AFRİKA’NIN KESİK DAMARLARI: DARBELER YÜZYILINA NEOKOLONYALİZM PERSPEKTİFİNDEN BAKIŞ – Dr. Murat Yiğit

0
106

Dr. Murat Yiğit – İstanbul Ticaret Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

GİRİŞ

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Batı Afrika ülkeleri isyan ve iç savaş sarmalına girmişti. Komşusu Liberya gibi iç savaşa maruz kalan Sierra Leone’de Momo Hükümeti, ordu güçlerini isyan bölgelerine sevk ediyordu. Kaddafi Libyası tarafından desteklendiği bilinen Devrimci Birleşik Cephe (Revolutionary United Front – RUF) adlı isyancı grup etnik kimliğe dayalı çatışmaların ürünü güçlü bir koalisyondu. Buna mukabil, Sierra Leone ordusu mensupları maaş ve primlerini alamamaktan, hatta aç karnına çatışma sahasına operasyona gönderilmekten şikâyet ediyordu. Açlıktan ölen askerler olduğu söyleniyordu. 1992 yılında bir grup asker, Cumhurbaşkanı Joseph Saidu Momo’yu protesto etmek için savaş bölgesinden başkente geri döndü. Tek niyeti hükümetin politikasını ve orduya destek vermeyişini reddetmek olan bu bir grup asker, kamuflajlarıyla Freetown’daki Başkanlık Sarayı önünde toplandı. Saldırı olmasından ürken başkanlık muhafızlarının açtığı ateş sonucu, protesto gösterisi çok kısa zamanda bir çatışmaya dönüştü. Başkanlık Sarayı’nda olan Momo maiyeti ile saraydan kaçmayı başardı. Kısa bir çatışma sonrasında sarayı ele geçiren protestocu askerler içeride neredeyse hiç kimseyi bulamamışlardı. Sierra Leone’de “yanlışlıkla” gerçekleşen 1992 askeri darbesi neticesinde protestocuların lideri olan Yüzbaşı Valentine Strasser devlet başkanı seçilmiştir (GILBERT & REYNOLDS, 2016, s. 579).

Afrika’da 1980’lerde ve 1990’larda “kazayla” veya “yanlışlıkla” darbelerin gerçekleşebildiği kırılgan bir siyasal ortam söz konusu olmuştur. Hemen hemen tamamı yirminci yüzyılın ikinci yarısında kurulan Afrikalı devletlerin, aradan geçen on yıllara rağmen tekâmül ve kurumsallaşmadan uzak bir seviyede kaldığını görmek için Sierra Leone’nin 1992 askeri darbesi biraz abartılı görünse de belirgin bir örnek teşkil eder. Dekolonizasyon rüzgarında kazanılan bağımsızlıklardan bugüne kadar pek çok Afrika ülkesinde devletleşme süreci maalesef tamamlanamamıştır. Etnik aidiyete dayanan mücadeleler ile siyasi-askeri elitlerin bu mücadeleleri kendi çıkarları adına kullanmaları siyasi bozulmaların derinleşmesine neden olmaktadır. Farklı etnik gruplar arasındaki rekabet ve silahlı çatışmalar, sık tekrar eden askeri darbe ve iç savaş gibi neticeleri beraberinde getirdi. Siyasi şiddet içeren olaylar, mutlak surette iç-dış siyasi-toplumsal gerçeklikten beslenir. Afrika ülkelerinde askeri darbelerin oluşumunu besleyen gerçeklik neydi? Ülke ülke bakıldığında iç dinamikleri sağlıklı siyasi süreçlere olanak tanımıyor olsa da çok yoğun bir sömürge geçmişine sahip olan Afrika kıtasında bugün yaşanan siyasi buhranlar sömürgecilik mirasından bağımsız düşünülebilir mi? Afrika’da siyasetin sivilleşmesi, demokratikleşme ve sivil-asker ilişkileri konularında aktörler toplum içinde yer alsa bile söz konusu dış etkiler aynı düzeyde rol oynamaktadır.

AFRİKA’DA SİYASETİN DOĞASI: PRETORYAN MÜCADELE

Max Weber, devleti tanımlarken “belirli bir coğrafya üzerinde şiddeti kullanma tekelini meşru biçimde elinde bulundurma” vurgusu yapar (WEBER, 2006, s. 35). Fakat devlet adına bu şiddet tekeli, bürokrasinin diğer kollarında olduğu gibi, askeri bürokrasi dairesindeki askeri uzmanların sorumluluğu altında kalır. İşte siviller ile askerler arasındaki çatışmanın özünde, siyasetçilerin siyasi otoritesi ile askerlerin şiddet araç ve yöntemlerini kullanma yetkinliğinin karşı karşıya gelmesi yatmaktadır. Devlet, siyasi iktidarın belirlediği siyasi amaca şiddet araçlarını kontrol altında tutmadan, güvenliği sağlamadan ve otoritesini muhafaza etmeden varamaz. Dolayısıyla ordunun sivil denetimi altına girmesi, devletler için varoluşsal bir meseledir. Fakat bireylerin, klanların, cemaatlerin ve kurumların çıkarlarının uyuşmazlığı her seferinde ülkeleri bir askeri darbenin eşiğine götürmektedir.

Sivil-asker ilişkilerinde temel gösterge, asker ve sivil idareciler arasında anlaşmazlığa sebep olabilecek bir durum söz konusu olduğunda kimin hükmünün, kimin kararının geçerli olacağıdır (DESCH, 1999, s. 4-5). Ordunun, sivillerin denetimi altın alınması sorunu çok eskilere dayandığı için tarihte buna yönelik epeyce sorgulama mevcut olmuştur. Kimileri için “savaşçıyı iktidarsız bırakmanın yolu, onu sürekli savaştırarak yok etmektir”, yani askeri cephede meşgul etme prensibi öne çıkmaktadır (CLASTRES, 1977, s. 71-99). Ordunun sivil denetimine dair en çarpıcı sorulardan birini Eski Romalı şair Juvenal sormuştur: “Peki muhafızların muhafızlığını kim yapacak?” (Quis custodiet ipsos custodes?) (SERRA, 2011, s. 10). Juvenal’in bu dizesi, sivil üstünlüğü ve denetiminin sağlanamaması ile ortaya çıkan askeri darbe sorunsalını, hatta paradoksunu çok ince şekilde ifade eder. Silahlı gücü fiili olarak kontrol eden ordunun dış tehdide karşı mücadelesi bir devlet için ne kadar varoluşsal ise aynı ordunun siyasete müdahale etmemesi için dizginlenmesi aynı ölçüde varoluşsaldır. Çünkü savaş gibi askeri darbenin de hedefi siyasi otorite, yani hükümettir. Askeri darbeler, ilk dönemlerden itibaren sivil-asker ilişkileri ve demokratikleşme gibi alt dallarda ordu kurumunun organizasyonu, sosyal kompozisyonu ve özerkliği gibi zeminlerde ele alınmıştır. Siyasi ve toplumsal öğelerin dahil edilmesi bu alt dalların perspektifini genişletmiştir. Ancak pek çok yazarın bilinen katkılarına rağmen Samuel P. Huntington’la özdeşleşen bir teorik perspektif, kurumsallaşmamış düzenlerde yaşanan ilişkiyi analiz etmede diğerlerinin önüne geçmiştir: Pretoryanizm.

