15 TEMMUZ VE İSLAM DÜNYASI – Av. Samir Altunkaynak

0
23

Av. Samir Altunkaynak

Tarih okumalarının mihenk taşı olaylardır. Esasen tarihin materyali de olaylardır. Siyaset, sosyoloji ve hukukun objesi de olaylardır. Siyasi ve tarihi muhakeme ve değerlendirmeler de bu olaylar üzerinden yapılır. Sosyolojik varlık olarak toplum, siyasi organizasyon olarak devletlerin seyri bu mecra üzerinden muhakemeye konu olur.

15 Temmuz’un İslâm Dünya’sı üzerindeki etkilerini konuşacağımıza göre evvel emirde 15 Temmuz’u efradını cami ağyarını mani bir şekilde ortaya koymak gerekir. Yani 15 Temmuz’un tarifini, ontolojik gerçekliğini ortaya yere koymak gerekir. 15 Temmuz’u kendimce tarif etmem gerekirse, 2001 yılında ana mecradan kopmuş, değişim ve dönüşüm paradigmasını sloganlaştırmış yepyeni bir siyasi hareket kısa bir süre içinde yani 3 Kasım 2002’de halkın meşru oyları ve teveccühü ile iktidara gelmiş bir siyasi yapı var. İktidara gelmiş diyorum ancak muktedir olmasından söz edemiyorum. Kanaatimce de 15 Temmuz 2016 tarihine kadar da iktidarını sınırlı bir şekilde deruhte etmiştir. Kuşkusuz bu sınırın içeriği değiştiği gibi süjesi de süreç içerisinde değişiklikler göstermiştir. Bunun gerekçeleri sorulacak olursa; 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, 2008 parti kapatma davası, 2010 referandumu gibi kırılmalar bizi bu sonuca götürmektedir. Gezi eylemleri, 6 – 7 Ekim Güneydoğu’da yaşanan olaylar… 17-25 Aralık, 7 Şubat MİT krizi, MİT tırlarının durdurulması gibi olaylara baktığımızda aslında Adalet ve Kalkınma Partisi halkın iradesiyle gelmiş olmasına sistemi halk adına kendi siyasi pazıları deruhte etmeye gücü yetmemiştir.

2002 Kasım seçimleri şüphesiz bir Anadolu devrimiydi. 15 Temmuz tam anlamıyla 14 yıllık bu kazanımları gasp etmeye çalışan uluslararası güçlerin ve içerdeki taşeronu olan Fethullahçılığa karşı bir gerçek “Türk Baharıydı.” Türk halkı ilk defa bir uluslararası müdahaleye karşı canıyla meydan okudu. 17/25 Aralık başta olmak üzere oluşturulmaya çalışılan tüm algıları seçilmiş hükûmetin yanında durarak direnen halkın emperyalizmin elindeki son koz şiddet ile alaşağı etme operasyonuna canıyla engel olmasıydı 15 Temmuz…

Söyleyeceğim şey abartı değildir. Ülkemiz maalesef 15 Temmuz kalkışmasına kadar bu ülkenin cumhurbaşkanının, bu ülkenin en muktedir kişisi olarak kabul edilen kişinin, en azından kanaatimce bir uzman çavuşu dahi kendi referansı ile göreve atayabildiği bir yer değildi. Hem eski oligarşik yapının alışkanlıkları, hem onun içerisinde takiyye yaparak sızan,  onlarla aynılaşmış olan Fetullahçılığın Silahlı Kuvvetler’ de ne kadar dizayn yaptığının çok açık ve net bir göstergesidir bu örnek. Bir şeyi daha tarif etmek ve ortaya koymak gerekir ki bu yapının ne olduğu ya da İslam dünyasındaki karşılığını anlamaya ilişkin önemli olduğu kanaatindeyim. Eski oligarşik yapının -yine alışkanlıkları gereği- ya kendisi bizzat kurucu olarak ya da kurulmasına göz yumarak bu ülkede iki büyük projesi var. Bu göz yumulan yapılardan birisi PKK’dır diğeri de Fetullahçılıktır. Aslında Beka Vadisi’ni ve Pensilvanya’ nın -yani iki eğitim kampına dönüşmüş yeri- eğer okumalarımızda bu iki yerin aynı olduğunu göremediğimiz takdirde Fetullahçılığın da ne olduğunu ya da FETÖ terör örgütünün ne olduğunu anlayabilmek çok mümkün görülmemektedir.

