Meral Akşener

0
55

“Tansu Hanım, özellikle 1997’de Refah-Yol’un oluşumundan sonra, kavruk Anadolu çocuklarından yana taraf oldu, onların yanında yer aldı. Dolayısıyla hangi siyasi yapının içinde olursak olalım, o hakkı teslim etmemiz gerekir. Başlangıcı belki burjuvaziyle iç içe olmuş, böyle gelmiş olabilir. Ama özellikle Refah-Yol hükümetinin yaşadıklarından 1999 yılına kadar olan süreçte, benim ifade ettiğim ve içinde bulunduğum insanların yanında yer aldı. Bundan dolayı da hiç af görmedi, affetmediler.”

“Ben 28 Şubat’ta askeriyenin sahip olduğu şeriat devleti geliyor korkusunu, Refah-Yol hükûmetinin ekonomik atılımları sebebiyle İstanbul dükalığının tetiklediğini düşünüyorum. Tabi bu, askeriyenin süreçteki rolünü ve o günün asker aktörlerinin kabahatini ortadan kaldırmaz. Ben Tanzimat’tan itibaren gelen bu kurumsal endişenin veya korkunun samimi olduğunu düşünüyorum. Ama 28 Şubat’ta bunu tetikleyenin, tahrik edenin de İstanbul dükalığı olduğunu düşünüyorum. Sürecin en şiddetli olduğu dönemlerde de bunu söyledim. 28 Şubat’ın ardından 1997 Temmuz’unda Refah-Yol yıkıldı. Biz hem Doğru Yol Partisi, hem Refah Partisi olarak bir mücadele başlattık. Benim mücadelem de şöyle olmuştu: Ben 8 ay civarında 40’ın üzerinde şehir gezerek, ilçeleri dahi dolaşarak şu tarz konuşmalar yaptım: Türkiye’de büyük bir pasta var. Bu pastaya yönelik, Özal’ın başlatıp bitiremediği, Tansu Hanım’ın DYP’sinde sonuçlanan bir süreç başlatıldı. Özal Anadolu sermayesini hareketlendirerek, tüccarının sanayiciliğe, esnafının tüccarlığa doğru evrilmesini sağladı. Dolayısıyla Anadolu’nun dini ve milli değerlerine sahip yeni bir işadamı tipi doğdu. Tansu Hanım da dış ticaretle ilgili kanunların değişmesini sağladı. Eskiden ihracat yapmak isteyen, piyasanın en büyük üreticisinin kuyruğuna takılmak zorundaydı. Değişikliklerden sonra herkes kendi başına ihraç edebilir oldu. İhracatçı ve üretici ruh hâlini getiren rahmetli Özal’dır. Bunun hukuki ve ticari altyapısı da, 28 Şubat öncesinde tamamlandı. Büyük pastanın dilimlerinden pay isteyen yeni bir işadamı kitlesi doğdu. Buna rahmetli Erbakan Hoca ‘Anadolu Aslanları’ diyordu, Tansu Hanım ve DYP ‘Anadolu Kaplanları’ diyordu. Dolayısıyla KOBİ dediğimiz küçük ve orta boy işletmelere bir yönelme oldu. Bu arada, büyük sermayenin sahibi bulunan sanayi tesislerinin de hantallaştığını gördük. Buna karşılık Anadolu’dan cesur, mobilitesi ve karar verme kapasitesi çok yüksek insanlar ortaya çıktı. Çantayı eline alıp Kore’ye gidebilen, idari heyetten karar çıkartmaya gerek kalmadan iş yapabilen bir kitle meydana geldi. Yıllarca devlet eliyle palazlı, ithal ikameye alışmış, rekabetten uzak bir sistem vardı. Bu sistem birdenbire değişince büyük sermaye sahiplerinin paniklediğini düşünüyorum. Diğer taraftan havuz sistemi söz konusu olunca, bu sefer kimin ne aldığı ve ne verdiği, hangi kredinin nereye gittiği açıkça ortaya çıkmış olacaktı. Bir de denk bütçe uygulaması vardı. Denk bütçeyi herkes yapmaya çalışır, fakat envanteri bilen yoktur. Dolayısıyla bu kayıt dışı işlemleri ortadan kaldırmaya kalkışmanın, Refah-Yol’un ipini çektiğine inanıyorum.”