Genellikle ordunun ‘rejim bekçiliği’ rolü üstlenmesi olarak algılanan “pretoryanizm”, aslında askerlerin ellerindeki şiddet araçlarını kullanarak ve çatışma ortamını göstererek iktidara ve kamu kaynaklarına el koymasıdır. Huntington, askeri darbenin askeri değil, siyasî bir olay olduğunu öne sürer. Dolayısıyla “askerlik mesleği üzerinden yapılacak açıklamalar, askerin siyasete müdahalelerini açıklamaya yetmeyecektir” (HUNTINGTON, 1968, s. 194). Askerin siyasete müdahalesi, sadece yeterince gelişmemiş toplumlarda ve kurumsallaşmamış siyasi ortamlarda görülen bir fenomenin tezahüründen ibarettir. Ordunun siyasete müdahalesi siyasal alana girişi yoluyla siyasallaşmasıdır. Siyasallaşmış ordulara sahip olan ülkelerde, siyasallaşmış dini cemaatler, siyasallaşmış bürokrasiler, siyasallaşmış üniversiteler, siyasallaşmış sendikalar da mevcuttur. Her sosyal grup doğrudan doğruya siyasete karışabilir, genel politik konuların karar alma süreçlerine dahil olmak isteyebilir. Her sosyal grubun ve bu grubu oluşturan üyelerin çıkarları söz konusudur. Siyasallaşmanın bu derece yüksek olduğu toplumlarda siyasal kurum ve prosedürler, grup veya kurumsal çıkarları adına çatışan gruplar arasında denge kurmakta, aracılık etmekte ve sorunları çözmekte yetersiz kaldığında giderek etkisizleşirler. Siyasi etkisiz bir aktöre dönüşmesi, bir otorite ve meşruiyet krizi de doğurarak çatışma halindeki grupları baş başa bırakmaktadır. Bir anlaşma zemini oluşturabilecek ortak meşruiyet duygusunun yitirilmesi de çatışmanın büyümesinde önemli rol oynamaktadır. Sosyal gruplar arasında her bir grubun diğerleriyle mücadele halinde olduğu ve siyasi kurumların çatışma sürecini yönetmekten uzak olduğu toplumlar Pretoryan toplumlardır (HUNTINGTON, 1968, s. 83-85). Pretoryan toplum analizi, ordu ve siyaset arasındaki çatışmayı sosyal kökenlerine gönderme yoluyla ele alır. Sömürgecilerin meydana getirdiği kurumlarda yetişen sivil ve askeri Afrikalı elitler, bağımsızlıkların kazanılmasıyla elde ettikleri iktidarı paylaşmaya yanaşmayan tavırları nedeniyle ulus inşasını olumsuz etkileme ve çatışmayı sürekli hale getirme pahasına kitleleri bu çatışmaya sürmüşlerdir.

1952 yılında Mısır’da ve 1953 yılında İran’da gerçekleşen askeri darbeler, dünyanın pek çok yerinde gerçekleşecek benzer müdahalelerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesindeki öncülleriydi. Pretoryan analizin akademik çevrelerde Huntington’un da katkılarıyla ivme kazanması, bu türden müdahalelerin çoğalmasıyla ete kemiğe bürünüyordu. Samuel Huntington, pretoryanizm çerçevesini genişleterek ordunun sivil denetiminin askeri profesyonelleşmenin sağlanmasıyla mümkün olabileceğini iddia etmiştir (HUNTINGTON, 1968, s. 200-208). Bir uzmanlar kadrosu olarak ortaya çıkan askeri bürokrasinin (askerlik hizmetine katılanlar üzerinden topluma yönelik) “modernleştirici gücü”ne vurgu yapan Huntington, askeri darbelere de benzer bir işlev yükler. Buna göre Batılı ülkelerin tecrübelerine sahip olmayan görece yeni sayılabilecek devletlerde her askeri darbe toplumu ve siyaseti dönüştürecektir. Yerel şeflikler ve geleneksel normlara dayalı siyasal-toplumsal düzeni oligarşik pretoryanizm olarak tanımlayarak, askeri darbenin bu düzeni bozacağını ve radikal pretoryan bir aşamaya geçileceğini iddia etmektedir (HUNTINGTON, 1968, s. 198-200). Böylece ordu, toplumu ve siyaseti darbeler-müdahaleler ile modernleştirecek, demokratik-çoğulcu siyasi düzenler kurulacaktır. Elbette, böyle olmamıştır. Askeri darbenin toplumun tüm kesimlerini daha da siyasallaştırarak pretoryan mücadeleyi derinleştirdiği, çatışmayı artırdığı darbeler çağı olarak niteleyebileceğimiz son yarım asırda açıkça görülür.

Etnik açıdan çok parçalı bir yapıya sahip olan Afrika ülkeleri, sömürge yönetimi altında düşük yoğunlukta sürdürülen etnik rekabeti, dekolonizasyon sonrası bu kez doğrudan ve şiddetli biçimde yaşadılar. Sivil ve askeri elitlerin kişisel çıkarları ile ait oldukları sosyal grubun (yerel kabile, cemaat, klik veya görev aldığı kurumların kendisi) çıkarlarının uzlaştığı bir düğüm noktasında, toplum içi çatışma ortamı araçsallaştırılmaktadır. Ancak bu ilişki biçiminin askeri darbeyi kötücül bir istisnadan genelgeçer bir siyasi olaya dönüştürmesinde şimdiye dek az konuşulan bir etkenin payı sanıldığından çok daha fazla olmuştur ve olmaktadır. Bu etken dış aktörlerin askeri darbelerin oluşumu ve gerçekleşmesindeki rolüdür.

AFRİKA’DA ASKERİ DARBELERİN DIŞ DİNAMİKLERİ: YENİ SÖMÜRGECİLİĞİN TEMELLERİ

Eduardo Galeano, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” adını taşıyan meşhur eserinde yeni sömürgeciliğin Soğuk Savaş’ın da etkisiyle kendisini devletler-şirketler ittifakı ile hiç olmadığı kadar belirgin kıldığını romanesk bir dille anlatır. Galeano ayrıca bu yeni sömürgeci akıma karşı durduğuna inandığı hükümetlere yönelik askeri darbeleri de bu perspektif dahilinde değerlendirir: “Özgürlüğün şiddetli oksijeni hayaletlere yaramadı ve güvenlik güçleri asayişi sağlamakla görevlendirildi” (GALEANO, 2006, s. 340-341). Elbette Eduardo Galeano bu dış etkiyi büyük oranda iç dinamiklerden bağımsız ve mutlak biçimde ele alır. Oysa Sahraaltı Afrika’da örnekleri çokça mevcut olan bu dış-destekli darbe organizasyonlarında bile (sömürgecilik döneminden kalan tüm bağımlılıklara rağmen) iç koşullar belirleyici oluyor, bu ülkeler başarısız uluslaşma sürecinin doğurduğu iç çatışmalarla dış etkilere açık hale geliyordu.

Huntington, toplumların modernleşme sürecini ele almak için de parametreler geliştirmiş ve bu süreci “siyasal gelişme/siyasal bozulma” ekseninde ele almayı tercih etmiştir. Uygulanabilirlik, karmaşıklık, özerklik ve tutarlılık olmak üzere dört temel kriterde değerlendirdiği siyasal gelişme düzeyi, orduların sivil denetimi açısından da büyük önem taşır. Özerklik konusuna değinirken dış etkilere dair önemli ve giderek genelleşen bir istisnaya yer verir:

“Toplum içerisindeki siyasal-olmayan güçlerin etkisine açık siyasal organizasyon ve yöntemler, genellikle toplum-dışı güçlerin etkilerinden de kendilerini koruyamazlar. Başka siyasal sistemlerden gelen ajanlar, gruplar ve fikirler, bunları kolayca etki altına alabilir. Örneğin, bir siyasal sistemin uğradığı hükümet darbesi, diğer azgelişmiş sistemlerde benzer grupların yapacağı askeri darbeleri kolayca teşvik edebilir. Bazı hallerde, bir ülkeye birkaç ajanla bir avuç silâh kaçırılması, rejimin devrilmesine yeter görünmektedir. Bazen de bir rejim, yabancı bir misyon şefiyle bazı hoşnutsuz subaylar arasında geçen birkaç söz ve alınıp verilen birkaç bin dolar sonucu devrilebiliyor. Sovyet ve Amerikan hükümetleri, güçsüz siyasal sistemlerin yöneticilerini satın almak için muhtemelen yüksek meblağlar harcadıkları halde, birbirlerinin yöneticilerini etkileme yolunda paralarını israf etmeyi düşünmüyorlar” (HUNTINGTON, 1965, s. 402)

Siyasetin kurumsallaşma aşamalarını geçemediği sistemlerde sert geçen çıkar ve iktidar mücadelesinin unsurları, toplum içindeki küçük sosyal gruplardan ibaret kalmaz. Özellikle eski sömürge ülkelerde devletin inşası, eski ve yeni sömürgeci güçlerin gölgesi altında gerçekleşmiştir. Dekolonizasyon adı verilen süreç, büyük çoğunluğu bağımsızlık savaşı vermemiş olan Afrikalı yeni devletlerin kurumlarını dış yardımlar ile şekillendirmesine şahit olmaktadır (N’DIAYE, 2001, s. 61-83). Bu dış yardımların kaynağı ya uzun süre sömürgesi olmuş topraklardaki hegemonyasını tümden kaybetmek istemeyen sömürgeci iktidarlar ya da onlardan rol çalma talebiyle ortaya çıkan yeni sömürgeci güçlerdir. Soğuk Savaş boyunca Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve Çin gibi devletler ikinci grup olarak sınıflandırılabilir. O dönemin iki kutbu olarak gösterilen ABD ve Sovyetler, Huntington’un da ifade ettiği gibi askeri darbe için birbirlerinin güvenlik kurumlarına sızmak yerine, zayıf/kurumsallaşmamış devletlere nüfuz etmeyi seçmişlerdir.

