Saadet ORUÇ[1]
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı
Bu toplantıyı düzenledikleri için Türkiye Hukuk Platformu’na çok teşekkür ediyorum. 15 Temmuz’un ikinci yıl dönümünde konuşacak çok şeyimiz var. Aslında iki yıldır o geceyi konuşuyoruz. O gecenin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bir kere başında ben 15 Temmuz’un tam anlamıyla bütün detaylarını çözemediğimizi düşünüyorum. Bunu medya ya da farklı alanlarda da konuşabiliriz tabi. Hala açıklığa kavuşturulmayı bekleyen çok noktası olduğunu düşünüyorum; ama medya ve uluslararası medya açısından bakacak olursak, 15 Temmuz bir ülkenin, bir insanın tarihinde karşısına gelebilecek nadir olaylardan bir tanesi. Hem çok kara bir an ama aynı zamanda darbenin evrilmeye başladığı anda da çok aydınlık bir an. Dolayısıyla ilk andaki refleksiniz ne ise, yani o haberi alıp da ne yaptıysanız O’sunuz. Yani bir darbe girişimi sivilleri, siyaseti, ülkenin demokratik olarak seçilmiş hükümeti ve liderine yönelik saldırılarda ilk refleksiniz ne oluyorsa bütün hayatınızı onun için yaşamışsınız inançlarınızı, eğitiminizi, değerlerinizi, ahlakınızı… Tam momentum, işte o momentum. Peki, o anda ne oldu? 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde darbeci teröristler hem yerel ve ulusal planda medya cephesini kaybedip en büyük desteği uluslararası basından gördüler. Ve darbenin aslında darbeye giden yolun öncesinde uluslararası basının özellikle 2013 Gezi Odaları’ndan itibaren aslında Arap Baharı hareketlerinin başlamasından itibaren diyelim, Türkiye ile ilgili algı operasyonları oldu. Bunların detaylarını birazdan konuşacağız. Önce an an ne oldu, biraz önce Prof. Dr. Ergun Yıldırım Hocam TRT’de bildiri yayınlanırken başka bir medya grubunda bir şey oldu dedi, onu da biraz konuşmak istiyorum ben. Şimdi ilk haber geldiğinde bir sosyal medya, tabi daha önceki darbe girişimleri ve darbelerle 15 Temmuz’u mukayese ettiğimiz zaman bir kitle iletişim araçlarının çok yaygınlaşması var, sosyal medyanın gücü var, ama aynı zamanda ülkemizdeki medyanın aldığı demokrasi kültürü var. 28 Şubat Dönemi ya da daha önceki darbe girişimlerinden ders çıkarmış bir medya var. Tabi ki özeleştiri yapılması gereken çok şey var ama 15 Temmuz’da bence oradaki ilk reflekste yerel ve ulusal medya açısından baktığımız zaman ben kötü bir karnenin olmadığını düşünüyorum. Mesela ben ilk darbe girişimi haberini aldığımda Fransa’dan dönmüştüm. 14 Temmuz’da Fransa’da bir terör saldırısı olmuştu ve ben o gün uçaktan indim. Ertesi gün canlı yayınlar vardı Haber Türk’te, uzun süre Fransa’da yaşadığım için Fransa’daki terörle ilgili merak edilenler oluyordu. Tam Haber Türk’ten çıktık gazeteci arkadaşlarla otururken “Köprü kapatıldı”, “Uçaklar uçuyor” haberi geldi. Haberdar sitesinin, daha sonra bu site kapatıldı, bir haber metni o sırada Whatsapp gruplarında dolaşmaya başladı: “Beylerbeyi Sarayı’nın önünde askerler polislerden silahlarını vermesini istemişler ve darbe oldu evinize gidin demişler”… Bu, bir A4 uzunluğunda haber. Tek gelen haber bu. Şimdi bu haberden şunu anlıyoruz, her haberci bunu bilir; bir haberi yazarken kaynaklarınıza bakacaksınız falan, yani bir kısım medyanın, FETÖ’ye yakın medyanın darbeden önceden haberdar olduğunu biliyoruz. Örneğin bir canlı yayında Kerim Balcı’nın görüntüsü var, hepiniz izlemişsinizdir, önce