Bakın dünyada en yaygın iki terör örgütü var şu anda. Biri PKK’dır, diğeri de Fetullahçılıktır. Maalesef iki terör şebekesi de bu topraklarda kurulmuş ve hayat bulmuştur. Bu da çok trajik bir durumdur, Elbette ki İslam dünyası üzerindeki etkilerini konuşabilmek için Ak Parti’nin ne olduğunu da bilebilmek lazımdır. Adalet ve Kalkınma Partisi esasında 40’lardan sonra ikinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve bitmesi ile beraber dünyada başlayan demokrasi rüzgârları Türkiye’deki tek parti dönemini bitirmiş ve çoğulcu bir demokrasiye geçmiştir. Ancak bu çeşitli gerekçelerle hep bir inkıtaa uğramıştır. Ama 2002’de Ak Parti tecrübesi ile birlikte hem muhafazakar dindar bir siyasal hareketin, hem demokrasinin bir araya gelmesi özellikle 2011’e kadar hem ekonomik hem temel hak özgürlükler konusunda çok hızlı değişim ve dönüşümlerin olması ile beraber Arap coğrafyası ve geniş anlamıyla Müslüman coğrafyada bir örnek alınma bir prototip olma yoluna doğru gitmesi de Ak Parti’yi öne çıkarmıştır ve Ak Parti’nin aslında Müslüman ahalinin zihninde, tasavvurunda nereye oturduğunu çok açık ve net görebilmek mümkündür.

Peki, 15 Temmuz darbe girişiminin Arap coğrafyası ile İslam coğrafyası ile nasıl bir ilişkisi vardır? Neden Türkiye’de öyle bir askeri müdahalenin yapılması gereği hissedilmiştir? 2010 yılında başlayan Arap halk hareketleri var. Arap Baharı dediğimiz bir hareket var. Kimilerinin Batı destekli dediği, kimilerinin, Arap halklarının talebi ile ortaya çıktı dediği Arap Baharı, Arap halk hareketleri var. Gerçekten Tunus’ta başarıyla sonuçlanarak Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkesini terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Mısır’da -özellikle modern Arap ulus tarihi açısından artık Kahire, Bağdat ve Şam tarihi iki Arap başkentini devralmış artık Arap ulus kimliğinin modern anlamda inşası için başkentlik yapmış ve Cemal Abdunnasır’la birlikte Arap Birliğini kurması hayalinin gerçekleşmesine en yakın görünen ya da kısmen gerçekleştirmiş olarak kabul edilen Mısır’da da kısmen Ordu’nun da sessiz kalmasıyla bir başarı elde edilmiş, seçimler yapılmış Adalet ve Hürriyet Partisi de iktidara gelmiştir. Bunu gören Batılılar elbette ki bu Arap halk hareketlerini kendi haline bırakmadılar. Libya, Suriye ve Yemen örneğinde olduğu gibi maalesef halkın lehine sonuçlanmasına asla müsaade etmemişlerdir.

Bunun nedenini ta Afganistan’da aramak mümkün. Afganistan 50 yıldır kaos içerisindedir. Batılıların akıllı kaos dedikleri bir teorileri var. Kendileri yönetebildiği müddetçe kaosun olmasını istiyorlar ve onun devamını sağlıyorlar. Bunu Afganistan’da görmekteyiz. Aynı anda patlatılan Irak ve Somali’de de bunu görmekteyiz.  Her iki ülke de diktatörlükle yönetildikleri iddiasıyla –ki öyleydi, hem Saddam Hüseyin hem de Somali’yi yöneten liderler maalesef halkın iradesini, taleplerini, temel hak ve özgürlükler yönündeki tüm isteklerini reddediyorlardı ve maalesef gerçekten bir zulüm rejimi inşa etmişlerdi.    Her iki ülke aynı anda patlatıldı ve oralarda hala kaos devam etmektedir.  Batılılar her istediklerini her ülkeden alıyor fakat kaos devam ediyor. Tüm zararı da orada yaşayan halklar görüyor. Yine Cezayir’de 1991’de bir demokratik seçim yapıldı ve İslami Selamet Partisi iktidara gelmişti. Fransa ordusunun da desteğiyle Cezayir’de bu demokratik geçiş maalesef engellendi. En azından Cezayir ordusunun güçlü ordu olması sebebiyle bu kaos, Irak ve Somali’de olduğu gibi uzun sürmedi. Ama yine de 40 bine yakın insan bu iç savaşta hayatını kaybetmiş ve bu şekilde Cezayir de susturulmuştur.  Mısır’da Batı destekli Abdulfettah Sisi’ ye darbe yaptırılmıştır. Tabii maalesef şunu da bilmekte fayda var, Toplumların sosyolojisini bilmeden, Mısır’dakine sadece askeri darbe demek doğru değil. Darbeden sonra Mısır’a gittim ve orada gerçekten önemli görüşmeler yaptım. Silahlı kuvvetler Mısır’da ekonominin ağırlığına hakim olduğu için yarattığı algı nedeniyle halkın en az yüzde ellisinin desteğini alan bir askeri darbe neticesinde Mısır’da demokrasi, halkın iradesi inkıtaa uğramıştır. Bir kısım ülkelerde akıllı kaos devam ettirilerek bir kısmında da işbirlikçi yöneticileri iktidara getirerek bir şekilde yönetiyorlar, belki Katar hariç denilebilir.