Sosyal gruplar arasındaki Pretoryan mücadelenin amansızlığı ve karşıtlık düzeyinin yoğunluğu, toplum dışı güçleri bir iç unsur gibi çatışmaya dahil eder. Teoride böyle olan süreç pratikte çok daha detaylı ve sistemli olarak gelişmektedir. Kurumların, özellikle de askeri bürokratik kurumların oluşumunda yabancı aktörlerin etkisi oldukça fazladır. Savunma ve askeri teknik işbirliği antlaşmaları ile ikili ve çoklu ortaklıklarla gerçekleşen dış yardımlar, yabancı askeri danışmanların ve yabancı paralı askerlerin Afrika’daki yeni devletler bünyesinde kamu güvenliğine müdahalelerine olanak tanımaktadır (WELCH, 1972). Subayların eğitimi, ordu organizasyonunun teşekkülü, silah alımları, sivil-asker ilişkileri alanlarını askeri teknik bilgisi üst düzey olan yabancı unsurların denetiminde gerçekleşmektedir. Ayrıca dış yardımlar bu teknik destekle sınırlı kalmaz, pek çok Afrikalı devlette bürokratik hayatın günlük ihtiyaçlarını karşılayacak maddi yardım güçlü devletlerden gelir. Yabancı uzmanların ve misyon şeflerinin atama, terfi ve görevlendirmelerde söz sahibi olduğu bir ortamda askerlerin ilgi odağı haline gelmeleri olağandır. Yerli askerler ile yabancı temsilciler-uzmanlar arasındaki sosyalleşme doğal biçimde gerçekleşir. Üstelik yabancı nüfuzu askerlerle sınırlı değildir. Çoğunluğu eğitimini yurtdışında almış olan siyasetçi, iş adamı ve sivil bürokratlardan oluşan sivil elitler gerek çıkar ilişkileri gerek kültürel yakınlık nedeniyle yabancı aktörlerle iç içedirler. Elitlerin mücadelesi çatışma ve kaos safhasına geçtiğinde, hedef ülkeler üzerinde nüfuza sahip yeni sömürgeci iktidarlar iki seçenekten birini tercih etmek durumunda kalırlar: Askeri darbeyi/iç savaşı desteklemek veya engellemek. Çıkar ilişkileri ve bu ilişkileri yürüttüğü ağları, sosyal grupların ittifak eğilimlerini gözden geçirerek yaptıkları bu tercihi hayata geçirirken siyasal şiddetin varlığını, boyutlarını ve sonuçlarını pek de önemsemedikleri görülür. Soğuk Savaş dönemi, dünyada yeni sömürgecilerin gölgesinde gerçekleşen başta askeri darbe olmak üzere siyasal şiddet eylemlerinin en sert geçtiği iklim gibi görünse de Soğuk Savaş’ın sona ermesi dünyanın aksine Afrika’da bu türden olayların yeniden şiddetlenmesi ile sonuçlanmıştır. Bunun nedeninin Soğuk Savaş döneminde askeri-otoriter rejimlere verilen desteğin tek kutuplu dünyada bir külfete dönüşmesi olduğu ifade edilir (FRANÇOIS, RAINER, & TREBBI, 2015, s. 468).

Soğuk Savaş boyunca müttefik Afrikalı devletlerin rejim durumunu, bir başka deyişle ülkedeki demokratikleşmeyi ön planda tutmayan yeni sömürgeci güçler, destekledikleri siyasi aktörlerin darbe yoluyla iktidara gelmesini veya iktidarda kalmasını temin etme yoluna gitmişlerdir. Peki böylesi bir “nüfuz etme” işlemi hangi araçlarla ve nasıl bir sistem altında gerçekleşir? Sömürgeciliğin bitişiyle kurulan yeni devletlerin çoğu eski sömürgeci devletlerle, bir kısmı da Soğuk Savaş ortamında beliren büyük güçlerle (ABD, Sovyetler) ittifak kurmuştu. İttifakın somut dayanak ve faaliyetleri, dış nüfuzun da göstergeleri olarak görülebilmektedir. Yeni kurulan devletlerde yabancı askeri eğitmen ve danışman faaliyeti, ortak tatbikat ve operasyonlar, sivil/askeri misyon şeflerinin sahadaki varlığı ve tüm bunları en yüksek düzeyde mümkün kılacak hukuki zemini sağlayan ‘savunma ve askeri teknik iş birliği antlaşmaları’ ikili düzeyde askeri sosyalleşmeyi beraberinde getirmektedir. Bu araçlar ordunun modernizasyonu ve kurumsallaşması için gerekli görülür, fakat ulusal ordu kurumuna bu derece bir müdahale hakkının teknik gerekçelerle yabancılara devredilmesi emir komuta zincirine, askerlerin sivillerle ilişkisine ve subayların siyaset karşısındaki tavırlarına etki edebilmektedir.

Askeri darbelerin oluşumunda dış etkenlerin rolünü artıran, yeni sömürgecilere dış nüfuz gücü sağlayan bir diğer parametre ise ekonomik ilişkiler ve ekonomik işbirliğidir. İngiltere, Fransa, ABD, Sovyetler ve Çin gibi devletler, Afrikalı yeni devletlerin kuruluşunda veya kuruluşundan sonraki dönemlerde finansal-parasal antlaşmalar yoluyla imtiyazlar elde etmişlerdir. Fransa’nın yaptığı “zone franc” yani CFA antlaşması Orta ve Batı Afrika’da bölgesel para birimini belirleme ve mevduatlarının en az yarısını kendi bankalarında tutma gibi büyük tavizler koparmasını sağladı (CLAPHAM, 1996, s. 94). Bu antlaşmalar borçlanma yoluyla siyaset ve bürokrasiyi etki altında bırakma, bağımlılıkları pekiştirme gibi neticeler doğuruyor. Gelişmekte olan ülkelerde zenginliğin iki kaynağından biri devlet, diğeri ise yabancı sermayedir (GONIDEC, 1970, s. 141). Dolayısıyla Afrika ülkelerinin hangi ülkelerle ile ticaret yaptığı, ülkede hangi şirketlerin faaliyette bulunduğu önemli hale gelmektedir. Resmi dış yardımların ise hem siyaset hem de bürokrasi üzerindeki etkileri düşünüldüğünde (DECALO, 1973, s. 118) güçlü devletler için bir nüfuz aracına dönüştüğünü tahmin etmek zor değildir. Son olarak da doğrudan yabancı yatırımlar, ekonomik işbirliğine yönelik çerçeveyi tamamlar. Dış yardım ve yabancı yatırımlar, Afrika ülkeleri için ne kadar hayati ise, bu imkanları sunan devletlerin siyasi desteği de bu ülkeleri kimin yöneteceği konusunda o ölçüde belirleyicidir. Yabancı devletlerden dış yardım ve yatırım talep eden siyasetçinin de dış yardımların desteğiyle işlevini yerine getiren bürokratların da iç siyasi mücadelede etkinlik için yurtdışı partnerler edinme süreci bu doğrultuda gerçekleşir. Aynı zamanda birer çıkar aracı olan yardım ve yatırımlar, çıkarlar zarar gördüğünde kesilebiliyor, hatta zararın büyüklüğüne göre iş askeri darbelere destek vermeye kadar da varabiliyor. Örneğin, Latin Amerika ülkesi Guatemala 1954’te böyle bir askeri darbe yaşandı (O’ROURKE, 2017, s. 233). Afrika’daki darbelerde de şirketlerin ön plana çıktığı örnekler bulunuyor.