anlatmaya başlıyor, sonra Cumhurbaşkanımızın CNN Türk’teki açıklaması yansıdığında böyle bir kekeleme, şaşırıyor, ne oldu diye bakıyor vs. Şimdi daha sonra ilk olarak NTV’de Başbakanımızın saat 23.00’te bir açıklaması var. Bir kalkışma olduğuna dair, şüpheleniyoruz, diyor. Hande Fırat’ın 00.26’da Cumhurbaşkanımıza bağlanma olayı biraz kişisel gazetecilik başarısı evet; ama hem de bir özeleştiri yapacağım burada. NTV’de Başbakan o açıklamayı yaptıktan sonra Cumhurbaşkanımız yerel basını çağırıyor Marmaris’te ve aslında bir açıklama yapıyor. Ama o açıklama yansımıyor. Şimdi ben her şeyden önce iğneyi kendime batırmayı, eleştirirken önce kendimi eleştirmeyi tercih eden bir insanım. Bu kadar yıl gazetecilik yaptım, Cumhurbaşkanımızın ekibinde çalışıyorum, burada yerel medyaya yapılan çok önemli bir açıklamanın yansımaması üzerinde bizim günlerce, aylarca konuşup didik didik etmemiz gereken bir konu. Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor ve bu görüntü bir şekilde hem AA’ya hem TRT’ye yansımıyor. Buraya bir soru işareti, ben hiçbir şekilde bunun, sadece AA veya TRT değil, Cumhurbaşkanı’na yakın olduğu bilinen bütün haber kanalları, sosyal medyaya bu açıklamanın yansımaması darbeyi anlamamız açısından çok önemli bir konudur, bunun didik didik edilmesi gerekiyor. Bir de o anda Cumhurbaşkanımızın çevresindekiler o açıklamanın yansıdığını düşünüyor. Özellikle Büyükelçi Hasan Doğan ve Hande Fırat arasında bir görüşme geçiyor ve Hande Fırat bir taraftan canlı yayında o sırada Abdülkadir Selvi ile canlı yayındalar ve çıktı mı çıkmadı mı, Facetime mı, Skype mı, derken Cumhurbaşkanımız 00.26’da canlı yayına çıkıyor ve daha sonra bütün haber kanallarına bağlanıp milletimizi sokaklara meydanlara ve havalimanlarına davet ediyor ve sonrasını hep birlikte yaşadık. Medya burada hem yönlendirici hem de sokaktaki milletle birlikte hareket edici çok önemli bir rol üstleniyor. Tabi ilk yapılan açıklamanın yansımamasının, o yarım saatlik gecikmenin, millette oluşturduğu moral bozukluğu da Marmaris’teki açıklamanın yansımaması bence medyanın, medya ile iletişim ile ilgili herkesin üzerinde durması ve bir daha yaşanmaması için gerekli önlemlerin teknik olarak siyasal olarak her anlamda alınması gereken bir konu. Şimdi daha önceki darbelerde ne oluyor? Aslında uluslararası medya anlatacaktım ama biraz kendimizle ilgili konuları da anlatıyorum. 27 Mayıs’ta saat 5’te bir Albayın okuduğu bir darbe bildirisi var. 12 Eylül’de TRT’den hem radyo hem televizyondan darbe bildirisi okunuyor ve her ne kadar baskı rejimi, kapatılan gazeteler televizyonlar olsa da darbeye açıktan destek veren bir medya mantığı var. 28 Şubat’ta bu daha belirgin hale geliyor. 15 Temmuz’da ise gazeteciler, televizyoncular demokrasiye bağlılık örneği gösteriyorlar. Peki, uluslararası medyada neler oluyor? Şimdi darbe öncesinde darbeye giden yola taşları döşeyen bir yaklaşım olduğunu daha önce söylemiştik. Neler oluyor? Örneğin MİT tırları haberi ya da Türkiye DEAŞ’a destek veriyor, haberi ya da 2013’ten itibaren Cumhurbaşkanımızı itibarsızlaştırmaya dönük haberler ve bu konudaki algı operasyonları bence darbe ve medya başlığı altında tartışılması gereken konular. Yerel ve ulusal basının burada, yerel basının güçlendirilmesi de çok önemli bir rol oynuyor. Şimdi yavaş yavaş medyaya bakalım isterseniz.