Aslında 15 Temmuz kalkışması Türkiye Cumhuriyeti’nde her istediklerini yapacak bir iktidarı inşa edemeyenlerin halkın iradesini temsil eden siyasal hareketi ortadan kaldırmaya yönelik Batı destekli bir ön darbe hareketiydi. Barışçıl bir toplum yaratmak elbette önemlidir ama onun yolu barışı toplumsallaştırmaktan geçer. Halkımızın ve devletimizin yaşadığı bu tecrübeler birey olarak önce barışı, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri birey anlamda içselleştirdiği için genel anlamda buna artık inandığı için, yaşadığımız o yakın tecrübeler Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarında yaşanan bu bütün tecrübeler, bunların hepsinin gerçekten halkın hafızasında oluşturduğu tasavvur,  Güneydoğudaki 6 – 7 Ekim olayları, gezi olayları, 17-25 Aralık olayları gibi olayların tamamı halkımıza şunu öğretmiştir, ne olursa olsun seçilmiş meşru iktidara karşı yapılan her türlü eylemin karşısında durulması gerektiğini 15 Temmuz’da elbette ki ana omurgasını muhafazakâr dindar insanların yaptığı ama farklı her türden insanın katkısıyla farklı çevrelerin hatta siyasal hareketlerin katkısıyla 15 Temmuz gecesi Mısır’da, Yemen’de, Libya’da ve bütün Arap ülkelerinde hemen hemen bastırılmış ve yönetilmiş kaosun oluşması ya da halkın iradesini tersyüz edilmesine ilişkin bütün bu operasyonlar halkın iradesiyle ortadan kaldırılmıştır.

 Bu aslında Türkiye’de olup biten bir olay ama hem Orta Asya’da hem Balkanlar’da hem geniş Arap coğrafyasında inşallah ileriye dönük halkın iradesinin bir gün inşa edileceğinin bir göstergesi, bir örneği, bir prototipi olarak hem insanlık hafızasında hem Müslüman ahalinin hafızasında bir yer edinmiştir ve edinmeye de devam edecektir.

Toplumların değişmesi ve inşası çok kolay, kısa zaman ve sürelerde olmuyor. Arap tarihinde ne büyük kırılmanın 1250 Abbasilerin yıkılması ile birlikte uluslararası anlamda çok güçlü bir devletin olmamasının yarattığı travma Arap devlet hafızasını silmiştir. 600 yıllık Osmanlı ve diğer yönetimlerin egemenlikleri ile birlikte, 1920’li yıllara geldiğimizde Arap halkının devlet kültürü, yönetimi anlamında o fetret döneminin yaşandığını 1950’ ye kadar İkinci Dünya Savaşı etkisinin krallık sultanlıkların olduğu bir dönemi,  Soğuk savaşın etkisiyle Arap ulusçuluğunun, ulus kimliğin etkin çıkmasıyla oluşan Baas Nasırcılık gibi diktatörlüklerin ve nihayetinde 2010 Arap halk hareketlerinin – inşallah kısa zamanda olmasa bile orta vadede – hem Türkiye’nin katkılarıyla Türkiye toplumunun tecrübesi ve devletin tecrübesinin katkılarıyla inşallah iyi bir netice doğuracağı kanaatindeyim. Arap halklarının Abbasi/Emevi dönemi yaşadıkları üstün devlet tecrübesinin ( Avrupa içlerinden Hindistan’a kadar uzanan bir coğrafyada )  750 yıl kesintiye uğramasıyla birlikte yaşanılan son hadiselerin çok da sürpriz olmadığını söyleyebiliriz. Arap Müslüman coğrafyasında bağımsız ve halk iradesine dayalı yapıların tekrar iktidara gelmesi bu kadar hızlı ve kolay olmayacağı bilinmeliydi. Çıkan sonuçtan ümitsizlik değil yarına taşınacak emeller beslenmelidir. Tam da bu noktada 15 Temmuz Türk halkının elleriyle tanklara karşı elde ettiği bu zafer başta Arap coğrafyası olmak üzere tüm ezilmiş halklara örnek bir çıkış olmuş ve adeta halkaların üzerine serpilmeye çalışılan ölü toprağın ve ümitsizliğin önüne bir engel olmuştur.