Devletlerin silah ticareti, askeri teknoloji transferi ve askeri malzemeleri hangi ülkelerden tedarikçiler üzerinden karşıladığı; Afrika’da çokça rastlanılan bir durum olarak yabancı paralı askerlerin görev yapıp yapmadığı; bu ülkelerde yabancı askeri üs veya birliğin mevcut olup olmaması gibi askeri materyal konuları da darbeler üzerindeki yabancı nüfuzuyla ilişkilidir. Ordu mensuplarının askeri materyal veya hizmetleri temin ettiği merkezleri sıkça değiştiremiyor oluşu nedeniyle olağanüstü durumlarda bu merkezlerdeki kanaatler subaylar için önemli hale gelmektedir. Afrikalı yeni devletlerin ulusal ordularının dış yardımla ve sömürgeci döneminden kalma birer askeri kültürle oluşturulduğu gerçeği, askeri materyal ihtiyacı ile birleşince askerî açıdan ciddi bir bağımlılığın varlığı ortaya çıkıyor. Ayrıca askeri teknoloji ve silah ihtiyacının dışarıdan tedarikinde yoğunluk ile askeri rejimlerin ortaya çıkışı arasında da sık sık bağ kuruluyor (MANIRUZZAMAN, 1992, s. 747-751). Paralı askerlerin Afrika’da pek çok askeri darbeyi organize ettiği ve bilfiil içinde yer aldığı biliniyor (DENARD, 1998).

Dış nüfuzu ortaya çıkaran son öğe olarak “kişisel ve kurumsal ağlar”, özellikle Afrika ülkelerinde büyük önem arz eder. Oligarşik yapıların ve etnik ayrımcılığa dayalı pretoryan mücadelenin patronaj ilişkilerini doğurduğu ve yaygınlaştırdığı toplumlarda, birey ve grup çıkarlarının iç aktörler gibi yabancı unsurlarla da ortaklaşması sürpriz değildir. Kişiselleşmiş iktidarların, ellerindeki gücü korumak için dış aktörlere yönelmesi bu bakımdan beklenen bir durumdur. Sivil ve askeri elitlerin hangi temelde sosyalleştiği, ortaklaştığı ve Pretoryan mücadeleye dahil olduğu önceki üç parametre kapsamında ifade edilmişti. Fakat söz konusu elitlerin “dış nüfuza hangi kanallarla açıldıkları” sorusunun cevabı olarak “kişisel ve kurumsal ağlar” öne çıkar. Bu ağlar gerek sömürgecilik döneminde oluşturulan doğrudan irtibatlarla gerek dekolonizasyon sonrasında çıkarlara ve kültürel eğilimlere dayalı olarak inşa edilebilir. “Süper güçler” olarak anılan yeni sömürgeci devletlerin dış politika ve dış müdahale usullerine göre dış nüfuz kanalları şöyle sınıflandırılabilir: Siyasi ve bürokratik elitler ile özel ilişkiler kurmaya dayalı kişisel ağlar, istihbarat faaliyetleri ile kendisini gösteren kurumsal ağlar ve sosyal psikolojik etkisi tartışmasız olan uluslararası medya faaliyetleri. Yabancı unsurların devlet başkanı, genelkurmay başkanı, bakanlar, milletvekilleri, genel müdürler ve subaylar ile kurduğu sıkı ilişkileri karşılıklı ekonomik ve siyasi çıkarlar için kullandıkları bilinmektedir. Kişisel-kurumsal ağlar genellikle kültür ortaklığı, mesleki etkileşim ve diğer sosyalleşme biçimleriyle oluşmaya başlamaktadır. Fakat öncelikle bilinmesi gereken şey, bu ağların rastlantısal değil sistematik biçimde oluşturulduğudur.

FRANSIZ VE AMERİKAN NEOKOLONYALİZMİ: DARBELERE MÜDAHALENİN/DARBE İLE MÜDAHALENİN ARKA PLANI

Yeni sömürgeci iki örnek olarak Fransa ve ABD, Afrika’daki askeri darbeler bahsinde belirgin etkiye sahip iki ayrı aktördür. Uzun bir sömürgeci geçmişe sahip Fransa ile 20. yy.da bir “süper-güç” olarak ortaya çıkan ABD, farklı kültür ve imkanlara sahip olan ve farklı tarzları temsil eden iki neo-kolonyal iktidarı betimlemektedir. Fransa, Afrika’da asırlar boyunca yönettiği sömürge imparatorluğunu dekolonizasyon döneminde hukuki, siyasi, ekonomik ve askeri imtiyazlarla koruma yoluna gitmişti. Tüm bunların yanında kişisel ilişkilerin öne çıktığı bir “yeni sömürgeci ağ” inşa etmiştir. 1950’lerin ortasında sömürge halklarına parlamentoda temsil yetkisi veren, 1957 yılında yarı-federatif bir aşamaya geçerek Communauté française’yi (Fransız Ulusal Cemiyeti) kuran Paris Hükümeti, bağımsızlık vereceği devletlerden alacağı imtiyazları ve bu devletleri kimlerin yöneteceğini bu dönemde belirledi (MCNAMARA, 1989). Yönetici elitlerin belirlendiği Communauté dönemi sonrasında yeni kurulacak devletlerden dört temel talepte bulunuldu: Fransa’ya gerektiğinde bu ülkelerin iç işlerine karışma ve asker çıkarma yetkisi veren savunma ve askeri teknik işbirliği antlaşmalarının imzalanması, Fransızca’nın resmi dil olarak kabulü ve kültürel işbirliğinin devamı, başta uranyum olmak üzere yer altı kaynaklarına dair antlaşmaların devamı ve ortak para birimi olan CFA Frangına geçiş. Bu talepleri kabul eden devletlere maddi destek devam ettirilirken, örneğin CFA Frangı ve savunma antlaşmaları dayatmasını kabul etmeyen Ahmed Sekou Touré liderliğindeki Gine büyük bedeller ödedi. Özellikle para birimine yönelik itirazı Paris’ten tepki gören Gine hükümetinin yeni para birimi olan Gine Frangı’nın değer kaybına uğraması ve enflasyonun yükselmesi için Fransa tarafından bir askeri operasyon düzenlendi. Fransa’da basılan sahte paraları helikopterler aracılığıyla Gine sathına dağıtan Fransız askeri personelinin bu operasyonu oldukça etkili neticelere neden olmuş ve tarihe Persil Operasyonu olarak geçmiştir (MESSMER, 1992, s. 239).

Bununla birlikte Fransa’nın Afrika’daki yeni sömürgeciliğini ayakta tutan kişisel ağlar, Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün 1958’deki tarihi adımı sayesinde inşa edildi. De Gaulle’ün yakın arkadaşı olan Jacques Foccart’ı Cumhurbaşkanlığı Afrika Özel Danışmanlığı görevine getirmesi, O’na hazine ve istihbarat üzerinde sınırsız yetkiler vermesi, Fransa yeni sömürgeciliğinin diğer adı Fransafrika’nın miladı olarak kabul edilir. Bu kişisel ağ, Frankofon Afrika’daki Pretoryan mücadele ve çatışma ortamından yeterince istifade ederek Fransa’nın ve bazı yerli elitlerin çıkarlarına hizmet etmiştir. Çıkarları tehlikeye girdiğinde ise tercih edilen yol, iktidarların askeri darbeler yoluyla değiştirilmesi veya askeri darbe tehdidi altındaki müttefik hükümetin kurtarılması olagelmiştir. Foccart’ın kurduğu yeni sömürgeci çıkar ve ilişki ağının etkisi günümüze dek sürmüş, Fransa devleti bugünkü varlığını inkâr etse de geçmişteki varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır (TV5 Monde, 2018).