15 Temmuz gecesi sosyal medyada yazılan yazılardan bazılarına bakarsak; darbe anında BBC ve bütün batılı basın yayın organları darbeden yana bir tutum izliyor; çünkü kendi karar vericileri de böyle izliyor. Dolayısıyla batı karar vericilerinin ne kadar bağımsız ne kadar objektif olduğuna ilişkin en önemli verilerden bir tanesi 15 Temmuz gecesi batı basınının tutumu. İlk olarak yapılan canlı yayında FOX News’a yapılan bir açıklama var. “Darbe başarılı olursa İslamcılar kaybedecek ve biz kazanacağız” deniyor canlı yayındaki konuşmacı.
Daha sonra Stratfor’un, aslında Stratfor bir araştırma kuruluşu ama internetten Cumhurbaşkanımızın uçağının güzergâhını veriyor; adeta hedef gösterir şekilde.
Daha sonra Cumhurbaşkanı’mızın kaçtığına, farklı yerlere gittiğine ilişkin, sığınma istediğine ilişkin haberler gelmeye başlıyor. Batı basınının burada özellikle hem darbeci argümanların tabi burada yine iğneyi kendimize batıralım, bir şeyi eleştirirken önce “siz üzerinize düşeni yaptınız mı?”yı sorgulayıp bir eleştiri getirmek lazım belki, batı basınına yeteri kadar ulaşılma çabaları gösterildi mi? Çünkü her zaman yapılabilecek bir şeyler vardır. FETÖ’nün, FETÖ medyasının oluşan bu boşluğu iyi doldurduğu, 17-25 Aralık öncesi ulusal ve uluslararası medyada belirli köşe taşlarına gelmelerinin de 15 Temmuz gecesi bu argümanlarda etkili olduğunu görüyoruz. Ve ardından Türkiye’deki darbe girişimi ile ilgili haberler bir yandan Twitter’da iltica talebinde bulunduğu ile ilgili haberler var.
Stratfor’un Cumhurbaşkanı’nı takibinden bahsettik, sonra MSNBC’den bir bilgi geliyor: “Üst düzey bir Amerikalı kaynağın kendisine Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’a inmeyi reddettiğini ve Almanya’dan sığınma istediğine dair haberlerin geldiğini” söylüyor.
Dailybeast’te, “Erdoğan’ın Almanya’ya iltica talebi reddedildi şimdi Londra’ya gidiyor” deniyor.
Ayrıca Kıbrıs’a gittiğine dair de haberler vardı. Daha sonra Cumhurbaşkanının nerede olduğuna ilişkin tabi o sırada Marmaris’te açıklama yapılmış yola çıkılmış, bir yandan sığınma istediği haberleri geldiği sırada diğer yandan da uçağının rotası gönderiliyor. Birisi de, Twitter’da IRNA muhabirini alıntılayarak demiş ki: “Erdoğan ailesi ile birlikte Tahran’a indi ve oradan Katar’a gidecek.”
Amerikan medyasıyla ilgili şöyle bir şey anlatayım; kendi ilgilendiğim konulardan bir tanesi… Wall Street Journal’ın İstanbul’da Dion Nissenbaum diye bir muhabiri vardı. Tanıdığım bir gazeteci… Burada yazdığı haberde darbe hakkında, ABD Dışişleri’nin, ABD Başkanı’na meşru bir darbe olduğu ile ilgili vurguda bulunduğunu söylüyordu. Kendisine soruyu sorduğunuzda ise kelime oyunu yaparak, “bunun aslında sahte olmadığını, gerçek bir darbe olduğunu gösteriyor” diyerek kelime oyunlarına kalkışmışlardı.
Bir başka haberde; “Eğer Türk darbesi başarılı olursa, ABD’nin askerlerle ortaklığının devam etmesi gerekir” deniyor.
Sonra o meşhur “karşı darbe girişimi” söylemi… Özellikle muhalefetin CHP’nin çok kullandığı 20 Temmuz darbesi ile ilgili ifadeleri geliyor. Bu arada tabi New York Times World’un meşhur “Erdoğan destekçileri koyundur; şimdi o ne derse onu izleyecekler.” başlıklı makalesi de var.
