için “evet” dedik.

28 Şubat’ta konfederasyonumuza yapılan bütün baskı ve tehditlere rağmen, “5’li Çete” içinde yer almadık; adaletten yana tavır aldık. 27 Nisan 2007’de e-muhtıraya karşı çık­tık. 27 Mayıs 2013’te Gezi kalkışmasına karşı çıktık. 15 Temmuz hain darbe ve işgal gi­rişimi esnasında daha ilk saatlerden itibaren meydanlardaydık. İstanbul’da tanklara karşı durmak için Boğaziçi Köprüsündeydik. Uçaklardan ateşlenen kurşunların altında Ankara’daydık. 3 şehit verdik. Pek çok arkadaşımız ağır yaralandı, gazi oldular.

12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referanduma “Darbelerin Karanlığından De- mokrasi’nin Aydınlığına Evet” sloganıyla destek verdik. 17 Nisan 2017 tarihinde ger­çekleştirilen referandumuna “Anayasa Değişikliğine Tam Destek, Geleceğimiz İçin Evet” sloganıyla destek verdik. 2017 referandumunda değişik illerde “40 Günde 50 Toplantı” yaptık. Demokrasi mücadelesinin en önünde yer almanın onurunu yaşıyoruz.

Bir Ülkede Neden Darbe Yapılır?

Devletler aynı zamanda bir uluslararası ittifakın parçasıdırlar. Kimi dönemlerde ulu­sal, siyasi ve iktisadi hat ile uluslararası “düzen” arasındaki makas açılabilir. Bu maka­sın açılması ise sivil siyasetin etrafındaki ulusal, siyasi, iktisadi ve bürokratik ittifakları dağıtır. Darbe tam da bu ittifaklar siyasetinin yeniden düzenlenmesi ve ulusal siyasal hattın uluslararası siyasi ve iktisadi konjonktür ile uyumlu hâle getirilmesi işlevini ta­şır.

Tam da bu nedenle darbe, “düzen kurucu” merkez ülkelerde değil, düzene uyması bek­lenen çeper ülkelerde hegemonik bir siyasal formdur. Darbe uluslararası destek alsa da (hatta kimi zaman doğrudan uluslararası güçler tarafından organize edilse de) temelde iktisadi ve siyasi çıkarları artık mevcut hükümetle uzlaşmayan yerel gruplar tarafından desteklenir. Ordu bu grupların ittifakında sadece bir katalizördür[7].

Son yüzyılda gerçekleştirilen pek çok darbenin arkasında ABD var. Bütün darbeleri ABD örgütlemedi ama Şili’den Türkiye’ye, Pakistan’dan İran’a pek çok ülkede darbe yaptır­dı, çok diktatörle “birlikte çalıştı.” Fakat darbelere içeriden destek veren, para akıtan STK’ları bırakıp sadece ABD’ye kızmak yeterli değildir.

Sivil toplum kuruluşları bireysel inisiyatif kullanabilen, totaliter kemikleşmelere di- renebilen, temsil ettikleri tabanın talep ve beklentilerini okuyabilen ve onlara yaban­cılaşmayan örgütler olmak zorundadır. Yani kendi kendisiyle var olabilen, hareket ka­biliyeti başka güçlere bağlı olmayan, kamuyu denetleyebilen, alternatifler üretebilen, yani “yok sayılamayan” toplumsal örgütlenmelerdir. Pek çok sözde sivil toplum örgü­tü hâlâ “icazetli sivilliği” aşabilmiş değildir.

STK’lar ideolojik ve diğer çıkar hesaplarını bir kenara bırakıp sivil toplum örgütü ol­manın sorumluluğu içerisinde davranmalıdır. Sivil toplum örgütleri kriz anlarında devreye girip bireyin ve toplumun lehine bir çözüm için çalışmak zorundadırlar. Sivil toplum olmanın gereği budur. Sivil olarak tanımlanabilmeleri demokrasiden yana tavır almalarına bağlıdır.

Ancak Türkiye’de demokratikleşme açısından sivil toplum kuruluşlarının çok da fonk­siyonel olduğunu söylemek mümkün değildir. Olumlu gelişmeler olsa da bu konuda hayli mesafe almamız gerekmektedir.