Amerika Birleşik Devletleri ise, Soğuk Savaş’ın etkisini artırmasıyla yönünü Afrika ülkelerine dönmüştür. İngiltere’nin Afrika’daki geniş sömürgelerini İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan düzende terk etmeye başlamasıyla ABD ve Sovyetlerin kıtada sert rekabeti başlamıştır. 1960’lardan itibaren ABD dış politikasının Afrika hedefi, eski sömürgeci güçler olan İngiltere ve Fransa’dan rol çalmak, Sovyetler’e alan bırakmayacak şekilde mevzileri artırmaktır. Afrika’da müttefik arayışında olan ABD’nin temel enstrümanları dış yardımlar ve yatırımlar olmuştur. Ekonomik-finansal enstrümanlar, yaptırımların da ilk etapta bu araçlar üzerinden gerçekleşmesini sağlar. Fakat bu tür yaptırımların yeterli bulunmadığı durumlarda ABD diplomasi ve güvenlik kurumları başka müdahale biçimleri geliştirmiştir. Psikolojik harp, gayrı nizami harp, siyasi ve bürokratik kurumlara nüfuz etme, medya yoluyla propaganda, gerilla hareketlerini destekleme gibi hasım hükümetlere boyun eğdirmeye veya bertaraf etmeye yönelik söz konusu açık/örtük müdahale biçimleridir (METZ, 1995). Elbette Soğuk Savaş döneminde “komünizmle mücadele” kapsamında pek çok askeri darbenin oluşumuna destek ve katkı sunmuştur. Soğuk Savaş sonrası bu tarz müdahaleler azalsa da bütünüyle ortadan kaybolmamıştır. ABD’nin Soğuk Savaş dönemi ve sonrasındaki askeri doktrinleri bu yaptırımlara müsait birer güvenlik çerçevesi çizer: Soğuk Savaş sırasında “Düşük Yoğunluklu Çatışma” (Low Intensity Conflict), Soğuk Savaş sonrası “Savaş Harici Operasyonlar” (Operation Other Than War – OOTW) içerikleri itibariyle (FOSTER, 1994) müttefik olmayan veya ittifaktan kopan rejimlerle mücadelede örtük operasyonlara teknik bir arka plan kazandırır (BAGOYOKO-PENONE, 2004). Bugün artık olan arşivler ve Amerikan güvenlik yaklaşımlarını inceleyen akademik çalışmalar bu operasyonların hiç de istisna olmadığını gösteriyor.

ABD’nin dış yardım ve yatırımlarla yaklaştığı kıtada, Soğuk Savaş etkisi altında siyasi ve askeri olarak genişlemesi beklenecek bir durumdu. Siyasi ilişkilerin geliştirilmesi için Afrika kıtası içindeki diplomatik temsilcilikler ve kadroların sayısında 1960 yılından itibaren ciddi bir artış yaşandı. Fakat bunun yanında istihbarat ve medya faaliyetleri de aynı ölçüde arttı. Nüfuzu konusunda kişisel-kurumsal ağlar bakımından yaklaşımını daha çok kurumsal bir çizgide sürdürdü. Amerika istihbarat kurumu CIA’in neredeyse tüm dünya çapında dinlemeler yaptığı merkezi Liberya’nın başkenti Monrovia’da bulunuyordu. OMEGA adı verilen söz konusu merkezi üs aynı zamanda The Global Positioning System (GPS) adı verilen ve bugün çok yaygın olan navigasyon sistemlerinin öncülüdür (YİĞİT, 2020, s. 70). Uluslararası Eğitim ve Tatbikat Programı (IMET) sayesinde on binlerce Afrikalı subayı eğiten ABD, bu alanda hemen hemen rakipsiz bir konuma erişti (VOLMAN , 1993).  Ayrıca paralı askerleri ve özel güvenlik şirketleriyle resmi ve gayrı resmi olarak güvenlik sektörünü özellikle İngiltere’nin miras bıraktığı bölgelerde domine etmeye devam etti.

AFRİKA VE ASKERİ DARBELER ÇAĞI: YENİ SÖMÜRGECİ MÜDAHALELERİN MİLİTARİST SİYASET VE STATÜKOYU İNŞASI

Dekolonizasyon, yani sömürgesizleşme dönemi, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sı ile muharebe eden ve büyük kayıplar vererek zayıflayan sömürge imparatorluklarının sömürge ülkelerin sorumluluklarından feragat etmesiyle ortaya çıkmış planlı bir süreçten ibaretti. Sorumlulukları reddeden bu devletler “hak”larını korumak için dekolonizasyonu kendi lehlerine fırsata dönüştürmek istediler. Başarısız olduklarında doğrudan çatışma gibi bir mücadele yöntemi tercih edilebildi. Fakat bağımsızlığını kazanan Afrikalı yeni devletler, eski sömürgeci iktidarlar veya varisleri sayılan yeni sömürgeci güçlerle anlaşmazlığa düştüklerinde bu kez örtük müdahaleler ön plana çıktı. Örtük müdahalelerin en ciddi sonuçlarından biri de desteklenen subayların gerçekleştirdiği askeri darbelerdi. 1960 Kongo Krizi’nden itibaren pek çok askeri darbede yeni sömürgeci müdahaleler göze çarpar.  Kongo’nun Sovyetler yanlısı sosyalist başbakanı Patrice Lumumba’ya karşı Katanga ayrılıkçı gruplarına destek veren Belçika, İngiltere, Fransa ve ABD sadece ayrılıkçı şiddete değil, askeri darbeye de zemin hazırlıyorlardı. Kongo Krizi ve askeri darbesi çerçevesinde sadece ayrılıkçılar ve muhalif subaylar destek görmediler, ayrıca paralı askerler de darbede bilfiil görev aldılar (HOARE, 1967). Dışarıdan destek verilen dış nüfuz bağlamlı askeri darbeler, Soğuk Savaş’ın etkisiyle iki blok arasında karşılıklı olarak gerçekleşti. Dolayısıyla Sovyetler Birliği de askeri darbeleri desteklemek ve katkı sunmakta pek geri kalmamıştı (DAVİD, 1986). Ne de olsa maliyeti düşük bir mücadele ve sindirme yöntemi olarak askeri darbeler, her türlü sıcak çatışma ve savaştan çok daha düşük maliyetlidir.