Bu sadece burada değil 16 Nisan referandumunda, 24 Nisan seçimlerinin sonucunda Almanya’da Cumhurbaşkanımıza büyük bir teveccüh gösteren oradaki seçmenlerin davranışlarını yorumlayan yetkililerde de böyle bir yaklaşım var: “Onların eğitim seviyesi düşük” veya “onların başka bir takım yetersizliklerinden, eksikliklerinden ya da alt seviyede olmasından dolayı oy verdi ve desteklediler” gibi birtakım aşağılayıcı ve faşist bir yaklaşım var.
Darbenin başarısız olmasından dolayı kendilerine adeta bir görev biçip; “Erdoğan öldürülseydi” deme cüretinde bulunanlar bile oldu. FOX News’de son yansıyan notta, “Türkiye’nin son umudu da çöpe gitti” diye bire başlık vardı.
Ve kaos başlığı…
Bu direniş bana göre dünya demokrasi tarihi açısından oldukça, demokrasi standardını yükselten bir şey. Siz şimdi o gecenin modunu bir düşünün. Neredesiniz, ne yapıyordunuz, televizyonlar ne yapıyordu ve insanımız sokaklara öyle bir çıkıyor ki, bu dünya demokrasi standartları açısından eşi benzeri görülmemiş bir şey… 15 Temmuz gecesi hem refleks hem Cumhurbaşkanımızın çağrısı ile anında sokaklara çıkılması, mesela bir Boğaz Köprüsü görüntüsü var, şöyle soruyor asker diyor ki, “Bakın darbe oldu. Gidebilen varsa, cesareti olan varsa gitsin!” diyor. bir tane vatandaşımız ben giderim diyor ve şöyle kendisini yola atıyor ve onu izlemeye devam ediyorlar daha sonra.
İngiliz medyasına da biraz bakalım… BBC’nin o gece tweetlerine ve reflekslerine bakıldığında gerçekten tarihinin en utanç verici sahnelerinden birini yaşadı. Şimdi şöyle bir şey var, birilerine gönderilen bir tweet var. Muhalif konuşacak birileri aranıyor ama darbe ile ilgili o anda herkes büyük bir toplumsal ve duygusal bir travmanın ardından yaşanan bir coşku var ve muhalif konuşacak kimseyi bulamıyorlar ve muhalif konuşacak birilerini bulmaya çalışıyorlar. BBC’de ki haberde de SKY News’un Dış İlişkiler Analisti Tim Marshall diyor ki canlı yayında, Türkiye’nin darbecileri iki ana hata yaptı. Bunlardan biri Cumhurbaşkanını öldürmemekti”…
Sonra The Economist’in ”Erdoğan’ın İntikamı” başlığı var…
Ya da Fransız Le Point, örneğin, takılmış bir şekilde saldırgan manşetler atıyor, en son diktatör diye bir başlık attı, 24 Haziran sürecinde…. Ben batı medyasının Cumhurbaşkanımız hakkındaki bu yaklaşımının biraz patolojik bir özellik de taşıdığını düşünüyorum. Hatta Anti-Erdoğanopati hastalığı gibi bir şey var. Cumhurbaşkanımızın isminin geçtiği yerde batı medyasında tabi karar vericilerinde etkisi olan bir şey ama isminin geçtiği anda böyle bir önyargı, algı operasyonu, böyle bir şey var. 2013’ten itibaren nasıl Mısır’da, Tunus’ta olduysa, Türkiye’de de önce Gezi Olayları’yla ardından 17-25 Aralık olayıyla Cumhurbaşkanımızı devirmeyi istediler. Cumhurbaşkanımız her seçimden, tabi millete dokunarak, milletle buluşarak her seçimden zaferle çıkınca daha da öfkelendiler. Şimdi özellikle batı basınındaki bu manşetler, dergi kapakları yazılara bakıldığında bir şekilde “Cumhurbaşkanını gönderebiliriz”, diye umutları vardı. Şimdi, 24 Haziran seçimlerinde zaferle çıkıldıktan sonra şöyle şeylere tanık oluyoruz, Almanya 2 yıllık aradan sonra diyor ki “Belki darbenin arkasında FETÖ olabilir”… Alman basınında bir değişiklik olabilir mi? Ya da Amerika dün daha farklı bir taziye bir destek mesajı yayınladı 15 Temmuz ile ilgili… ABD basınında böyle bir şey olabilir mi… Yani, konjonktürel olarak asla net bir tavır değil… Batı basınından iletişim kurma çabası bekliyorum. İşte en son NATO toplantısından çıkan fotoğrafı gördük ya da AB dönem başkanlığı var şu anda 6 aylığına ama bu geçtikten sonra Türkiye ile ortak bir nokta bulmaya çabalayabilirler. Çünkü mecburlar, mülteci meselesi, terörle mücadele meselesi gibi konular da var.