Ülkemizdeki Darbelerin Ekonomik Boyutları

Darbelerin üzerinde durulmayan zararlarından biri de yol açtıkları ekonomik yıkımlar olmuştur. Başta çalışanlar ve emekçi kesimler olmak üzere halkımız her darbe döne­minde daha da fakirleşmiştir. Kaybeden ülkemiz ve milletimiz olmuştur. Sendikamız- ca yapılan çalışmalar kapsamında resmî kurumlardan temin ettiğimiz ve aşağıda özet olarak sunduğumuz verilere bakılınca bu durum açık olarak görülmektedir.

27 MAYIS 1960 DARBESİ

 BüyümeİşsizlikEnflasyonFaizMilli gelirDolar kuru
19594,62.819,8584 Dolar2 Lira 86 Kuruş
19602,93.15.40584 Dolar9 Lira 14 Kuruş
19611,73.22.70284 Dolar9 Lira 14 Kuruş
       

1960 darbesi öncesi kişi başına gelir 584 dolar düzeyindeyken, darbenin ardından 284 dolara düştü.

1960 darbesinde Hazineden 76 ton altın kayıp verildi.

12 EYLÜL 1980 DARBESİ

 BüyümeİşsizlikEnfl.FaizMilli gelirDolar kuru 
1979-0,67,252202 bin 83 Dolar31 Lira 38 Kuruş 
1980-2,48,611633Bin 566 Dolar65 Lira 85 Kuruş30 bin kişi İşten çıkarıldı
19814,97,63435Bin 580 Dolar108 Lira 65 Kuruş 
        

1980 darbesinde 170 ton altın yok oldu.

Sendikalar ve sendikacılar kısıtlandı. TÜRK-İŞ dışında tüm konfederasyonlar ve bun­lara üye sendikaların faaliyetleri durduruldu. 1982 Anayasasından sonra 1985’e kadar toplu sözleşme yapılamadı. Dolayısıyla ücretlilerin ücret belirleme sürecindeki etkinli­ği azaldı. Ücretler baskı altına alındı, durgunluğa itildi.

1980’de 28 milyar dolar olan dış borç faiz ödemeleri, 1981’de birden 67 milyar dolara çıkmıştır.

12 Eylül 1980 darbesi, gelir dağılımını bozdu. Bu darbe en çok, emeğiyle geçinen işçi ve memurları sarstı. Pek çok şirket “irticacı” suçlamasıyla iflas ettirildi.

28 ŞUBAT 1997 DARBESİ

 BüyümeİşsizlikEnf.FaizMilli gelirDolar
19967,018,580933 bin 52 dolar82 bin lira 150 kuruş
19977,521.280963 bin 144 dolar154 bin lira 893 ku­ruş
19983.923.485954 bin 392 dolar262 bin lira 384 kuruş
       

1997 darbesinde 293 milyar, yeni rakamla 293 milyon Türk lirası buhar oldu.

28 Şubat sürecinin sebep olduğu toplam ekonomik zarar 381 milyar dolardır.

Erbakan Hükümetinin düşürülmesinin en önemli nedenlerinden biri, denk bütçenin yani finansman havuzunun oluşturulmasıydı. Çünkü rakamlara bakıldığında, genel bütçe faiz giderleri 1997’de 1,9 katrilyon lirayken, Erbakan Hükûmetinin düşürülme­sinin ardından bu giderler 1998’de 5,6 katrilyon liraya, 1999’da 10,7 katrilyona fırladı.

15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi

  • •     15 Temmuz’da dolar 2.80’den 3.80’e yükseldi.
  • •     Sadece turizmden kaynaklanan gelir kaybı 4 milyar doları geçti.
  • •    15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin Türk ekonomisine faturasının 300 milyar lira olduğu açıklandı.

Türkiye’de Darbeler Son Bulur mu?

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimin akabinde darbeyi yasal hakka dönüştüren mevzuat ve kurumlar büyük ölçüde değiştirildi. Her darbe veya muhtıra girişimi, bir öncekine göre zorlaşıyor. Benzer şekilde, her darbe veya muhtıra, öncekine göre daha güçlü toplumsal direnişle karşılaştı.