Yeni sömürgeciliği en gür sesle dile getiren, bu konuyla ilgili en çarpıcı eserlerden birini ortaya koyan kişinin Afrika ülkelerinden birinin ilk cumhurbaşkanı olacağı ve yeni sömürgeci hedefler doğrultusundaki bir askeri darbeyle devrileceğini kim bilebilirdi ki? Ganalı yazar, düşünür, siyasetçi ve kurucu Cumhurbaşkanı Kwame Nkrumah, görevinin son yılında yazdığı “Emperyalizmin son aşaması: Yeni Sömürgecilik” (Neo-colonialism: The Last Stage of Imperialism) başlıklı kitabıyla başta ABD olmak üzere tüm Batı Bloku ülkelerini ürkütmüştü (US Historical Documents, 1965). Nkrumah’ın Pan-Afrikanist söylemi ve sosyalist eğilimlerine rağmen ABD’nin sıcak yaklaşımı ve Voltam Dam gibi yaklaşık 50 milyon dolarlık bir enerji projesine desteği söz konusu olmuştu. Fakat yıllar içinde karşılıklı hamlelerle gerilen ortam hem Nkrumah’ın yönetiminin otoriter bir seyir izlemesine hem de Amerikan yönetimine karşı güvensizliğine yol açmıştır. Kakao fiyatları gibi büyük tartışma konuları gerilimleri artırır. Nkrumah’ın tepkileri giderek artarken Amerikan Hükümeti’nin Gana’da yönetimin değişmesi gerektiği fikri yazışmalarda sık şekilde geçiyordu. ABD’nin, Volta Projesi’ne desteği kesmekle tehdit ettiği Nkrumah, Sovyetler ve Komünist Çin ile ortaklık kurmanın yollarını arıyordu. Orduyu eğitmek ve askeri danışmanlık hizmeti vermek üzere Gana’ya getirilen ve görevlendirilen 300 kadar Sovyet Rus ve Çinli teknik askeri personel, herkesten önce İngiltere Sandhurst Askeri Akademisi’nde eğitim almış Ganalı subayların öfkesini çekmişti. Bu subaylar çok geçmeden İngiliz ve Amerikalı meslektaşları ve diplomatlarla temaslarını sıklaştırdılar. Kwame Nkrumah’ın, ABD ve Vietnam arasında arabuluculuk için Hanoi’ye gittiği gün Şubat 1966 askeri darbesi gerçekleşti. Nkrumah, kendisine yönelik darbe hakkında “Dark Days in Ghana” adlı otobiyografisinde ABD’nin darbeci kadroya Büyükelçi Franklin Williams vasıtasıyla 13 milyon dolar göndererek darbeyi teşvik ettiğini yazar. CIA’in görevleri arasında “anlaşamadıkları rejimleri yıkma faaliyeti gerçekleştirmek adına rüşvetlerle asker ve siyasetçi devşirmek” de bulunduğunu öne süren Nkrumah, ABD Büyükelçisi Williams’ın illegal silah ticareti yürüttüğünü de eklemektedir (NKRUMAH, 1968, s. 48-51). Darbede yer alan isimlerden biri CIA tarafından eğitildiğini kabul etmiştir. Darbeden sonra kurulan Gana Ulusal Kurtuluş Askeri Konseyi’nin (NLC) ABD ile ilişkilerinin adeta hiyerarşik bir niteliğe bürünmesi şaşırtıcıdır. Nkrumah’ın bütün itiraz ve iddialarından vazgeçilmiştir. Gana 1966 askeri darbesiyle ilgili bir diğer şaşırtıcı olgu ise 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasını gerçekleştiren Türk Ordusu’nun Ganalı ordu mensupları arasındaki popülaritesidir. Ganalı subaylar “haklarını müdafaa etmede kendilerine Türk askerlerini örnek aldıklarını” ifade etmektedir (LE VİNE, 2004, s. 304).

Gana’nın sınır komşusu ve uzun süre gerilimler yaşadığı Togo’da ise Sahraaltı Afrika’nın ilk askeri darbesi yaşanmıştır. İngiltere’de ekonomi okumuş ve Unilever’de yöneticilik yapmış liberal bir siyasetçi olan Sylvanus Olympio, ülkesinin imkanlarının darlığının farkında olduğu için gerilim ve çatışmalardan uzak bir siyaset takip etmek istemiş, hatta ülkesini “Afrika’nın İsviçre’si yapmak” gibi bir hedef belirlemişti. Tabi ki böyle bir hedefin gerçekleşmesi için Fransa’nın ekonomik, askeri ve siyasi dayatmalarını reddetmesini gerektiriyordu. Olympio’nun sürekli olarak ayak diremesi Paris’in tepkisine neden oluyordu. Fransa’nın söz verdiği ticaret limanını Togo yerine Benin’de inşa etmeye başlaması üzerine Olympio CFA Frank kullanımından çıkabileceklerini açıkladı (HOUNGNIKPO, 2001, s. 143-144). Bağımsız bir ekonomik güç olmaya çalışan Olympio yönetimi bunun yanında fosfat kaynaklarının kullanımı konusunda direniş gösterip, fosfatı millileştirme iradesi ortaya koymaya çalışınca ipler büyük oranda koptu. Bu olay, Fransa’nın darbeye destek vermesine destek olmasına neden olsa da 1963 askeri darbesi yine Fransa ile ilişkili başka bir sebeple gelişmiştir. Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine Fransa ordusu saflarında katılmış olan Togolu subay ve astsubaylar savaşın bitişiyle Togo’ya dönerek Togo ordusunda görev yapmak istediklerini Olympio’ya iletirler. Olympio ülkeye dönüşlerine izin verir, ancak ordu dışında başka bir iş yapmalarını ister (HOUNGNIKPO, 2001, s. 137-142). Zira Gana tehdidine rağmen Togo ordusu 300 kişiyle sınırlandırılır ve Togo hükümeti daha fazla maddi yükü kabul etmez. Olympio’nun Gana ordusunun tehdidini ve ordunun gereksinimlerini küçümsemesi ile sosyalist blok ile ticaret merakından rahatsız olan muvazzaf subaylar Fransa’nın desteğiyle ülkeye dönmek niyetindeki askerlerle buluşturulur. Askerler Olympio’nun tavrının etnik ayrımcılığa dayalı olduğu konusunda ikna edilir. Gnassingbé Eyadéma adlı bir astsubay liderliğinde gerçekleşen 1963 askeri darbesi sonucunda ülkenin kurucu lideri Sylvanus Olympio öldürülür (BOISBOUVIER, 2013). Olympio yerine Alman vatandaşı üvey kardeşi Nicolas Grunitzkiy geçirilir. Kukla yönetim modeli dört yıl sonra bir başka darbe ile Eyadema’ya bırakılır. Ülkeyi ömür boyu yönetmeye niyetli Eyadema, 1993’te demokrasiye geçilip iktidar kaybedilince bir başka askeri darbeyle kısa süre sonra yeniden iktidara gelir. 2005 yılındaki ölümüne kadar Fransa’nın sadık bir müttefiki olmuştur. Aynı yıl bir başka askeri darbe sonucu oğlu Faure Gnassingbé iktidara gelir. Jacques Foccart, Olympio ve Grunitzkiy hakkında Eyadema’ya şunları söyler:

“Togo ile ilişkiler kötü gidiyordu. General De Gaulle, Olympio’ya yakın olmaya çalışıyordu. Ben de Olympio ile iyi ilişkiler kurduğuma inanıyorum, fakat ilişkilerimiz hiçbir zaman hiç üvey kardeşi Nicolas Grunitzkiy ile olduğu kadar iyi olmamıştır. Nitelikli bir adamdı ama maalesef insani ilişkileri zayıftı, üstelik Fransa’yı pek de umursamıyor görünüyordu. Özel sektörden gelmiş ve ekonomi alanında ciddi bir tecrübe sahibi olmuştu, ancak politik, sosyal ve ulusal birlik gibi iç sorunları görmezden geliyordu. Togo gibi aslında bölünmüş bir Afrikalı devlette bu gibi sorunlar önemlidir. Ewe’lerin şefi gibi davranan Olympio, kuzeylilerin siyasi desteğini alsa da onları siyasi ve idari hayattan dışlıyordu” (FOCCART, 1995, s. 270).

Fransa’nın tıpkı Togo gibi hegemonyasını sürdürebildiği bir başka ülke olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ise asker darbeler tam manasıyla Fransa’nın gözetiminde gerçekleşir. Fransa’nın bugün bile hala ihtiyacı olan uranyumun üçte birini yok pahasına temin ettiği ülkede ilk Cumhurbaşkanı David Dacko, göreve gelişinden kısa süre sonra Fransa’dan bağımsız karar alıp uygulamaya hevesli bir siyasetçiye dönüşür. Partnerlerini artırmaya yönelik hamleleri sadece Fransa’yı değil, Orta Afrika ordusunda görev yapan Fransa yanlısı subayları da rahatsız etmektedir. Subay kadrosunu en çok kızdıran olay ise David Dacko’nun Çin Halk Cumhuriyeti ile gizli antlaşmalar imzaladığının ortaya çıkmasıdır (FRANÇAIS, 2004).  Ordunun başını çeken askerler Dacko’nun kuzeni ve genelkurmay başkanı Jean Bédel Bokassa liderliğinde hükümeti devirme gündemiyle toplantılar yapmaya başlarlar. Toplantıların mekânı ise Fransa’nın Bangui büyükelçiliği binasıdır (CORREAU, 2016). 1965 yılını 1966’ya bağlayan yılbaşı gecesi gerçekleşen Noel Darbesi ile Dacko görevden uzaklaştırılır ve Paris’e sürgüne gider. Devlet başkanı olan cunta lider Jean Bédel Bokassa, başta elmas ve uranyum olmak üzere yeraltı kaynakları alanında Fransa’daki üst düzey siyasetçilerle rüşvet ilişkisine girer. Fransa eski Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing’in meşhur “Elmas Davası” skandalı bu ilişki ağına dahildir (MICHEL, 2011). İçeride son derece otoriter bir yönetim kurmasına, hatta muhaliflerini öldürterek yediği herkesçe bilinmesine rağmen uluslararası bir tepki görmeyen Bokassa, 1976 yılında kendisini kral ilan eder ve 22 milyon dolar maliyetli bir törenle tahta oturur. Fakat rüşvet ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri nedeniyle yine bir tepki görmez. Nihayet 1979 yılında Fransa tarafından desteklenen bir askeri darbeyle iktidarı devrilir. Darbenin başarısız olma ihtimalinden çekinen Fransa ülkeye asker çıkarır (CORREAU, 2016). Bokassa örneği, kişiselleşmiş iktidar ve rüşvet ilişkilerinin otoriter yönetimler ve askeri darbelerin ortaya çıkışı üzerindeki etkisi bakımından oldukça çarpıcıdır.