İngiliz basınının tutumuna yeniden dönersek, Independent’ta şu başlıkta bir makale çıkmıştı, örneğin: “Erdoğan başarısız darbe girişimini seküler Türkiye’nin son unsurlarından kurtulmak için kullanıyor.”
Şimdi sadece batı basını değil, mesela batı basını üzerinde etkileyici olan Avrupa Parlamentosu gibi değişik kurumlar var. Burada darbede başarısızlığa uğramış bir batı vardı, Almanya özellikle, AB’nin Alman parantezi (Almanya, Hollanda, Avusturya, İsviçre) gibi yerlerde 16 Nisan referandumu öncesinde de kampanya süreçlerinde yakın bir şekilde gördük, bir kere kampanyaya izin vermediler. CHP’nin kampanyasında orkestra şefliği, maestroluk yaptılar, ama oradaki afişlerde, mesela İsviçre’de meşhur tabancalı bir afiş var.
Fransız basınına baktığımızda da aynı şekilde darbenin başarısızlığından sonra bir panik havası vardı.
İsrail’i biliyorsunuz zaten, İsrail basınında zaman zaman İsrail hükümetinin dışında bazı şeyler çıkar ama genel çerçeve anlamında kendileriyle ilgili yönetimlerinin söylemlerinin dışına çıkmazlar. Haaretz’de şöyle bir başlık vardı: “Toplum, demokratik olmayan demokrasiyi askeri yönetime tercih etti.” Yani böyle yeni siyaset terimlerinin çıktığını da görüyoruz.
Bizim medyamızın televizyon ve yerel basında batı basınına demokrasi dersi verdiğini gördük. Şimdi önümüzdeki süreçte; “Vazgeçecekler mi?”; hayır vazgeçmeyecekler. Özellikle uluslararası basın 15 Temmuz öncesinde, MİT Tırları haberiyle, DEAŞ’a destek verme gibi argümanlarla ki kullandıkları argümanlar da FETÖ argümanları… Ama şunu gördüler: Medya gücü etkisiyle her şeyi yapamazlar. Mesela bunu ben Amerikan seçimlerinde Trump’ın kazandığında da bütün siyasi sonuçlardan bağımsız olarak, “Biz deriz, olur.” Böyle uluslararası alanda bir şey var ya, “biz kendi algı kontrolümüzle bunu yapabiliriz” bu kendi Amerikan seçimlerinde bu plan suya düştü olmadı. Bizdeki 15 Temmuz’da baktık, hayır, olmadı. Algı operasyonlarında işe yaramadı. Ama daha da bilendiler, mesela 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması, bizimle ilgili planlarından vazgeçtikleri anlamına gelmiyorsa, batı basınında da aynı şekilde burada devam edeceklerini düşüneceğiz.
Son cümlemi söyleyeyim, iletişim alanları kurmaktan, onlara ulaşmaya çalışmaktan, sabırla, yeni gazetecilik öğrencilerine, yeni nesile ulaşmaya çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz. Bir kişiyi bile etkileme gücünüz varsa; her ne kadar karşıda bir önyargı varsa da, bir kere o önyargıyı kırmak üzere kararlı olmak, haklı olduğunuzu biliyorsanız, ayaklarınızın üzerinde duruyorsanız, oradan başlamak önemli bir etki olur diye düşünüyorum, bu konu üzerinde uzunca konuşulabilir ama bitirmem gerektiğinden beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
[1] Saadet Oruç’un 16 Temmuz 2018 tarihinde İstanbul Üniversitesinde düzenlenen 3. Uluslararası Darbe ile Mücadele ve 15 Temmuz Sempozyumunda sunduğu bildirisidir.