Tüm gelişmelere karşın “Türkiye’de artık darbe olmaz” diyemeyiz. Teknoloji, diplo­masi, istihbarat, iletişim, ekonomik gelişmelere paralel olarak darbeler de sistem ve yöntemler bakımından değişiyor. Dünün darbe sembolü postal iken bugün darbelerin aracı uçaklar-jetler ve dijital gruplar olmuştur. Başka bir ifade ile darbeler her zaman askerin yönetime el koyması şeklinde gerçekleşmiyor. Darbede amaç yönetimin el de­ğiştirmesi olduğu için bazen başka araçlar kullanılarak da bu el değiştirme sağlana­bilmektedir. Darbe zemini oluşturmak için sosyal, siyasal ve ekonomik istikrarsızlık oluşturarak ülkeyi yönetilemez hâle getirmek de kullanılan yöntemlerden biridir. Bu amaca ulaşmak için bazen siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve halk da kullanıla­bilmektedir. Türkiye’de yaşanan darbelere bakınca zaman zaman bu farklı yöntemlere başvurulduğu görülmektedir. Kısaca, değişim sürecek, darbeler de değişimlerden etki­lenerek yeni biçimler kazanacaktır. Bu nedenle her zaman teyakkuz halinde bulunmak gerekmektedir.

Sonuç

Türkiye bu çağda hâlâ darbe konuşuyorsa bunda herkesin kusuru vardır. Türk siyasi hayatında darbe, ne yazık ki hâlâ bir alternatif konumundadır. Hem tarihimiz hem de yakın geleceğimiz, ülkemizin temel kurumlarının yeniden bir demokratik terapiye, de­mokratik duruşa ihtiyaçları olduğunu göstermektedir.

Darbe tehdidinden tamamen kurtulabilmek için demokratik gelişmeyi devam ettirme­miz ve özellikle sivil toplumu güçlendirmemiz gerekmektedir. Devlet ve sivil toplum kuruluşları arasında bir iletişim ve diyalog kanalı oluşturulmalıdır. İşçisi, işvereni veya farklı kesimleri temsil edenleri ile bütün sivil toplum kuruluşları arasında sağlıklı bir diyalog mekanizması geliştirilmelidir. Hangi siyasi görüşten olursa olsun hukuka, de­mokrasiye bağlı, ülkesini, milletini seven insanlar ve sivil toplum kuruluşlarının yö­neticileri arasında bir diyalog mekanizmasının kurulması son derece önemlidir. Böyle bir mekanizma, darbe ve müdahale beklentisi içerisinde olan kişi ve kurumlara karşı toplumsal reflekslerimizin zamanında harekete geçebilmesine imkân sağlayacaktır.

Diğer bir husus ise demokratik gelişmenin tüm sivil toplum kuruluşları, meslek bir­likleri ve siyasi partileri kapsayacak şekilde devam ettirilmesi zorunluluğudur. Sadece barolarla ilgili bir düzenleme yapmak demokratikleşme açısından yeterli değildir. Ben­zer düzenlemeler TOBB, İşçi Konfederasyonları, Ziraat Odaları, Tabipler Birliği, Esnaf Sanatkâr Konfederasyonu gibi tüm kuruluşlar ile siyasi partiler için de gündeme alın­malıdır.

Darbeyi imkânsızlaştıran düzenlemeler, toplumun darbeyi desteklemesine yönelik algı oluşturma çabalarını da büyük ölçüde etkisizleştirecektir. Tersi de mümkündür. Dar­beyi kolaylaştıran hâller, toplumun darbeyi desteklemesine yönelik algı çabalarının etkisini artıracaktır.

Sonuç olarak, demokrasiyi güçlendirmediğimiz, demokratik gelişmeyi ihmal ettiğimiz ve demokratik kazanımlardan geri adım attığımız müddetçe, darbe tehditleri varlığını sürdürecektir. Darbelerden tamamen emin olmak için bürokrasimizi şeffaflık ve dene­tim, ekonomimizi adaletli gelir dağılımı, demokrasimizi siyasal katılım, dernek ve va­kıflarımızı sivillik, medyamızı doğru habercilik, üniversitelerimizi akademik çalışma ve araştırmada güçlendirmeliyiz.


[1] Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021

[2]  Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021

[3]  Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021

[4]  Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021

[5]  Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021

[6]  Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021

[7]  Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/261906, Erişim Tarihi: 5 Eylül 2021