Ancak 15 Temmuzdan sonra ülkemizde yaşanılan referandum ve geçilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin öngörüldüğü gibi Anayasaya uygun olarak meclisin iradesiyle şekillenmesi ülkenin ve halkın geleceği açısından önemlidir. Aynı zamanda Müslüman dünyasında da örneklik teşkil etmesi iddiamızın da gerçekleşmesi için tarihi bir fırsattır. Eğer yeni hükümet sistemi ile kurumları sağlam, hukuk devletinin egemen olduğu bir devlet anlayışı ve biline bilirliğin hem toplum hem de devlet nezdinde üst safhada hayata geçirilmesi halinde hem ulusal bazda hem de uluslararası bazda ümit olmaya devam edeceğiz. Kuvvetler ayrılığı bir an önce sağlanmalı, yöneticilerin keyfi davranışlarına yol açacak yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Yasamanın temel şekillendiriciliği korunmalı, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere yasamanın alanına tecavüz etmemelidir. Obama’nın görev süresinin bitmek üzere olduğu bir dönemde “acaba halk bu adamın devamını istiyor olması nedeniyle anayasayı değiştirip bir dönem daha kalır mı” diye düşünürken yaptığı konuşmada “ bu düşüncenin biz doğu toplumlarının temellükçü zihniyetinin “ bir sonucu olduğunu gördüm ve işin açıkçası böyle bir düşünceye kapılmış olmaktan oldukça üzüldüm Zira yasa namustu ve çiğnenmemesi gerekirdi ve bu konuda hiçbir mazeret kabul edilemezdi.  Ülkemizin İslam coğrafyası için ümit ve örneklik olabilmesi bakımından yargı bağımsızlığı ve erklerin görev alanlarının kat’i tanımı ve sınırı bir an önce belirlenmelidir. Aksi halde “kurtuluş savaşı diğer tüm mazlum uluslara bağımsızlık mücadelesi için örnek oldu” iddiamızın sürdürmediğimiz gerçeği karşısında 15 Temmuz Halk Destanını da Ehlibeytin adalet mücadelesini Kerbela ağıtlarının basitliğine ve sultanlığa karşı başka ailenin ( ehlibeyt imamların)  iktidarına gömenler gibi ancak yıldan yıla anma törenlerine hapsedeceğimiz açıktır. Esastan yoksun trajik şekilcilik ya da amelsiz imanla sadece kendimizi kandırmaya devam edeceğiz.

 Fethullahçı yapı aynı zamanda bu yapı sahip olduğumuz tüm değerlere zarar vermiştir. Tüm dini kavramlarımıza, değer yargılarımıza zarar vermiştir. İnşallah bunların hepsini onaracağız. Müslümanların kavramlarına, Müslüman ahalinin sahip olduğu literatüre yönelik bu saldırının, bu suikastın imam gibi, himmet gibi, ümmet gibi bütün değerlerimizi yerle bir eden harabeye çeviren bu yapıya karşı hep beraber toplum olarak devlet olarak Müslüman ahali olarak, Müslüman topluluklar, devletler olarak mücadele edeceğiz ve inşallah yakın zamanda olmasa bile orta vadede bir başarı elde edeceğiz. Bunun yolu da İslam hukukunun normlar hiyerarşisine uymaktan geçmektedir. En üst norm ve tartışmasız kaynak olan Kuran’ın temel belirleyiciliğinde fakihlerin (hukukçuların) yolu takip edilerek suiistimallerin önü alınabilecektir. Aksi takdirde mehdi ve Mesih inancının merkeze oturduğu sapkın yapılar toplumlarımızı afyonlaştırılmış din ile uyuşturmaya devam edecektir. Kıyamete kadar Allah ile konuştuğunu iddia edenler, Tanrının ete kemiğe bürünmüş hali olan kişilerden bahsedenler hep olacaktır. Biz Müslümanlar Kuranın sapmaz aydınlığı ve peygamberin günümüze ulaşmış sahih örnekliği elimizde olduğu müddetçe kendimiz müsaade etmedikçe hiçbir güç bizi saptıramayacaktır.

İnsanın eceli olduğu gibi devletlerin de bir eceli bulunmaktadır. Bu halkların uzun soluklu mücadelesiyle şekillenecektir. Bugünler tarihin dönüştüğü zamanlardır ve umuyorum ki bu coğrafyanın da dün olduğu gibi dünya siyasi sahnesine egemen bir güç olarak çıkacağı günler uzak değildir.