ABD ve Fransa’nın askeri darbe yoluyla Afrika’da gerçekleştirdiği her müdahale başarıya ulaşmamıştır elbette. Afrika kıtasında askeri darbelerin en çok yaşandığı ülkeler arasındaki Nijerya, bazı darbe girişimlerinde böyle dış müdahalelerin hedefi olmuştur. Bağımsızlığını kazanmasından sonra ülkede önde gelen dört etnik grup arasında (Fulaani, Hausa, Yoruba, Igbo) süregelen Pretoryan mücadele, 1965 yılı ve sonrasını Nijerya için kabusa çevirmişti. Bir da1966 yılında iki askeri darbe, 1967 yılında üç yıllık bir iç savaş (Biafra), Gowon’un devrildiği 1975 askeri darbesi ve 1976 yılındaki askeri darbe girişimi. 1975 askeri darbesiyle devletin başına geçen Murtala Muhammed, Angola İç Savaşı sırasında ABD’ye destek vermeyi reddediyordu (STOCKWELL, 1984). Hatta Libya ile anlaşarak karşı cepheye destek vermek istediği ortaya çıkınca Amerikan Hükümeti ile aralarında kriz çıktı. 1976 yılında CIA destekli bir askeri darbe planı sahnelenirken Nijerya lideri Murtala Muhammed suikast sonucu öldürüldü, fakat darbe girişimi başarısızlığa uğratıldı. Yerine gelen Olusegun Obasanjo’nun ABD’ye tepkisi çok sertti: Darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Washington Hükümeti’ne yönelik bazı yaptırımlar ilan etti ve ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın (persona non grata) ülkeye girişini yasakladı. Murtala Muhammed’in suikastle öldürülmesini takiben 5 gün sonra ABD Başkanı Gerald Ford’un imzaladığı bir başkanlık kararnamesi “ABD Hükümeti’ne mensup hiçbir kişi ve kurumun, istihbarat faaliyetleri çerçevesinde artık yurtdışındaki liderlere yönelik siyasi cinayetlere katılma veya yönlendirmeye yetkisinin bulunmadığı” talimatını içermekteydi (FORD, 1976).

1972’de Marksist bir devlete dönüşen Benin ile eski sömürgeci Fransa’nın arasının açılması çok uzun sürmedi. Sömürgecilik dönemine ve sonrasına yönelik suçlamalar, yeni rejimi inşa edecek siyasi söylemin merkezinde olduğu için Fransa hedefe oturuyordu. Sovyetler ile yakınlaşan Sosyalist Benin Hükümeti için Fransa’nın ülkeden çıkarılması söylemi de giderek güçlendi ve sonunda Fransız şirketleri devletleştirildi. 1974-1975 yıllarında Benin-Fransa ilişkilerinin girdiği bu kriz sarmalı, 1977 askeri darbe girişimi ile farklı bir boyuta geçti. Afrika kıtasının pek çok yerinde iç savaşlar ve darbeler organize etmiş olan paralı asker Bob Denard, bu darbe girişiminde en ön saftaydı. “Savaş köpeği” lakaplı Denard, yanında Beninli muhalif milisler ve Afrika’nın dört bir yanından onlarca paralı askerle rejimi devirmek için başkent Cotonou’ya giriş yapmıştır (PESNOT, 2008). Benin ordusunun yanı sıra Kuzey Koreli milisleri de karşısında bulan Denard başarısız olmuştur. Denard’ın darbe girişimi boyunca Foccart’ın eski sağ kolu René Journiac ve Fransız istihbaratı SDECE ile irtibatta kalmıştır. Benin devleti, Fransa’nın desteğiyle gerçekleşen 1977 Paralı askerler darbe girişimini, yani Fransa tarafındaki adıyla Karides Operasyonu’nu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na taşımış ve Fransa’dan şikayetçi olmuştur (KAIROUZ, 1977).

ABD’nin bir dönem en çok önem verdiği istihbarat üssü OMEGA’ya ev sahipliği yapan Liberya da askeri darbeler ve iç savaşları dış müdahale gölgesi altında yaşayan ülkelerden biriydi. Amerikan sermayesinin kauçuk yatırımları nedeniyle “Firestone Cumhuriyeti” olarak andıkları Liberya, ABD için eski bir koloni ve ticaret ortağıydı. Amerikalı-Liberyalılar olarak anılan dar yönetici elit grup adına iktidarı elinde bulunduran William Tolbert, ABD ile anlaşmazlığa düştüğü 1979 yılında askeri darbe ile devrildi. Darbede Amerikan desteği pek tartışma götürmezken, yerine Samuel Doe getirildi (HAHN, 2014). 1985’e kadar Washington’un çok siyasi destek ve dış yardım sunduğu lider olan Doe, bu imkanlarla son derece otoriter bir yönetim kurdu. Siyasi şiddet konusunda sınır tanımayan Doe, 1990’ların başında ortaya çıkacak olan iç savaşın temellerini atıyordu.  Doe’nun iktidar tarzı Amerikan Kongresi’nde tartışılmış ve Amerikan Hükümeti Liberya’ya yönelik yaptırımlara zorlanmıştı. Bazı askeri yaptırımları uygulamaya başlayan ABD Hükümeti, Doe’yu 1985 yılındaki bir askeri darbe girişiminden kurtardı (YİĞİT, 2020). Samuel Doe, Soğuk Savaş sırasında “ABD’nin destek verdiği diktatörlükler” ithamının sembol ismi konumunda kalmıştır.

Çıkarları adına siyasal şiddet olaylarını desteklemekten çekinmeyen Fransa’nın petrol ülkesi olan Gabon’da bir askeri darbeyi durdurma iştahı dikkat çekicidir. Fransa’ya sadakati tartışılmaz bir lider olan Gabon Devlet Başkanı Léon M’Ba’ya yönelik 1964 askeri darbe girişimi bizzat Fransız ordusu tarafından askeri müdahale ile durdurulmuştur. Operasyonun maliyetini Total-Elf şirketi karşılar. De Gaulle, bu askeri darbenin ABD ve CIA’in desteği ile gerçekleşmekte olduğu kanaatini taşımaktaydı ki müdahalenin en önemli sebepleri arasında petrol rekabetinin varlığı da gösterilmektedir (AIRAULT & BAT, 2016, s. 53-60). Ayrıca, Léon M’Ba’nın önemli kararlar almadan önce “Bay Afrika” Jacques Foccart’a danıştığı bizzat Foccart tarafından kabul edilmektedir. M’Ba’nın Fransa’ya yönelik abartılı sadakati Gabon’un kuruluşunda başlamış, Gabon yeni Anayasası Foccart’ın yardımcılarından hukukçu Yves Jouhaud tarafından hazırlanmıştır. Gabon-Foccart ilişkileri öyle bir seviyededir ki, sonunda Gabon, Fransa’da Foccartland olarak anılacaktır. Léon M’Ba’nın kırılgan iç siyasal düzende fazla dayanamayacağına kanaat getiren Foccart, M’Ba sonrasını da planlamış, Cumhurbaşkanı namzedi Albert (Omar) Bongo’yu Elysée Sarayı’nda görücüye çıkarmıştı. Gabon’u bugün hala Bongo ailesi yönetmektedir (FOCCART, 1995, s. 239-279).

SONUÇ

Askeri darbe konusunda öne çıkan iki “yeni sömürgeci” aktör olarak ABD ve Fransa, sistematik biçimde kurdukları kişisel&kurumsal ağlar vasıtasıyla siyaset ve ordu kurumlarına nüfuz edebilmektedir. Bu bağlamda dış müdahale aracına dönüşen askeri darbeler yeni sömürgeciler için bir çeşit yaptırım veya politik olarak boyun eğdirme aracı görüntüsü verir.  Her darbe, oluşumu itibariyle kendi iç koşullarından beslenir, fakat her zaman bir dış bağlama sahiptir. Güçlü devletlerin hegemonik ağına dahil olan devletlerin siyasi kurumsallaşmadan uzak oldukları söylenebilir, ancak bu kurumsallaşma eksikliğini dış dinamikler derinleştiriyor. Kimi ülkelerde askeri-otoriter yönetimler, darbe ile gelmelerine karşın yarım asırdan fazladır iktidardalar ve her demokratikleşme ihtimali belirdiğinde askeri darbe kapıda kendisini gösteriyor. İç aktörlerin, siyasi ve bürokratik elitlerin kendi çıkarlarını önceleyen Pretoryan mücadelesi ülkeleri sadece darbe tehlikesine değil, iç savaş ve işgal tehlikelerine de açık hale getiriyor. “Darbeler yüzyılı”nda 200’den fazla askeri darbe girişimine maruz kalan Afrika kıtasının, darbe olgusuyla neden dünyanın diğer bölgelerinden daha fazla karşılaştığı sorusunun cevabı yalnızca kıtadaki ekonomik kaynakların kıtlığı, şirketlerin hırsı veya yeterince iş birliğinin olmayışı değil. Çok daha önemli olan yapısal sorun, kurumsallaşmış birer devlet ve siyasetin bulunmayışı ve hegemonik dış müdahale altında “üst otoritenin kim olduğu” sorusuyla baş başa bırakan bir muğlaklık.

KAYNAKÇA

AIRAULT, P., & BAT, J.-P. (2016). Françafrique: Opérations secrete et Affaires d’Etat. Paris: Tallandier.

BAGOYOKO-PENONE, N. (2004). Afrique : les stratégies française et américaine. Paris: Editions l’Harmattan.

BOISBOUVIER, C. (2013, 1 18). Togo: qui a tué l’ancien président Sylvanus Olympio? Jeune Afrique, s. 28-32.

CLAPHAM, C. (1996). Africa and The International System: The Politics of State Survival . Cambridge: Cambridge University Press.

CLASTRES, P. (1977). Malheur du Guerrier Sauvage. Paris: Libre 2 – Payot.

CORREAU, L. (2016, 2 26). Archives Foccart: la France et le coup d’Etat de Bokassa. RFI Afrique : https://www.rfi.fr/fr/afrique/20160210-archives-foccart-france-rca-coup-etat-bokassa-histoire adresinden alındı

DAVİD, S. (1986). Soviet Involvement in Third World Coups. International Security, 3-36.

DECALO, S. (1973). Military Coups and Military Regimes in Africa. The Journal of Modern African Studies, 105-127.

DENARD, B. (1998). Corsaire de la Republique. Paris: Editions Robert Laffont.

DESCH, M. (1999). Civilian Control of the Military: The Changing Security Environment. London: The Johns Hopkins University Press.

FOCCART, J. (1995). Foccart Parle: Entretiens Avec Philippe Gaillard. Sainte-Maxime: Jeune Afrique – Fayard.

FORD, G. (1976, 2 18). President Gerald R. Ford’s Executive Order 11905: United States Foreign Intelligence Activities. US Historical Documents: https://fas.org/irp/offdocs/eo11905.htm adresinden alındı

FOSTER, G. (1994). A Post Cold War Strategy Vision . Society, 21-28.

FRANÇAIS, J. (2004). Le Putsch de Bokassa – Histoire secrète. Paris: Editions L’Harmattan.

FRANÇOIS, P., RAINER, I., & TREBBI, F. (2015). How Is Power Shared In Africa. Review Econometrica, 465-503.

GALEANO, E. (2006). Latin Amerika’nın Kesik Damarları . İstanbul: Çitlembik Yayınları .

GILBERT, E., & REYNOLDS, J. (2016). Dünya Tarihinde Afrika . İstanbul: Küre Yayınları.

GONIDEC, P. (1970). Etat africain. Paris: Librairie générale de droit et de jurisprudence.

HAHN, N. (2014). US Covert and Overt Operations in Liberia 1970s to 2003. ASPJ Africa&Francophone, 19-47.

HOARE, T. (1967). Congo Mercenary. London: Paladin Press.

HOUNGNIKPO, M. (2001). Determinants of Democratization in Africa: A Comparative Study of Benin and Togo. Lanham: University Press of America.

HUNTINGTON, S. (1965). Political Development and Political Decay. World Politics, 386-430.

HUNTINGTON, S. (1968). Political Order in Changing Societies,. London: Yale University Press.

KAIROUZ, M. (1977, 4 22). Benin: L’affaire du 16 janvier selon l’ONU. Jeune Afrique, s. 26-29.

LE VİNE, V. (2004). Politics in Francophone Africa: The States of West and Equatorial Africa. Colorado: Lynnie Rienner Publishers.

MANIRUZZAMAN, T. (1992). Arms Transfers, Military Coups, and Military Rule in Developing States. The Journal of Conflict Reasolution, 733-755.

MCNAMARA, F. (1989). France in Black Africa. Washington DC: NDU Press National Defense University.

MESSMER, P. (1992). Apres tant de batailles: Mémoires. Paris: Albin Michel .

METZ, S. (1995). Counterinsurgency: Strategy and Phoenix of The American Capability. Pennsylvania: Strategic Studies Institute, US Army War College.

MICHEL, N. (2011, 10 11). Ce jour-là : le 10 octobre 1979 éclate l’affaire des diamants entre Giscard et Bokassa. Jeune Afrique, s. 14-15.

N’DIAYE, B. (2001). The Challenge of Institutionalizing Civilian Control: Botswana, Ivory Coast and Kenya in Comparative Perspective. Lanham: Lexington Books.

NKRUMAH, K. (1968). Dark Days in Ghana . London: International Publishers.

O’ROURKE, L. (2017). Covert calamities: American-backed covert regime changes and civil war. Canadian Foreign Policy Journal, 232-245.

PESNOT, P. (2008). Les Dessous de la Françafrique, Les Dossiers Secrets de Monsieur X. Paris: Nouveau Monde Editions.

SERRA, N. (2011). Demokratikleşme Sürecinde Ordu: Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Reformu Üzerine Düşünceler. İstanbul: İletişim Yayınları.

STOCKWELL, J. (1984). In Search of Enemies: A CIA Story. New York: W.W. Norton.

TV5 Monde. (2018, 10 4). Emmanuel Macron revendique une rupture avec la Françafrique à Ouagadougou. TV5Monde: https://information.tv5monde.com/afrique/video-emmanuel-macronrevendique-une-rupture-avec-la-francafrique-ouagadougou-206281 adresinden alındı

US Historical Documents. (1965, 10 23). 256. Circular Telegram From the Department of State to Embassies in Africa. US History, FOREIGN RELATIONS OF THE UNITED STATES, 1964–1968: https://history.state.gov/historicaldocuments/ adresinden alındı

VOLMAN , D. (1993). Africa and New World Order. The Journal of Modern African Studies, Cambridge University Press, 1-30.

WEBER, M. (2006). Meslek Olarak Siyaset. İstanbul: Chiviyazıları Yayınları.

WELCH, C. (1972). Praetorianism in Commonwealth West Africa. The Journal of Modern African Studies, 203-222.

YİĞİT, M. (2020). Sivil-Asker İlişkilerinde Dış Nüfuz Bağlamında Liberya 1980 Askeri Darbesi. Bingöl Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 55-78.